METAPOLEMÄ°K:BAZI MÜHENDÄ°SLER NEDEN NÜKLEER SANTRALLERÄ° DESTEKLER? Nükleer Santraller konusunda Tamer Türkalp'le girdiÄŸimiz polemiÄŸe devam etmek konusunda

Güncelleme Tarihi:

METAPOLEMİK:BAZI MÜHENDİSLER NEDEN NÜKLEER SANTRALLERİ DESTEKLER Nükleer Santraller konusunda Tamer Türkalple girdiğimiz polemiğe devam etmek konusunda
OluÅŸturulma Tarihi: Mart 29, 2000 00:00

METAPOLEMÄ°K:BAZI MÃœHENDÄ°SLER NEDEN NÃœKLEER SANTRALLERÄ° DESTEKLER? Nükleer Santraller konusunda Tamer Türkalp'le girdiÄŸimiz polemiÄŸe devam etmek konusunda bir süre kararsızlık yaÅŸadım. Nükleer Santraller konusunda kendisinin öne sürdüğü iddiaları çürütecek kadar bu konuda bilgi sahibi olmamamın etkisi var. Ancak benim öncelikle ele aldığım problem Nükleer Santraller deÄŸil sayın Türkalp'in temsil ettiÄŸi mühendislik zihniyetidir. Tamer Türkalp de bu zihniyet hakkında bize bilgi vermiÅŸler. Mühendislerin aldıkları eÄŸitim dolayısıyla ayrıntılarla ilgilenmediklerini söylemiÅŸler. Mühendis zihniyetini açıklarken de çok ilginç sorular sormuÅŸlar: "Bizler bir konuyu düşünmeye baÅŸladığımızda hemen toplama çıkartma yapmaya baÅŸlarız. Bu konuda elde edilecek kazançlar toplamı nedir? Bu kazançları elde etmek için neyi ihmâl etmeliyim? Neyi ihmâl edersem ne kazanırım" Dikkatinizi ihmal etmek ve kazanmak karşıtlığına çekmek istiyorum. Kazanmak fiilinin karşıtı elbette ki kaybetmektir. Bunu Türkalp de biliyordur tabi ki. Ama neden "ihmâl etmek" fiili ile kuruyor karşıtlığı? Önemsenmesi gereken konuları boÅŸaldığımızda orada bir ihmâl vardır. Yapılması gereken bir görevin yapılmaması neticesinde bir ihmâlden bahsedilebilir. Her ne kadar Türklap'in mühendis zihniyetini bir ÅŸeyleri kaybetmeyi göze alsa da gönlü razı olmuyor belli ki. Öyle olunca da kazanmanın karşısına ihmâl gelip oturuyor.Ancak konuyu kendisine sorduÄŸum mühendis dostum Bahadır AteÅŸ, Türkalp'in "ihmal" ile neyi kastettiÄŸini anlattığında yukarıda yaptığım deÄŸerlendirmenin hatalı olabileceÄŸini düşünmedim deÄŸil. Çünkü Bahadır "ihmal" ile kastedilenin hata payı olduÄŸunu, inÅŸaat ve makine mühendisliÄŸi gibi alanlarda bunun bazen %2'ye varabileceÄŸini, bu miktarda bir hatanın, "hata" olarak kabul edilmediÄŸini, Tamer Bey'in de elektronik mühendisi olduÄŸunda dolayı "ihmal" deÄŸerini on binde iki olarak almış olabileceÄŸini anlattı. Ama bütün bunlara öyle bir yorum ekledi ki sosyal bilimcilerin neden fen bilimleri, fen bilimcilerinin de neden sosyal bilimlerle barışmaları gerektiÄŸini anladım. Çünkü Bahadır telefonda ancak böyle bir hata payının sosyal yaÅŸamda uygulanamayacağını, Türkiye'nin yüzde 99'u müslüman bir ülke olmasından kaynaklanan devlet kararlarının mühendis kafasıyla düşünüldüğünde memlekette yüzde bir ya da iki gayrimüslim vatandaÅŸları es geçebileceÄŸini anlatıyordu. On bin milimetredeki bir milimetrelik hata, hata sayılmayabilirdi ama on binde bir kiÅŸi öldüğünde, "hiç kayıp vermedik denilemezdi". Telefonu kapattıktan sonra memleketi kırk yıldır yönetenlerin mühendis olduÄŸunu düşündüm. Elbette ki kazanılacak milyonlarca kilovat enerji karşılığında Hasankeyf yüzde hatta binde ikilik bir deÄŸer ifade etmezdi onlar için. O kadar bir deÄŸer ifade etse bile onların mühendis zihniyetine göre bu bir kayıp sayılamazdı.Aslında Türkalp'in ilk yazısını cevaplandırırken karşımda bir Özal gencinin oturduÄŸu geçmiÅŸti aklımdan. Kullandığı ifadeler, geliÅŸmek ve azgeliÅŸmiÅŸ olma arasında kurduÄŸu baÄŸ, nükleer santrale karşı çıkanlara karşı sahip olduÄŸu peÅŸin yargı... Ama yine de kendimi tutmuÅŸ, Özal'dan bahis açmamıştım. Åžimdiyse Türkalp'in boÄŸaz köprüleri hakkında yaptığı yorumu görünce bu kaçınılmaz hale geliyor. Türkalp kilÅŸe ifadelerle toplumun yeniliklere kapalı olduÄŸunu anlatmak için bir zamanlar yapılan köprülere karşı çıkan Ä°stanbulluların ÅŸimdi köprüsüz bir Ä°stanbul düşünemediklerini, öyleyse üçüncü köprüye de karşı çıkmanın anlamsız olduÄŸunu ifade ediyor. Türkalp ne yazık ki bir ÅŸehir nasıl korunur, korunmazsa nasıl yokolur, bunun farkında deÄŸil. Ä°stanbul'a üçüncü köprü yaparsanız, göç daha da artar, dördüncüsünü yapmak zorunda kalırsınız Tamer Bey, 100 yıl sonra ben de sizin torunlarınıza bir zamanlar BoÄŸaz denilen, dünyanın en büyük kanalizasyon kanalında iyi yolculuklar dilerim. Tamer Bey'le aynı üniversiteden mezun olan Özal'ın imajında da köprüler önemli yer tutar. O da köprüleri halka satarak müthiÅŸ bir devrim yaptığı sanmıştı. Ancak yine de Özal'la Türkalp arasında önemli bir fark var. Rahmetli, hiç deÄŸilse konuÅŸurken eline bir kalem alıyordu, Tamer Bey'in elindeyse anlaşılan her zaman bir kontrol kalemi var. Çünkü teknoloji ile insan iliÅŸkisini deÄŸerlendirirken kendisini tamamen mühendis zihninin ellerine bırakıyor. Teknolojik geliÅŸmenin toplumda hayatı kolaylaÅŸtırmak dışında ne gibi etkilerde bulunacağını düşünmüyor. Ama on binde ikilik "ihmal" formülünü düşünürsek, zihni onu nükleer santral meselesinde de haklı hale getiriyor. Nükleer enerji ile saÄŸlanacak ulaşım, aydınlatma, yani kesilmeyen elektrikler- göçmeyen PC'ler-bozulmayan sinirler, ve ya kesilmeyen elektrikler- sönmeyen spotlar -yarıda kalmayan maçlar- bozulmayan sinirler, ve ya kesilmeyen elektrikler -sönmeyen spotlar- yarıda kalmayan ameliyatlar- masadan saÄŸ kalkabilen hastalar (Tamer Bey'e bir nazar boncuÄŸu olsun) veya kesilmeyen elektrikler, yarıda kalmayan sıcak duÅŸlar- bozulmayan moraller-tiksinmeyen sevgililer... Bütün bunlar karşısında beden ve zeka özürlü çocuklar, kıyıya vurmuÅŸ balıklar, bir yanı kurumuÅŸ bir yanı yeÅŸil yani yarısı ölmüş aÄŸaçlar, kirlenen doÄŸa... EÄŸer bütün bu karşıtlık on binde ikilik bir riskse Tamer Bey'in neden nükleer santrallere karşı çıkmadığını anlamamız gerekiyor. Türkalp'in kelime ve örnekleri yi seçmediÄŸini, benim ilk yazımla kendisinin yazısı arasındaki kısacık tarih farkından da anlaşılacağı gibi cevabın aceleyle yazıldığını düşünerek okuduÄŸunuz önceki paragrafları es geçebilirsiniz. Buyrun geçin. Geçin ama şöyle bir oturup düşünün, aceleyle söylenenin aslında asıl söylenmek istenen olduÄŸunu. Kendisinin iki yazısı arasındaki üslup farkına bakılınca da görülecektir bu. Ä°lk yazıdaki o kuru, renksiz dir ve dır'lı cümlelerle konuÅŸmuyor artık Türkalp, çünkü mühendis zihniyetinin yazdıkları üzerinde denetim kurması için ihtiyaç duyduÄŸu süreyi ona vermemiÅŸ, vermeyince de daha samimi bir yazı çıkmış ortaya. Ancak bütün samimiyete raÄŸmen Türkalp'in kliÅŸelerle düşünmeye alışmış olan mühendis zihni herÅŸeyi bozuyor.KliÅŸelerden belki de en mühimi kendisinin Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu hakkında söyledikleridir. Yeniliklere ve karşı çıkılan yenilik olunca teknolojiye de karşı çıkmak sadece Osmanlılara ve Türklere ait bir özellik deÄŸildir. Bir kere toplumlar kendilerini birbirlerine baÄŸlayan bir çok ÅŸeyi