Güncelleme Tarihi:
‘A’ şıkkı, yani “Para için” ilk elenen oldu. Eskisi yenisi hemen hemen her vekil, aldıkları paranın gelenlere çay ısmarlamaya bile zor yettiğini söyledi. Hele küçük kentlerden Meclis’e gelenlerde hemşehri harcamaları had safhada.
Seçilebilmek için evini, arabasını, tarlasını satanlar; eşine, dostuna, bankaya borçlananlar; işinden olanlar var. Seçilmezse bitiyor. Olur da seçilirse, onu kapı gibi “Milletvekilinin parası pul, karısı dul, kendisi kul” sözü bekliyor.
Bizzat vekiller tarafından çizilen bu olumsuz tabloya rağmen her seçimde daha çok insanın ceylan derisinden koltuk hayali görmesinin ardındaki temel neden ‘Sıradan vatandaş’lıktan ‘very important person’a (VIP-çok önemli kişi) terfi etmek.
Siyaset bilimciler, “Giren bırakmak istemiyor, dışarıda kalınca da kızıyor” diyerek genel manzarayı özetliyor. Siyasi araştırmacılar ise, Meclis koşusunun ardında “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” deme arzusunun yattığını söylüyor.
Niye Meclis’e koşuyoruz Ballı maaş mı hizmet aşkı mı
12 Haziran’da seçilecek 550 milletvekili arasına girmek için yaklaşık 7 bin 400 bin kişi yarışacak. Bir tarafta sonucu kesin olmadığı halde evini, arabasını, tarlasını satanlar; eşine, dostuna, bankaya borçlananlar... Diğer tarafta bu havayı defalarca soluduğu halde kapıyı çarpıp çıkamayanlar... Peki ne uğruna? Milletvekilliği kişiye ne kazandırıyor, ne kaybettiriyor? Meclis’in cezbedici yönü ne, neden bırakılamıyor? ‘Kıyak maaş, ballı yolluk ve liderin dediğinden çıkmayan kurşun asker’ algısı ne kadar doğru? Başta Meclis’in hancıları ve yolcuları olmak üzere işin uzmanları anlattı
STATÜ - MAKAM
Milletvekilliğinin belki de en cezbedici yönü statü. Milletvekili o ilin protokolüne dahil oluyor. Bakan olma, Meclis veya grup yönetimine girme şansını yakalarsa bu görevler ona kırmızı plakayla dönüyor. Kırmızı ışıkta geçme dahil, imtiyazları artıyor. ‘Sıradan vatandaş’ sıfatı yerini VIP’e (Çok önemli kişiye) bırakıyor. Peki bu durum kişiye saygınlık getiriyor mu? İşte o nokta hâlâ göreceli.
DOKUNULMAZLIK
Anayasa gereği her milletvekili, seçildiği günden itibaren dokunulmazlık zırhına bürünüyor. Hakkındaki davalar milletvekilliği sonrasına erteleniyor. Hukukçulara göre bunun tek nedeni var. Milletvekilinin, keyfi ceza kovuşturmalarıyla, yasama çalışmalarından alıkonulmasını önlemek. ‘Dokunulmazlığı kaldıralım’ teklifleri ise bir türlü uygulanamıyor.
SAĞLIK
Belki de en şanslı oldukları konu sağlık harcamaları. Milletvekili, eş ve çocukları TBMM ile anlaşması olan tüm özel sağlık kuruluşlarından, estetik müdahaleler hariç, bila bedel yararlanıyor ve bu hizmet ömür boyu sürüyor. Sağlık kuruluşları da TBMM ile anlaşma yapmak için yarışıyor. Ayrıca TBMM kampusu içindeki tam teşekküllü poliklinik de milletvekillerinin hizmetinde.
MAAŞ CEZBETMİYOR
Milletvekili maaşi sanıldığı kadar cezbedici değil. Bir milletvekilinin eline aylık 10 bin 500 lira geçiyor. Şayet vekil daha önceden emekliyse bu rakam 13-14 bin lirayı buluyor. Ancak özellikle taşra milletvekillerinin geliri çoğu zaman giderini karşılamıyor. Milletvekili olarak iki yıl çalıştıktan sonra emekliliğe hak kazandıkları algısı da yanlış; sadece ‘Milletvekili emeklisi olabilme hakkı’ kazanılıyor.
