OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 17, 2001 00:00
milenyum yaşlandı mı? 1980 yılı bitiyor, 1981 yeni umutlarla karşılanıyordu. siyah beyaz bir televizyon... ak sakallı beli bükülmüş yaşlı bir amca, elinde 1980 yazan fosforlu bir tabelayı taşıyarak yoluna devam ediyor, âheste adımlarla ekranın sağ tarafından çıkıp gidiyordu. elinde öncekinin benzeri ve üzerinde 1981 yazan başka bir tabelayla gelen küçük bir çocuk ise, yaşlı adamın çıktığı yerden ekrana kendinden emin adımlarla giriş yapıyor, ortalara gelerek elindeki tabelayı kameraya tutarak gülümsüyordu. ardından hareketli bir jenerik müziği ile birlikte ekrana çiçekler ve havai fişeklerle dolu cıvıl cıvıl bir görüntü geliyor, 'hoşgeldin 1981' yazısından sonra yeni yıla mutlu bir şekilde giriyorduk… mekan trt televizyonunun yayın ekranı! çocuktum daha... bu komik, ama gerçeklik payı hiç de az olmayan mizanseni izlediğimden bu yana tamı tamına 20 koca yıl geçmiş. değişen hiçbir şey yok. zaman yaşlanmaya, yaşlanan zaman yerini genç bir zamana bırakmaya devam ediyor. zamanla birlikte, zamanın içine sığdırabildiğimiz her ne varsa onlar da yaşlanıyor. her yeni yıl, kendimizi sıfırdan download etmemiz için güç veriyor bize. yeni yıl yeni umutlar demek çünkü;
milli piyango biletleri, ışıklandırılmış cadde ve sokaklar, vitrinler, süslenmiÅŸ çam aÄŸaçları, neÅŸeli dakikalar, lâpa lâpa yaÄŸan romantik bir kar... sonunda, yepyeni bütün yıllar birleÅŸerek 'milenyum' dediÄŸimiz 'bin yıllık' bir tarih dilimini oluÅŸturdu bile. insanın neredeyse mutluluktan havaya uçası geliyor; ne ÅŸanslı bir kuÅŸağız biz; milenyum kuÅŸağı! yeni 'binyıl' ın nasıl geçeceÄŸi düşüncesi bir insan için 'önemsiz' olabilir. ancak insanlığı çok yakından ilgilendiren bir konu bu. insan yaÅŸamı boyunca geçecek olan süreye, zamana, az ya da çok hakim. oysa 'bin' yıllık bir sürenin bize neler getirebileceÄŸi biraz belirsiz. yeni binyıl' da uzay araÅŸtırmaları, baÅŸka gezegenlere yolculuklar, hatta uzay savaÅŸları yaÅŸanacak. türkiye, avrupa birliÄŸinden sonra, eÄŸer hala harita üzerinde kalabilirse, baÅŸka bir sürü birliÄŸe üye olacak. savaÅŸlar ve savaÅŸlar sonrası, insanlık kendi kendini yok ederek, baÅŸka gezegenlerde yaÅŸam formları aramaya baÅŸlayacak. bütün bunlar bir belirsizlik ÅŸimdilik, sadece benim nacizane hipotezlerim. milenyum özelinde ele aldığım ve artık kurumsallaÅŸan, insanı ÅŸu ya da bu ÅŸekilde kendi esiri yapan zaman kavramı, tamamen enerji-madde ve mekân üçlüsüyle ilgili. eÄŸer bir enerji, madde ya da mekân deÄŸiÅŸikliÄŸi olmasaydı zaman diye bir kavram da olmayacaktı. çünkü enerji alışveriÅŸi, madde ve mekan deÄŸiÅŸikliÄŸi olmadığı için canlı organizmaların vucutlarındaki hücrelerde ve cansız nesnelerde (maddelerde) hiçbir deÄŸiÅŸiklik olmayacak, herÅŸey, âdeta bir filmin dondurulmuÅŸ karesi gibi deÄŸiÅŸmeden, hareketsiz kalacaktı. herÅŸeyin donduÄŸu, hareketsiz kaldığı bir ortamda zaman kavramından söz etmek de son derece gereksiz olacaktı. zaman, bir hareketliliÄŸin, bir devinimin sonucunda oluÅŸtuÄŸuna göre, periyodik bir hareket esas alınarak tanımlama yapılabilirdi. zaman, dünyanın kendi etrafında dönüşü ya da dünya üzerinde belirlediÄŸiniz bir noktanın güneÅŸi ard arda iki kez görmesi esasına göre belirlenmiÅŸ ve dilimlere ayrılmıştır. ayrıca, sözünü ettiÄŸimiz enerji deÄŸiÅŸimine paralel olarak, güneÅŸin doÄŸup-batma sürecinde, bir gün önceki ile bir gün sonraki güneÅŸ arasında bile fark vardır: bu iki gün arsında, güneÅŸte bir sürü hidrojen yanarak helyum elementine dönüşmüş, dolayısıyla, güneÅŸimizin ömründen bir parçası eksilmiÅŸ, zaman kendini tüketmeye devam etmiÅŸtir. fizikçilerin kullandığı zaman kavramı ise cesium 133 atomunun yaydığı radyasyon periyodunun 9192631,770 katı. bu sayının anlamı mı? 1 saniye'nin ta kendisi… bakteriyolojide bir vasata (besi yeri, bir bakterinin ya da aynı koÅŸullarda