Oluşturulma Tarihi: Kasım 10, 2000 00:00
MEKE Kasım güneÅŸi batmakta önümüzde, ardımızda Meke; yollardayız yine, bu sefer kafamız karmakarışık. Meke'ye gideceÄŸimizi biliyorduk ama nereden döndüğümüzü hiçbirimiz bilmiyoruz. Arabadaki tek ses "Ezginin Günlüğü" ve sollarken iÅŸitilen sinyal ışığının sesi. Biz, bir yerlerden dönüyoruz ama... neyse... Sadece; "iyi geceler" diliyorum içimden, o da yorgun düşmüş güneÅŸe: "üstünü örtmeyi unutma, bugün için teÅŸekkürler". Meke geleneksel bir Fiji dansının da adıymış; bizim "Meke" volkanın oÄŸludur. BeÅŸiÄŸini sonradan Nuh'a vermiÅŸ Anadolu'da; Konya'nın güneyinde, Karapınar bölgesinde bir krater gölüdür. Kamyonlar gelir geçer önünden onlarca yıldır. Göçmen kuÅŸlar iyi bilir Meke'yi, bir de kuÅŸ göçmenler. Aptal gibi dolaşırsınız Meke'nin etrafını. ÇaresizliÄŸiniz, doÄŸanın muhteÅŸemliÄŸi karşısında özür dilemek gelir içinizden, bilemediÄŸiniz birilerinden. Abdal olmak istersiniz. Kapkara kayaları, kapkara taÅŸları oluÅŸturmuÅŸtur volkanik küller; dururlar bayram, seyran bilmeden, milyonlarca yıldır gölün etrafında. Lavları, kıyameti görür gibi olursunuz kara taÅŸları elinize aldığınızda. Sırt çantanıza atarsınız tekini; kara bir köpek size bakar, bir de taÅŸ olmuÅŸ sessiz tanıklar. Bir özür de geride kalanlardan dilersiniz. Yakınplan çektiÄŸinizde ne olduÄŸu çözülemeyecek dimdik kayalarla çevrilidir Meke gölü. Kelime anlamını dönüşte öğrendiÄŸim trakit tepelerde çok muntazam, kare ÅŸeklinde oyulmuÅŸ pencereyi görünce Tommiks'deki gibi "vay canına" dersiniz farkına varmadan. Ä°lk defa denebilecek bir "oÄŸlum, sen aptalsın" lafı o kadar koymaz size aÄŸzınız açık, boynunuz tutuk yukarılara bakarken. Acaba o ulaşılamaz yükseklikteki pencereyi kim, nasıl oydu diye düşünürken, gözünüz elinizdeki, salatalık soyarken kestiÄŸiniz yara bandına takılır. Acayip bir yerdir Meke, tüm diÄŸer acaip yerler gibi. Aslında, özgeçmiÅŸini, yaÅŸadıkları bilemeden ayrılırsınız oradan. Sırlara yakın benzinlikte "ÅŸu termosa bir çay koyar mısın?" dersiniz, dünyanın en yüksek yerini "KaracadaÄŸ" bilen Mustafa'ya. Mustafa bize, Kar Leoparları'nın dahi bilmediÄŸi Karapınar ovasındaki Obruk Yayla'sını ve Obruk'larını anlattı. Bir de "Efsane"yi anlattı: Evvel zaman içinde, çamaşır yıkayan kadından su isteyen yaÅŸlı dedeye; "su yok!" diyen kadının Meke Gölü'nün tam göbeÄŸindeki garip tepeye dönüşmesini anlattı. Zaten, gölün tam ortasındaki o dipdiri tepeyi, yatan bir kadının göğsüne benzetmiÅŸtim. Mehmet Çuhadar; Süha ve Cengiz'e anlatmış, bir köylünün nasıl sürdüğü tarlanın yerinde ertesi gün göl, yani obruk bulduÄŸunu. Obruklar düz ovada birden karşınıza çıkan içi su dolu çöküntüler ve yayladaki obruklar birbirlerinde yer altından nehirlerle baÄŸlı. Evlerinin altından ÅŸakır ÅŸakır akarsu sesleri gelen köylülerin hikayelerini de anlattılar. Kafam karmaşık... Önünden, dönüp de bakmadan yüklü kamyonlar geçen bu yer nasıl yer? Meke, ÅŸimdilik eyvallah. Mutlaka geleceÄŸim, hem de Kapadokya'laÅŸtırılmadan; kayalardaki kare pencereden yüzsüz suratlar bakmadan geleceÄŸim. Bu kadar bekledin; a'cık daha bekle, n'olur... Yalçın ERGÄ°R - 10 Kasım 2000, Cuma Â
button