ÖZEL HAYAT YOK
Meclis çalışmaları milletvekilinin özel hayatını da sınırlıyor. Hafta içi Meclis’te geçen mesai, hafta sonu seçim bölgesine kayıyor. Ailesi ve yakınları bir tarafa, milletvekili kendine bile zaman ayırmakta zorlanıyor. Uzun soluklu tatillerin yerini iki-üç günlük kaçamaklar alıyor. Gecenin ikisinde parası çıkışmadığı için terminalde kalan seçmenin telefonuyla uyanmak zamanla sıradan hale geliyor.
VE HÜSRAN
Milletvekilliği bir dönem (dört yıl) sürenler, eğer siyasetçi değillerse, eski hayatlarına dönmekte çok sıkıntı yaşamıyorlar. Ancak birkaç dönem milletvekilliği yapıp da yeni seçimde listeye konmayanlar bir süre kendilerini boşlukta hissediyorlar. Hele muhalefet milletvekiliyse... İktidar milletvekilinin işi biraz daha kolay. Partisiyle iyi ilişkiler içindeyse bir yönetim kurulu üyeliği veya danışmanlıkla yoluna devam ediyor.
Milletvekilinin parası pul, karısı dul, kendisi kul
KÜRŞAD TÜZMEN
(Eski bakan, AKP Genel Başkan Yardımcısı’ydı, bu seçimde aday gösterilmedi, dokuz yıl sonra TBMM dışında kaldı)
“Milletvekilinin parası pul, karısı dul, kendisi kul” derler. Bu üçlü her şeyin yanıtı. Türkiye’nin tüm vatandaşlarını temsil ederek gittiğiniz Meclis’te onlar adına kanunlar çıkarmak, onlar adına icraatta bulunmak büyük bir gurur. TBMM dört senelik ayrı bir üniversite gibi aslında. Türkiye’nin tüm idari ve yönetim mekanizmalarının, yasama yürütme yargı erklerinin nasıl çalıştığını en iyi şekilde orada görürsünüz. Ben TBMM’ye girer girmez bakan oldum. Yaklaşık yedi yıl da o görevde kaldım. O dönem milletvekilliğinin tam olarak ne olduğunu anlama fırsatım olmadı. Bakan olduğunuzda elinizin altında her türlü imkan ve çok sayıda eleman vardır. Teşkilatlar size bağlıdır, onların bütün faydasını görürsünüz. Halbuki milletvekili olduğunuzda küçücük bir odada, bir sekreter, bir danışmanla her şeye yetişmeye çalışırsınız. Dolayısıyla milletvekili olmanın yükü çok daha ağır. Ama ünvanı önemlidir. Öncelikli ve imtiyazlı bir yerdir, kişilere o cazip gelebilir. Biz hizmet için oradaydık. Yoksa verilen maaşlar çay-kahve parasına yetmiyor. Geleniniz gideniniz çok çünkü. Ve milletvekilliği bayrak yarışıdır. Biz üzerimize düşeni yaptık, bundan sonra da yapacağız. Boşluğa düşmem, çünkü benim hiçbir zaman boşluğum olmadı. Şimdi Mersin’deyim. Yeni arkadaşlara Mersin’i tanıtıyorum. TBMM’de yeterli bir demokrasi olduğu kanısındayım; herkes demokratik hakkını rahatlıkla kullanabiliyor. Bir konuyu parti içinde tartışırsınız ama parti kararı alındıktan sonra herkes ona uymak zorundadır; yoksa partinin ne anlamı kalır? O zaman 550 tane parti olsun Meclis’te.