geleneklerinden edinirler. Ben parça parça edilmiÅŸ toplumlar dışında her yeniliÄŸe mal bulmuÅŸ maÄŸrıbi gibi sarılan olduÄŸunu zannetmiyorum. Yeni olandan her zaman korkulur. Yeni olan her zaman eleÅŸtirilir. Türkalp fazlasıyla bugünden bakıyor geçmiÅŸe. Kendisi yazısının sonraki bölümlerinde artık komplekslerimizden vazgeçmemizi istiyor, ancak nedense ÅŸu matbaa konusunda söyledikleri benzer komplekslere kendisinin de sahip olduÄŸunu gösteriyor. Osmanlı imparatorluÄŸunda hiçbir padiÅŸah matbaayı yasaklamamıştır. Konu ileri ya da geri olmak meselesi deÄŸil arz talep meselesidir. Müteferrika matbaayı getirdi diye memlekette birdenbire Balzac'lar, Tolstoylar da ortaya çıkmadı zaten. Kaldı ki Müteferrika'nın matbaa için devrin yöneticilerini Ä°slamiyeti yaymak için oldukça yararlı olacaktır diye ikna ettiÄŸini bilirsek konuyu daha da iyi anlarız. Matbaa bir yenilik olarak geçmiÅŸe ait olan bir ÅŸeyi, dini, yani geleneÄŸi kullanmıştır varolmak için. Müteferrika'nın topu topu 17 kitap basarak iflas ettiÄŸini de söyleyelim. Kitapların çeÅŸitli hattatlar tarafında yazma olarak çoÄŸaltıldığı o günlerde matbaadan çıkan kitapların diÄŸerlerinin yanında estetik olarak oldukça kuru olduÄŸunu düşünmek gerekiyor. Bunun böyle olmasının da toplum olarak Osmanlı'nın görüntü ve yazıdan çok sözlü bir kültüre sahip olmasının etkisi vardır. Osmanlı'nın yeniliklere hele hele teknolojiye kapalı olması ise imkansız. Türkalp'in varoluÅŸunu bir yönden savaÅŸmaya dayandıran bir devletin teknolojiye kapalı olduÄŸunu düşünmesi bir mühendise yakışmıyor. Çünkü savaÅŸmakla teknolojik geliÅŸme arasındaki olmazsa olmaz iliÅŸkiden kendisinin haberdar olması gerekirdi. 1453'te Istanbul surların neyle delindiÄŸini, boÄŸazı tahkim etmek için ne tür silahlar kullanıldığını sanıyor, yoksa 1420-1431 yılları arasında geçen ve Fransa-Ä°ngilizler arasındaki Yüz Yıl SavaÅŸlarının en ilginç kahramanlarından Jeanne d'Arc'ın hikayesini anlatan film ya da benzerlerinde gördüğü iptidai mancınıklarla mı? Polemik yazılarının paradoksu sizin söyleyeceklerinizin karşıdakinin söylediklerine baÄŸlı olmasıdır. Onun için bu tür yazıları tamamladığında insanın içini iyi bir ÅŸey yapmış olmanın verdiÄŸi ferahlık kaplamaz. Polemiklerin hiç bitmeyeceÄŸini bilmek insana bir yarım kalmışlık duygusu verir. Ben nükleer santrallere karşı olmak ya da olmamak sınırları dışına taşımaya çalıştım. Bu polemiÄŸe de Nükleer Santral konusu dışına çıkmadığı sürece devam etmeyi düşünmüyorum. Ve bitirmek istemenin, ama tamamlayamamanın verdiÄŸi gevezelikle birkaç ÅŸey daha söylemek istiyorum. Türkalp, madem yeniliklere açık olmakla savunuyor kendisini, bir süredir dünyada devam eden sosyal bilimler-fen bilimleri karşıtlığının ortadan kaldırılması üzerine düşünmeye davet ediyorum kendisini. Bu, ülkemizdeki mühendisler düşünülünce hakikaten bir yenilik olur. Çünkü sosyal bilimler kendi aralarında birbirlerine açılmanın dışında fen bilimlerine gerekli katkıda bulunacak enerjiye sahip gözüküyor. Evet, ben Tamer Bey'e hangi devreleri birbirine baÄŸlarsa yaptığı aletin kusursuz çalışacağını söyleyemem, Tamer Bey'in bu anlamda bana ihtiyacı da yoktur. Ancak o aleti kullanan insanı nasıl etkileyebileceÄŸini söyleyebilirim!Kontrol kalemleriyle bütün hayatımızı kontrol edemezsiniz Tamer Bey, rica ederim! Hakan KAYNAR - 29 Mart 2000, ÇarÅŸamba Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!