Oluşturulma Tarihi: Eylül 15, 2001 00:00
PROF. Dr. Rona Aybay'dan dün aldığım ve dünkü yazımda sözünü ettiğim Montrö Anlaşması'na değinen faksı özetliyorum: ‘‘14 Eylül tarihli ‘‘Ve Boğazlarda Beklenen Facia’’ başlıklı yazınız konusunda önce şunu belirteyim. Dikkat çektiğiniz, İstanbul Boğazı'ndan geçmekte olan petrol yüklü bir tankere teröristlerce yapılabilecek bir roket saldırısı, gerçekten çok büyük tehlikedir. Hele bazen aynı anda birden çok tankerin Boğaz'dan geçtiği ve çağımızın silahlarıyla bir tankeri yakın mesafeden vurmanın son derece kolay bir iş olduğu da dikate alınırsa, durumun vahameti iyice anlaşılır. Böyle bir saldırının gerçekleşmesi, İstanbul'un büyük bir depremde karşılaşacağı felakete benzer sonuçlar doğurur. Daha önce üzerinde durulmadığını sandığım bu konuya dikkat çekmeniz çok yerinde olmuştur. Bugüne kadar İstanbul Boğazı'nda terörist bir saldırı olmamışsa da, Rumen tankeri İndependenta kazası ve benzerlerinde şans yardım etti ve felaketin eşiğinden dönüldü. Bu kazaların birkaç yüz metre ötede olması, ya da o gün rüzgár yönünün ve hızının başka olması durumunda neler olabileceğini düşünmek bile insanı dehşete düşürüyor. Bu vesileyle değindiğiniz Montrö Sözleşmesi'ne gelince: Saptamanız doğrudur. 1936 yılında imzalanan sözleşmeden bu yana Türk boğazlarından geçen gemilerin sayısı çok artmış, boyutları büyümüştür. Ayrıca yüklerin niteliği de değişmiş, çeşitli petrol ürünleri, hatta nükleer yük taşıyan gemiler Türk boğazlarından geçmeye başlamıştır. Ancak bu durum karşısında Montrö Sözleşmesi'nin değiştirilmesi istemiyle ortaya çıkmanın, Türkiye'nin çıkarları açısından ne getirip ne götüreceği çok iyi hesaplanmalıdır. Bu sözleşmenin getirdiği kendine özgü geçiş rejimi çok ince dengelere dayanmaktadır ve Prof. Dr. Gündüz Aybay'ın ‘‘Türk Boğazları-Son Gelişmeler Üstüne Bir Deneme’’ isimli kitabında açıkça vurgulanmıştır. Montrö Sözleşmesi, Türk boğazları bölgesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliğini dünyaya kabul ettirmiştir. Ticari gemilerin geçişine tanınan serbestliğe karşın, savaş gemilerinin geçişi konusunda Türkiye'nin yetkileri, savaş zamanında Türkiye'ye geçişleri denetleme ve kısıtlama konusunda sağladığı olanaklar, büyük değer taşımaktadır. Uluslararası ilişkilerin bugünkü durumu ve Türkiye'nin uluslararası forumlarda en haklı davalarını bile kabul ettirmekte karşılaştığı güçlükler hatırlanırsa, Montrö Sözleşmesi'nin değiştirilmesi konusunun Türkiye tarafından dile getirilmemesi gerekir. Bunun müzakereye açılması düşüncesi bile, dünyanın bugünkü durumunda Türkiye için sakıncalıdır. Peki bunca tehlike karşısında, hálá ticari gemilere Türk boğazlarından geçiş özgürlüğü tanınacak mıdır? Bu soruya ilke olarak ‘‘Hayır’’ demek mümkün değildir... Çünkü bir anlaşmayı onaylamakla, devletin uluslararası hukuk alanında belli yükümlülükler altına girdiği kabul edilir. Ama benim kanıma göre, bu yükümlülükler, devletin kendince haklı nedenlerle, kendi anayasal sistemi içerisinde o yükümlülüklere aykırı düzenlemeler yapabilme iktidarını ortadan kaldırmış olmaz. Kaldı ki, her hukuk kuralı gibi anlaşmaların da ‘‘makul’’ ve ‘‘gerçekçi’’ sonuçlar verecek biçimde anlaşılıp yorumlanması gerekir. Bir uluslararası anlaşmanın belli hükümleri, zamanla ortaya çıkan yeni koşullara uymaz duruma gelebilir. O takdirde doğal olan yol, o anlaşmayı kendi içinde öngörülmüş yöntemlere başvurarak değiştirmektir. Ancak bu doğal yolu işletmek, pratikte her zaman mümkün olmayabilir. Özellikle çok taraflı anlaşmalar bakımından bu güçlükle karşılaşmak söz konusudur.’’Prof. Dr. Rona Aybay, bu işin uzmanı. Yazdıklarından anlaşılıyor ki, Montrö Anlaşması'nı Türkiye'nin çıkarları doğrultusunda günümüzün koşullarına göre değiştirmek çok zor. O halde Boğaz'dan sürüyle geçen tankerlere kazasız belasız, terör saldırısına uğramadan hayırlı yolculuk dileyelim ve ‘‘kaderimizi’’ bekleyelim. Elimizden daha fazlası gelmiyor.***Dinci teröristler tarafından öldürülen Atatürkçü yurtsever Ahmet Taner Kışlalı'nın kızı Dolunay Uluç'tan dün aldığım faksı özetliyorum:‘‘Babasını İran kaynaklı dinci teröre kurban vermiş bir şehit çocuğuyum. Türkiye'deki on binlerce terör kurbanı aileden birinin ferdiyim. Hükümet ve Dışişleri Bakanı Cem, teröre destek veren ülkelere karşı alınması gereken tavırdan söz ediyorlar. Ancak ben, bunların İran'a karşı aldığı tavrı anlayabilmiş değilim. Gaffar Okkan, İran kaynaklı dinciler tarafından öldürülmüştü ve Sayın Cem, birkaç gün sonra İran'a resmi ziyarette bulundu!Sizden rica ediyorum, Türkiye'de on binlerce ana, baba, evlat ve kardeşin, teröre kurban verdiklerinin ardından henüz ağlamakta olduğunu Sayın Cem'e hatırlatınız. ABD'deki teröre destek veren ülkelere karşı tavır alanların, İran'a karşı -ülkemizde yeni terör kurbanları olmaması için- aldıkları tavrın ne olduğunu, intikam için değil, İran güdümlü terörü durdurmak için neler yaptıklarını sorunuz. Babamın öldürüldüğü günden beri bu soruları, İranlı mollalara karşı aldıkları tavrı, hükümete soruyorum. Ama hiçbir yanıt alamıyorum. Mollaların besleyip üzerimize saldıkları teröristlerin eylemleri ise devam ediyor.Teröriste sadece ABD için değil, kendimiz için de tavır alma iradesine sahip olacak bir hükümet bekliyorum. Şehitlerimiz Türkiye için öldüler. Siyasilerden, bunun bilincinde olmalarını istemek en doğal hakkımız değil mi?..’’Ben Dolunay Uluç'un yazdıklarına bir de ‘‘Suriye dostluğumuzu’’ eklesem, ‘‘Geçmişi nasıl bu kadar çabuk unuttuk’’ desem, acaba yanlış olur mu?
button