Maaşım yetmedi tüketici kredisi çektim
ATİLLA KART
(Avukat, dokuz yıldır milletvekili, CHP Konya adayı)
TBMM’ye girdiğimde bir ev, bir büro ve bir arabası olan 21 yıllık avukattım. Eşim Konya’da öğretmen olduğundan, evimi taşımadım. Şimdi çocuklarımın biri İstanbul’da üniversite, diğeri Tarsus’ta lise okuyor. Bense dokuz yıldır Ankara’da hakimevinde kalıyorum. Barınma, taksi ve yemek harcamam aylık 2 bin 500 lirayı buluyor. TBMM’deki büromun gideri de yaklaşık 3-4 bin lira. Dokuz yıldır her hafta sonu Konya’da, hafta başı Ankara’dayım. Şehirlerarası otobüsle gidip geliyorum. Emekli maaşımla birlikte elime geçen para ayda 12 bin lira. Konya’daki evimin harcamaları, çocuklarımın harcamaları ve benim kişisel harcamalarımı düştüğünüzde gelirim giderimi karşılamadığı için, geçen yıl bir bankadan 150 bin liralık tüketici kredisi aldım ve 10 yıl borçlandım. Kart borçlarımı kapattım, şimdi başa baş getiriyorum. Niye böyle? Çünkü ben kimileri gibi iş takibi yapmıyorum, yapmam. Halk adına denetimi sağlamak ve yolsuzluk ilişkilerini sorgulamak için buradayım. Milletvekili bu anlayışla görev yapıyorsa, halkım o 9-10 bine takılmasın. Tüm bunların yanında hedef haline geldiğimi biliyorum ama umrumda değil, doğru bildiğimi yapmaya devam!
Türk parlamentosunun eksikliği ahlak kurallarının olmaması
HÜSAMETTİN CİNDORUK
(Eski TBMM Başkanı, 59 yıldır siyasetçi, iki dönem milletvekilliği yaptı)
Son dönemlerde milletvekilliği işlevini yitirdi, tayin ve terfi işlemi haline geldi. Milletvekillikleri genel başkanlar tarafından dağıtılıyor. O nedenle bütün bürokratlar, siyasi partilerin tüm kademeleri kendinde milletvekili olma hakkı görüyor. Tek parti dönemine döndü. Milletvekilliği uzmanlık işidir; yasama işi yapacak ve seçim çevresiyle Ankara arasında köprü olacak. Değişken bir parlamentonun denetim görevi yapması olası değildir, sonuçta milletvekilleri amirine bağlı memur haline gelirler. Parlamenterlerimiz geçici görev yaptıkları için yasamada nitelik ve nicelik çok değişti ve düştü. Kıdemli milletvekillerini tasfiye edip yerine acemileri getirmeyi çok yanlış buluyorum. Türk Parlamentosunun eksikliği ahlak kurallarının olmayışı. Mutlaka siyasi ahlak yasası çıkarılmalı. O çıktığında Meclis’in kendi disiplinini kurması doğal hale gelecek, söylentiler bitecek.
Servet sahibi olanlar azınlıkta
HASAN KORKMAZCAN
(Dört dönem milletvekilliği yaptı, halen eski ve yeni milletvekillerinin doğal üyesi olduğu Parlamenterler Birliği’ne başkanlık yapıyor)
Milletin egemenlik haklarını kullanmasının bir parçası olmak insanları cezbeden asıl motif. Meclis’te bulunanların çok büyük imkanlara kavuştukları, günümüzdeki tabirle, köşeyi döndükleri tarzındaki algılar yanlış. Arada siyasi konumundan yararlanarak imkanlarını genişleten, servet sahibi olan insanlar belki vardır ama bunlar toplumun her kesiminde olduğu gibi küçük bir azınlıktır. Şimdi niye bu kadar çok aday var? Bunun sebebi siyasi partilerin işleyiş tarzı, aday belirleme usulleri. Şimdi nasıl olsa seçim genel merkezlerde yapılıyor diye adını
duyurmak isteyenler şansını denemek için adaylık başvurusu yapıyor. Milletvekilleri halkın tercihiyle seçilecek ilkesini yerleştirirsek bu kadar başvuru olmaz. Bölgeleri en fazla 4-5 milletvekili çıkaracak
şekilde ayırmak gerekir.