yaÅŸayabilen pek çok bakterinin geliÅŸimini saÄŸlayan ortam) ekilen birkaç bakterinin zamanla sürekli olarak ikiye bölünmesi ile bir süre sonra vasatın tamamını kaplayarak kendi ürettikleri toksinler ve gıda yetersizliÄŸi yüzünden ölmeleri gibi bir durum vardır. bir an için dünyanın, üzerinde pek çok canlının yaÅŸadığı bir besi yeri olduÄŸunu düşünelim. zamanla, aynı bakterilerde olduÄŸu gibi bir çoÄŸalma, üremenin en üst düzeyi olan 'lag' dönemi, sonra da canlı sayısında hızlı bir düşme gözlenebilir. bakteriler için bu süre yalnızca 24, 48 ya da 72 saattir. elbette insanlık için düşündüğümüz binlerce yılın uzunluÄŸu, bakteriler için 24 saatlik bir zaman dilimi ile aynı sayılabilir. berkeley, zaman kavramına göreli bir yaklaşım göstererek, 'tanrı'nın iki haftası ile bizim iki haftamızın aynı sürede (zamanda) geçmeyebileceÄŸini' söyler. türkiye, greenwich'ten iki saat ileride bir zaman diliminde yer alır. ülkelerin saatleri bizim saatimizden farklıdır. zaman her yerde var ama her yerde aynı deÄŸil. zamanın göreliligine baÅŸka bir örnek olarak algılayabiliriz bu durumu da… kant ise, zaman kavramının insan için her türlü deneyimden önce geldiÄŸini vurgular ve zaman kavramını dünyanın deÄŸil, insanın bir parçası olarak algılar. bu algılama, ona göre, insanın daha doÄŸuÅŸtan zaman ve uzam kavramlarının içinde yeralması ile yakından ilgilidir. insan zamanı bölümlere ayırıp onları adlandırdığında, saniyeden tutun da, binyıl' a kadar zaman dilimleri oluÅŸturdu. sonra da kendini bu zaman dilimlerine göre programlamaya baÅŸladı. önüne iki seçenek çıkmıştı; ya zamanın ona hükmetmesine sesini çıkarmayacak, son derece 'dakik' bir yaÅŸamı kabullenecek ya da herÅŸeye boÅŸvererek geciktikçe gecikecekti. o, kurumsallaÅŸtırdığı zaman kavramıyla, ilkinden yana kullandı tercihini. guguklu saatin guguk kuÅŸundan hiçbir farkı kalmadı. barok dönemde ÅŸekillenen lâtince kökenli bir söz olan 'carpe diem' (an'ı yaÅŸa, günü yakala) aslına bakarsanız zamanın içimizden hızla geçtiÄŸinin somutlaÅŸtırılmış bir tanımlaması. sonradan onun yerine 'memento mori' yani öleceÄŸini hatırla anlamına gelen bir baÅŸka söz de kullanılmıştır. aslında zamanın hep yerinde durduÄŸunu, zamanın içinde yaptığı yolculukta nesne ve insanın yıprandığını söylemek çok yanlış olmaz. hatırlarsak, shakespeare, macbeth'i şöyle konuÅŸturuyordu: "gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktörsaatini doldurur sahnede, bir ileri, bir gerive sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır" saat, yıl, gün neyse de, asır ya da binyıl gibi zaman dilimlerinin biraz da bilimsellikten uzak ve keyfi olduÄŸunu düşünüyorum. aynı ÅŸekilde, bir saat 120 dakika, gün 12 saat olsa ne olurdu? ben biliyorum: bu durumda 1 saniye 9192631,770 x 2 kadar cesium atomunun yaydığı radyasyon periyoduna denk olacaktı. yani… (hesap makinesi ile çarpıyorum…) 18385263.540… bütün bunlara raÄŸmen, isa' nın doÄŸumunu milat kabul ederek, dalyalara böldüğümüz tarihi 'bin (1000)' sayısıyla ve umutlarımızla birleÅŸtirmek, bize, milenyumdan çok fazla ÅŸey beklememiz ve umutlarımızı onda yeÅŸertmemiz için bir zemin hazırladı elbette. 2000'e (ikinci binin son yılıydı oysa), 'milenyum' diyerek, ÅŸaÅŸaalı gösteriler, büyük umutlarla girmiÅŸtik. hepimiz, kalbimizin temizliÄŸinden olacak, her ÅŸeyin en iyisini diledik; insanlar ve insanlık için. aradan geçen bir kocaman yıl boyunca deÄŸiÅŸen hiçbir ÅŸey olmadı oysa. eskisine, eskisine oranla daha da kötüye gitti çoÄŸu ÅŸey; milenyum ÅŸimdiden yaÅŸlanmaya baÅŸladı bile! bir çocuÄŸun bugünkü fotoÄŸrafından ilerki yaÅŸlarının robot resmini çok az hata ile çizebiliyoruz artık. dünyanın geleceÄŸini bilmek için de insanı analiz etmek yeterli olur sanırım. aradan geçen bir koca yıl boyunca ne deÄŸiÅŸti dersiniz? milenyum grisi biraz daha solmadı mı? Ali Hikmet EREN - 17 Ocak 2001, ÇarÅŸamba Â
button