Güncelleme Tarihi:
İlahi uyarı: “De ki: Yeryüzünde dolaşın da suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.” (Neml, 27/69) İnsanlığı yani kendimizi seyrediyoruz fotoğraf karelerinde. Yaratan tarafından özümüze yerleştirilmiş olan merhametten her geçen gün uzaklaşıyor olmanın ızdırabı yansıyor yüzlerimize. İnsanlık olarak bugün artan hayat standardına rağmen dünyamızı kuşatan bir hiddet ve şiddet girdabında boğulmaktayız. Gün geçmiyor ki medyada katliam ve cinayet haberleri yer almasın. Anne-babasını öldüren evlat, evladını katleden anne-babalar, kadına uygulanan şiddet ve buna bağlı olarak işlenen cinayetler, toplu katliamlar maalesef sıradanlaşmış durumda.
Ölümün buz gibi yüzü
Yine bu fotoğrafta; uyuşturucu ve alkolün pençesinde perişan olmuş gençler, meskenleri sokak olan, türlü istismara maruz kalan çocuklar, azarın, nefretin, yanlızlık ve terk edilmişliğin mağduru, huzur evlerinde evlat ve torun hasretiyle yanıp tutuşan yaşlılar var. Yani biz varız. Kıtlığın ve yoksulluğun hükümferma olduğu coğrafyalarda açlıktan can çekişen yavruların görüntüleri, soğuk ve ayazdan korunmak için sığınılan ATM’lerde ölümün buz gibi yüzüyle tanışan genç bedenler ve daha nice açmadan solan fidanlar var dünyamızda. Merhamet ey!
Merhamet merhemini kullanmak
Evlerinin önünden kaçırılan çocuk haberleri delip geçiyor yüreklerimizi. Ardında sönmeyen bir ateş, dinmeyen gözyaşı ve yaşayan ölüler misali ana-babalar bırakarak, masum yavrulara ellerini, dillerini, bellerini uzatanlar etrafımızda dolaştıkça utanıyoruz insanlığımızdan. Merhamet ey! Bir taraftan bu sosyal çürümenin, insani ve vicdani yozlaşmanın psikolojik, sosyolojik, kültürel nedenleri araştırılıp incelene dursun, bu tablo bizi merhametten arınmış yüreklerle, adalet ibresi şaşmış vicdanlarla, taşlaşmış kalplerle yüz yüze getirmektedir. Nebevi uyarı: “Merhamet ancak kalbi katılaşmış, inançsız bedbahtların kalbinden kaldırılmıştır.” (Hakim, Müstedrek, no: Merhamet Merhemini Kullanmak...) İlahi uyarı: “Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya işte böyleleridir erdemliliğe erişmiş olanlar.” (Beled, 90/17-18) Bugün kalplerin pasını silmek, şiddet ve zulmün gönüllerde açtığı yaraları tedavi etmek için topyekün bir yürek terbiyesine ve merhamet seferberliğine ihtiyaç vardır. Geçmişin günahlarını bağışlatmak ve geleceği aydınlık kılmak için ilahi rahmet ve nebevi merhamet gerekli hepimize. Kur’an ve sünneti bir kez daha bu perspektiften okumaya koyulmalıyız. Kur’an-ı Kerim kalbin hastalıklarından bahsederken; kalp gözünün kör olmasına (Hac, 22/46), kalbin katılaşmasına (Bakara, 2/74), kilitlenmesine (Muhammed, 47/24), hastalanmasına (Bakara, 2/10) ve nihayet mühürlenmesine (Casiye, 45/23) dikkatlerimizi çeker. Bu manevi hastalıkların tedavisinde en etkili ilaç merhamet olacaktır.
Eşyayı dahi incitme!
Merhamet bütün ahlaki erdemleri mündemiç bir gönül serveti, insanlık sermayesidir. Ana kucağı gibidir merhamet, tüm ahlaki ve insani güzellikleri kuşatır. Merhamet sevmektir, paylaşmaktır, affetmektir, hoş görmektir. Ve “rakiku’l-kalb/yufka yürekli” olabilmektir. Yılanı deliğinden çıkaracak kadar tatlı bir dili, sevgi dilini iletişim dili yapabilmektir yeryüzünde. Ehl-i irfanın; “Eşyayı dahi incitme!” prensibini varlıkla ilişkimizin merkezine koyabilmektir merhamet. Evet sıradan bir acıma duygusu değildir o. Ancak başkasının acısına dokunamıyorsak ya da o acı bize değmiyorsa merhametten söz edebilir miyiz? Merhamet için aşk lazım. Yaratandan ötürü yaratılanı hoş görebilecek latif bir görüş lazım. Varlığı, Hakkın esma, efal, ve sıfatının tecelli aynasından seyreyleyip, O’nun hatırına hoş görüp sarmalayabilmek lazım. Merhamet dokunduğu yere hayat verir, toprağa, çiçeğe, hayvana ve şüphesiz insana.