Günlük ziyaretçim 20’nin altına düşmez ağa da başımın tacı çoban da
ZÜLFİKAR İZOL
(İzol aşiretinin lideri, iki dönemi AK Parti’den olmak üzere dört dönemdir milletvekili, bu seçimde AK Parti’den listeye giremeyince, Şanlıurfa’dan bağımsız aday oldu)
Aşiretin nüfusu Türkiye genelinde bir milyonu aşıyor. Bunun 200 bini Şanlıurfa’da. Ama ben aşiretimden ziyade Urfalılarla yola çıktım. Bizim için makam, mevki önemli değil. Allah bize makam da, haysiyet de vermiş; mal, mülk, binlerce dönüm arazi de... Binlerce şükür. Bir sıkıntımız yok. Kapım herkese açık. Ağa da başımın tacı, çoban da. Meclis’te günde bazen 60-70 ziyaretçim olurdu. Bu sayı 20’nin altına düşmez.
Aile bağları olmayan kadın siyasetçi gerilerde kaldı
GÜLSÜN BİLGEHAN
(En uzun süre milletvekilliği yapan eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün torunu, bir dönem milletvekilliği yaptı, CHP Genel Başkan Yardımcısı, Ankara adayı)
Siyasetin içine doğduğum için hayatımı başka yöne çevirme imkanım hiç olmadı. Bir büyük devlet adamının evinde (dedem İsmet İnönü) ve bir özgür gazetecinin (babam Metin Toker) yanında yetiştim. İkisinin bir kız çocuğuna güvenmesi önemliydi.
Öte yandan, Pembe Köşk harika kadınlar tarafından yönetiliyordu (Mevhibe İnönü ve Özden Toker). Zamanında koltuğu bırakmanın ne kadar büyük bir erdem olduğunu ise dayım Erdal İnönü’de gördüm.
Çocukken, yaşıtlarım başka konularla ilgilenirken ben bakanların adlarını ezbere bilirdim. Başka bir hayat tarzı görmedim. Eğitimim siyaset üzerine, ancak 1999’da CHP barajın altında kalınca partiye kaydımı yaptırdım.
Siyaset dünyasında İnönü’nün torunu olmanın yeterli olmadığını bilecek kadar da deneyimliyim. Avrupa Konseyi’nde Eşitlik Konseyi Başkanlığı’na seçildiğimde kimse aile kökenimi bilmiyordu. ‘Güçlü kadın=yalnız kadın’ gerçeğini kabul etmedim ve olağan bir aile kurmayı ve üç çocuk sahibi olmayı çok önemsedim.
Bugün kadın hakları savunucusu bir siyasetçi olarak, hemcinslerimin yaşadıklarını çok iyi biliyorum, bu yüzden de onlara gerçekten dokunabiliyorum. Kadın siyasetçilerin en önemli sorunu siyasetle aile hayatını bağdaştırabilmek. Yine de bir kadın hekimin de, ev temizliğine giden kadının da aynı zor koşullarda çalıştığını düşünüyorum. Avrupa Konseyi’nde 47 ülkeden kadın milletvekilleriyle arada sırada dertleşirdik.Birçoğunun üç-dört çocuğu, hatta torunu vardı. En ciddi toplantıda bile çocukların telefonu açılırdı. Siyasete daha çok kadının girmesini istiyorsak erkekleşmiş kadınların yararlı olmayacağını düşünüyorum. Ben siyasete girdiğimde en küçük çocuğum 11 yaşındaydı. 10 yılımı onlara mutlulukla verdiğimden vicdan azabı duymadım.
Kadın milletvekili olmak dünyanın her yerinde büyük başarı ve itibar. Türkiye’de ‘kadınlar siyasette vitrin’
anlayışı da artık değişti.
Bunu bu seçimde daha iyi gördük, eskisine göre üç misli aday var. Ve hepsi vitrin olmayı kabul etmeyecek, talepleri
olan kadınlar.
Anne, babam da gelse aile oluruz değil mi
SEVİM GENÇ
(Milletvekilliğinde beş dönemi tamamlayan CHP Tunceli adayı Kamer Genç’in eşi, emekli öğretmen)
Siyasi hayatımız 1981’de Danışma Meclisi üyeliğiyle başladı. Bir gün arabada gidiyoruz. Radyoda haberler var. “Mehmet Ali Ağca’nın idam dosyası oylamasında 149 kabule karşılık bir red oyu çıktı” denildi. “Hangi akılsız Ağca’nın idamına ret oyu verdi” dedim. Eşim “Ben” dedi. Eşim tüm idamlara karşıydı, Ağca’ya mahsus değildi bu tepkisi. Askeri dönemde de çok çıkışları oldu ve Danışma Meclisi üyeliğinden istifasını vererek ayrıldı. Bir albayla konuşurken eşimin askerlere çıkışından çok endişe ettiğimi söylemiştim. “Askerler cesur insanları sever, hiç merak etmeyin” demişti. Çok da takdir görmüştü o dönem. Sonra milletvekili olarak girdi TBMM’ye.
Bir keresinde uçakta rahmetli Alparslan Türkeş ile ihtilaf olmuş aralarında. Bir sürü ölüm tehditleri aldık. Çok endişeye kapıldığım anlar oldu. Telefon geceyarısı da gelse hiçbir zaman kapatmadık. Hemşerilerimizi evde ağırladığımız da olmuştur. Bir keresinde kadının biri Almanya’ya gidecek, hırkayla gelmiş, montumu giydirip göndermiştim. Ben de severim insanları, kimseyle kırgınlığımız olmadı, hep memnun ayrılmışlardır. Ama terör olayları nedeniyle ben Kamer’le birlikte hiç gidemedim Tunceli’ye. Kamer istemedi daha doğrusu. Orada PKK yüzünden ev yapmayı da düşünmedik.
Eşime ‘Siyasete girme ya da yeter bırak” demedim hiç. İnsanlara faydalı olmayı seviyor. Ailede özveri daha çok kadınlara kalıyor. İki çocuk ve bütün evin sorumluluğunu yıllardır ben taşıdım, hâlâ da öyle. Gel ocağı yak desen yakamaz. Herhalde ben de fırsat vermedim ev işleriyle ilgilenmesine.
Tatillere de hep çocuklarımla gittim. Eşimle doğru dürüst tatil yapamadık. Hatta çocuklar küçükken’ Anne, babam da olsa aile oluruz değil mi” diyorlardı. Şimdi kız ABD’de, oğlan burada. Hâlâ evlenmediler. Eşimin milletvekilliği bize insanların saygısını, sevgisini kazandırdı. Milletvekili eşleri tanıtılırken “Kamer Genç’in eşi” dendiğinde en fazla alkışı ben alırdım.
Giren bırakmak istemiyor, dışarıda kalınca kızıyor
PROF.DR. FUAT KEYMAN
(Siyaset bilimci, Sabancı Üniversitesi, İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü)
Kanada, İsveç, Norveç gibi bazı ülkelerde, milletvekili olmak, bakan olmak, hatta başbakan olmak, şüphesiz çok önemli bir durumdur ama yaşamın kendisi değildir. Bu ülkelerde, genç kişilerin bakan, başbakan olduğunu görürsünüz; ama gün gelir, ya kendi rızalarıyla, ya da seçim başarısızlığına uğradıkları için görevlerinden çekilip meslekleri neyse ona dönerler. Hatta, “Artık mesleğime dönmek istiyorum” diyen bakanlara ve başbakanlara rastlarsınız. Milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar gelir giderler, yenileri gelir, sistem devam eder. Bu ülkelerde ya siyasete güven, ilgi yok; ya da demokrasi gelişmemiştir, diye düşünürsünüz. İlginçtir, Türkiye ile karşılaştırıldığında tam aksi geçerlidir. Bu ülkeler demokrasinin geliştiği, kurumsallaştığı, orduya değil siyasete güven duyulan ülkelerdir.
Buna karşılık, Türkiye’de, yaklaşık 70 yıldır yaşadığımız parlamenter demokrasi deneyiminin önemli özelliklerinden biri, toplumla siyasi partiler arasında giderek güçlenen güven eksikliği sorunu. Ama ilginçtir, güvenilmeyen siyasete talep çok yüksektir. Bakanlar mevkilerini, liderler de konumlarını bırakmak istemez.