Bana düşen ne/ne yapmalıyım
Girdiği yeri cennete çevirir. Tüm varlığa ama en çok insana yakışır. Kâinat kitabının tezhibidir merhamet. Hiçbir varlığı incitmemek ve hiçbir kimseden incinmemek bilgeliğine erebilmektir. Şair’in dediği gibi: “Cihan bağında ey akıl budur makbul-i ins ü cin/ e kimse senden incinsin ne de sen kimseden incin.” Merhamete hava kadar, su kadar, ekmek kadar muhtacız. Önce kendimizden başlamalıyız merhamet göstermeye. Gönlümüzü nefsani duygu ve şeytani vesveselerin işgalinden kurtarmalı, öfkeyi, kini, hasedi, intikamı, nefreti lügatimizden ve hayatımızdan çıkarmalıyız. Çocuklarımıza; vurup düşürmenin değil, tutup kaldırmanın, “bana ne” duyarsızlığı yerine “bana düşen ne/ne yapmalıyım” hassasiyetini göstermenin, çok güçlü, çok başarılı olmayı empoze yerine, çok merhametli olmayı öğretebilmenin eğitimiyle uğraşmalıyız. Erdemin ve başarının rekabet ve bencillikte değil, merhamet ve iyilikte gizli olduğunu bilmeli yavrularımız. Nebevi uyarı: “Yerdekilere merhamet eyleyin ki size de merhamet eylesin göktekiler.” (Ebu Davud, Edeb, 58)
Konulu Hadis Projesi:
MÜMİNİN en güçlü silahı Takva: Sevgili Peygamberimiz, genç sahabileriden Muâz b. Cebel’i Yemen’e vâlî olarak tayin etmişti. Arkadaşını uğurlarken bazı tavsiyelerde bulundu. Muâz bineğinin üstünde gidiyor, Allah Resûlü de onun yanında yürüyordu. Efendimiz, “Ey Muâz! Bu seneden sonra benimle karşılaşamayabilirsin, belki de ancak şu mescidime veya kabrime uğrarsın.” Deyince Muâz, Hz. Peygamber’den ayrılmanın üzüntüsüyle ağlamaya başladı. Allah Resûlü ise yüzünü Medine’ye doğru çevirerek şöyle buyurdu: İnsanların benim gözümde en üstün olanları, kim olurlarsa olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’a karşı sorumluluklarını en iyi bilenlerdir/takva sahibi olanlardır.” (İbn Hanbel, V, 236, no: 22402)
ESMA-İ HÜSNA
el-MÜZİLL: Sözlükte zelil eden, boyun eğdiren anlamına gelen “el-Müzill” ismi, Allah’ın sıfatı olarak zelil, hakir, değersiz, itibarsız, zayıf ve güçsüz yapan demektir. Yüce Allah, dostlarını aziz, düşmanlarını ise zelil eder. Bu itibarla iman ve itaat ile O’nun dostluğunu kazanmak gerekir. Nefsinin kötü arzularına, Şeytanın vesvesesine ve kötü insanların telkinlerine kapılarak günaha dalan, kul haklarını ihlal eden ve günahta ısrar edenleri yüce Allah dünya ve ahirette rezil ve zelil eder. “De ki; Allah’ım! (Ey) mülkün sahibi! Mülkü dilediğine verir, dilediğinden de alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini de zelil yaparsın, bütün hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Âl-i İmrân, 3/26).
Hazırlayan Doç. Dr. İsmail Karagöz
‘Ben oruçluyum’ diyebilmek...
Dr. Yaşar YİĞİT
MÜ’MİNLER için oldukça önemli kabul edilen ayların başında şüphesiz Ramazan gelir. Bu mübarek ayın rahmet, bereket, mağfiret ayı olduğuna gönülden inanıyoruz. Sahurları, iftar sofraları, teravihleri yanında diğer sosyal ve kültürel etkinlikleriyle Ramazan ayının İslâm âleminde ayrı bir yeri olduğu açıktır. Tabi bunlara ilaveten tutulan orucun daha farklı bir yeri vardır.
İslam dini, ferdin toplum içinde uyumlu, güvenilir ve hoşgörülü olmasını sağlamaya yönelik düzenlemeler getirdiği gibi onun yaratıcı ile olan bağlantısını daha derinden hissetmesine, devam ettirmesine ve geliştirmesine hizmet edecek düzenlemeler de getirmiştir. Bu düzenlemelerin bir parçasını da ibadetler teşkil etmektedir. Kanaatimizce oruç ibadeti de bunların başında gelir. Çünkü oruç tamamen duygu yüklü, kul-Yaratıcı arasındaki sevgi ve saygının doruğa ulaştığı bir ibadettir. Kul, oruçta Rabbi ile adeta baş başadır. Bu yönüyle oruç kalbi bir ibadettir. Bu nedenle Allah Teâlâ bir hadisi kudside “...İnsanoğlunun yaptığı herşey kendisi içindir. Oruç müstesna. O benim içindir ve onun mükafaatını ben vereceğim” buyurarak orucun bu özelliğine işaret etmiştir. Bu yönüyle oruç, riyanın en az karıştığı bir ibadet görünümündedir. Bilindiği gibi riya, İslâm’ın hiç de tasvip etmediği bir hastalıktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de kendisinden en çok bahsedilen ve yerine getirenlerin övüldüğü namaz ibadeti, riya karıştırılması durumunda yergi aracı olmuştur. “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da engel olurlar” ayetleri bu gerçeği dile getirmektedir.
Oruç, nefsin isteklerine iradi olarak uzak durma olması yönüyle bir irade eğitimine, açlık ve susuzluğun verdiği sıkıntıya dayanma yönüyle de sabır eğitimine dönüşmektedir. Kişinin yaşam sürecinde başarılı bir periyoda sahip olabilmesi şüphesiz irade eğitiminden geçmektedir. Bu noktada oruç, nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasında, ruhun arındırılıp yüceltilmesinde etkili olmaktadır. Toplumsal hayatta huzursuzluklara neden olan taşkınlıkların, büyük ölçüde insanın kontrolsüzlüğü, öfkesine hakim olamaması gibi unsurlar yatmaktadır. İşte oruç, bu bağlamda insanın kendisini kontrolüne katkı sağlayan önemli bir ibadettir. Bu özelliğinden dolayı Sevgili Peygamberimiz (a.s.) “Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu bir günde kötü söz söylemesin, kavga etmesin. O’na birisi sataşır veya küfrederse, ‘Ben oruçluyum’ desin” buyurmuştur. Bu hadisin de dile getirdiği gibi oruç, bilenler için gerçekten bir kalkandır. Bilinçli bir şekilde tutulan oruç, kişiyi kötülüklere karşı korur. Toplumsal barışın ve birlikteliğin sağlanmasında da oruç etkin rol oynamaktadır. Çünkü oruçlu kavgalara, kötü sözlere açık değildir. Onun sadece midesi değil aynı zamanda dili, eli, gönlü bütün uzuvları dünyada bu tür çirkinliklere karşı iftarı olmayan bir oruçtadır. Evet kısa vadede onun dilinin, iftarı güzel sözdür, gönlünün iftarı güzel duygulardır, elinin iftarı, hayır işlerde kullanmaktır, gözünün iftarı güzelliklere bakarak Yüce Rabbi’nin kudret ve kuvvetini anlamaktır. Aklın iftarı, millet ve insanlığa huzur verecek bilgi ve düşünceler üretmektir. Uzun vadede ise bu uzuvların iftarı, Yüce Rabbi’nin müjdesine erdiği andadır. İnancımıza göre asıl müjde ve iftarda bu olsa gerek. Orucun bu boyutu asla göz ardı edilmemelidir. İnsanların birbirleriyle iyi geçinme yerine birbirini yeme yarışında olduğu günümüzde bu tür moral değerlerin ve yönlendirmelerin sağlayacağı faydalar yabana atılamayacak güçtedir. Nice masum hayatların sönmesinin, kanların akıtılmasının, aile ve dostlukların yıkılmasının temelinde, hiçbir değeri olmayan söz ve kavgaların olduğunu görmekteyiz. Bu tür olayların, gerek fert ve gerekse toplumsal boyutta tamiri imkansız yaralar ortaya çıkardığı da bir gerçektir. İşte dar anlamda oruçlu geniş anlamda ise müslüman, kavga ve anlamsız sözlere kapalıdır, diğer bir ifadeyle o, Allah’ın rızası olmayan her türlü eyleme karşı iftarı olmayan bir oruçtadır. Onun kapısı adeta iftar sofrası gibi hep güzelliklere açılır. Maddi ve manevî yönden aç, susuz insanlar onda hayat bulur. O sofrada nasıl gayr-i meşrû yiyecek ve içeceklere yer yoksa, onun makroplanda dünyasında da, mikroplanda gönlünde de meşrû olmayan davranış ve eylemlere geçit yoktur.
Ramazan ayı, kötülüklerin asgari seviyeye düştüğü bir aydır. İstatistiklere bakıldığında bazı suçların bu ayda azaldığı görülür. Bu noktada Resûlullah’ın (s.a.s) “Ramazan geldiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar da zincire vurulur” sözünün ne derece anlam yüklü olduğu görülecektir. Ancak açılan cennet kapıları kapatılır, kapatılan cehennem kapıları açılır ve zincire vurulan şeytanların bağı çözülürse, doğal olarak bu rahmet ayından yeteri kadar istifade edilemez.
Oruç, aynı zamanda sabır ibadetidir. Zorluklara, güçlüklere şehevi baskılara karşı sabredemeyen kişiler böyle bir ibadeti yapmakta zorlanır ya da hiç yapmaz. Bu sabrı gösterenlerin mükafaatı hem bu dünyada hem de ahirette elbette büyüktür. Nitekim Peygamber (s.a.s.), “Bir kimse Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah bu tutulan oruç sebebiyle o kimsenin yüzünü cehennem ateşinden yetmiş sene sürecek mesafelik yere uzaklaştırır” sözüyle bu sabrın mükafatını en güzel şekilde dile getirmektedir. Ayrıca “...Oruçlu için birisi iftar ettiği vakit, diğeri de Rabbi ile karşılaştığı vakit olmak üzere iki sevinç vardır”