Parti liderleri, günlerce, kilitli odalarda, uykusuz, bu güveni olmayan ama talebi çok ürüne kimlerin sahip olacağını belirledikleri listelerini yapar. Bu çelişkili durumun gizlediği gerçek, hiç güven duyulmayan siyasetin ve siyasi partilerin, çok önemli bir ekonomik ve siyasi nema ve çıkar sağlama aygıtı olmasıdır. Milletvekili seçilmek, hele parti başkanı olmak, ayrıcalıklı bir mesleğe sahip olmak anlamına geliyor. Mesleğe giren bırakmak istemiyor, dışarıda kalınca kızıyor. Mesleğe girmek çok çekici ama parti başkanına biat etmek anlamına da geliyor.
Türkiye’de siyaset yapması zor, ama bırakması çok daha zor bir meslek. Çok ciddi bir siyasi parti reformu da gerekli. İşte o zaman siyaseti, güven duyulan, yapması zor ama kaybedince bırakması kolay bir yönetim sanatı olarak tanımlayabileceğiz.
“Sen benim kim olduğumu biliyor musun” deme arzusu
ADİL GÜR
(A&G Araştırma Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı)
Milletvekili olmak isteyenleri iki gruba ayırmak gerekir. Birincisi, uzun yıllar parti teşkilatları içinde görev alan, Türkiye’ye söyleyecek sözü olduğuna inanan ve gerçekten politika yapmak isteyen idealistler; ikincisi milletvekili olmanın avantajlarını kullanmak için her türlü fedakarlığı yaparak, kırmızı koltuğa oturmak isteyenler. Niyetleri ölçmek mümkün değil ancak, sanıyorum ikinci grubu oluşturanlar daha büyük bir kitle. İtibar kazanma, dokunulmazlık duygusunun getirdiği şişkin ego, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” sözünü göğsünü gere gere söyleyebilme cesaretini kazanmak da en büyük arzu olsa gerek.
Özellikle bir metropolden seçilmediyseniz ilinizden gelen vatandaşları ağırlama, temsil vs. giderleri gözönüne alındığında ekonomik açıdan avantajı yok gibi görünüyor. Milletvekili olmanın getirdiği ekonomik imkanların az olduğunu söylemiyorum. Sadece bunu, aday adaylarının veya TBMM’de yer alan milletvekillerinin vekil olmadan önceki sosyo ekonomik profillerinde net görebiliriz.
Son 20-25 yılda yaptığımız araştırmalarda, dönemsel olarak TBMM’nin ve dolayısıyla da milletvekillerinin itibarının arttığını görüyoruz. Örneğin; 1990’ların ortalarında ve sonlarındaki araştırmalarda TBMM’ye güven ve itibarın bugünün çok gerisinde olduğunu görüyoruz. Bunda koalisyonların getirdiği sıkıntılar, TBMM’nin demokrasi dışı müdahalelere sessiz kalması, yaşanan ekonomik krizler vs. etkili olsa gerek.
2011 Türkiye’sinde milletvekilleri vatandaş gözünde 10-15 yıl öncesine göre daha itibarlı ve güvenilir gibi görünüyor. TBMM’ye itibar arttıkça milletvekili olmak isteyenlerin sayısında da çok ciddi artış oluyor. Bu seçimde milletvekili olmak için başvuranların sayısındaki ciddi artış bunun en önemli göstergesi.
MİLLETVEKİLLERİNİ NASIL BİR MECLİS BEKLİYOR
NURAY BABACAN
(Hürriyet Gazetesi Meclis Büro şefi, 15 yıldır TBMM’de gazetecilik yapıyor)
Buraya gelişin de, gidişin de bir ritüeli vardır. Yeni gelenler, hayal kırıklıklarını en aza indirmek istiyorlarsa, milletvekiliğinin ‘meslek’ değil, ‘görev’ olduğunu asla unutmamalı. Evet, milletvekilliği kişiye öncelikle statü kazandırıyor. Bunu en iyi, taşra illerinde vekillere gösterilen ilgiyle ölçebilirsiniz ama bir bedeli de var. Özellikle iktidar milletvekilleri ‘çok şey yapabilirim’ psikolojisiyle geliyorlar, ama öyle olmadığını tecrübe ederek görüyorlar.
Saygınlık konusu da göreceli. Yıllardan beri protokoldeki yerlerini değiştirmeyi bile başaramadılar. Meclis kürsüsü, milletvekillerinin kendini gösterdiği en önemli araç. Hem liderlerin, hem de kamuoyunun dikkatini, burada, “Derdini ve kendini anlatma” yetenekleriyle çekerler. Ama yine de ‘Meclis Holdingi’nin Yönetim Kurulu sayılan 17 kişilik Meclis Başkanlık Divanı’na da, yasamanın anası sayılan 16 ihtisas komisyonuna da, partilerin grup başkanvekilliklerine de ancak liderlerin vizesiyle seçilirler.
Meclis’in çalışma düzenini ‘askeri kışlaya’ benzetmek yanlış olmaz. Özellikle iktidar milletvekiliyseniz, gece geç saatlere kadar, çıkarılmak istenen yasa için ihtiyaç olan ‘bir parmak oy olma’ duygusunu çok yakından hissedersiniz.
Yeni vekiller, bir yıl kadar dokuz metrekarelik kafesi andıran odalarında ikamet ettikten sonra, yeni yapılan rahat çalışma ofislerine geçecekler. Artık lojmanları yok, yapımı da söz konusu değil. Her biri en az bin 500 lira ev kirası vermekten şikayetçi.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu milletvekilleri hemşehri ağırlamaktan mustarip. İlin ileri geleni sıfatı aldığı için her düğüne davet ediliyorlar. “Ayda dört altın alıp taktığımız oluyor” diye şikayet edenleri sık duyarsınız.
Her dönem sonunda listeye konmayanları, ihmal ettikleri gerçek hayatı yeniden yakalayamama korkusu sarar. Müthiş bir boşluk hissi yaşanır. Siyasette yaşlananlar, ‘kitap yazacağım, çiftlik kuracağım’ düşleriyle buradan ayrılırken, gençler daha kaygılıdır. Çocuklarının okullarından tutun da, eski milletvekili statülerine uygun yeni bir iş bulma telaşına düşerler. Az sayıda şanslı eski vekil, yönetim kurulu üyelikleri, danışmanlıklar ve parti görevleriyle alışık oldukları sularda yüzmeye devam edebilir.
İşadamları daha güçlü iş bağlantıları bürokratlar daha yüksek makam için istiyor
ÖZLEM ÇAKIR
(İmaj ve iletişim danışmanı)
VEKİLLERE İMAJ DANIŞMANINDAN İPUÇLARI
-Bunun uzun süreli bir yolculuk olduğunu unutmayın. Gerçekleştirebileceğiniz vaatleri verin ve vaatlerinizi teker teker yerine getirin. Aksi takdirde güven olgusunu zedelersiniz.
-Milletvekili olduktan sonra günlerinizi boş geçirmeyin. Seçim bölgelerinizi çok sık ziyaret edin. Seçmenlerinizi Meclis odanızda ağırlayın ve dinleyin. Dinleyen kazanır.
-Görüntünüzden mutsuzsanız ve bu özgüveninizi etkiliyorsa, diş, saç ektirme, kilo verme gibi küçük estetik müdahalelerde bulunabilirsiniz.
-Ne kadar bilgili ve konunuzda ne kadar uzman olduğunuzdan ziyade, kendinizi nasıl ifade ettiğiniz; ne söylediğinizden ziyade nasıl söylediğiniz önemli. Belirli bir plan ve program dahilinde konuşun. Söyleyeceklerinizi ayna karşısında tekrar edin. Unutmayın, hitabeti olmayan liderlik yapamaz.
-Hedef kitlenizi iyi tanıyın ve ona göre giyinin. Kıyafet seçiminiz girdiğiniz ortama, mevsim şartlarına, bölgeye, zamana (hafta içi, hafta sonu, mesai saati) ve en önemlisi vücudunuza uygun olmalı. Vücuda uygun olmayan kıyafetler yorgun ve halsiz gösterir.
-Her zaman bakımlı olun, dinamik, fit ve çalışkan imajı önemlidir.