Mehmet Akif ve soyun önemsizliği

Güncelleme Tarihi:

Mehmet Akif ve soyun önemsizliği
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 16, 2011 00:00

Haberin Devamı

İstiklal Marşı’nın şairi olarak Mehmet Âkif Ersoy, son dönem Osmanlı ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin önde gelen aydınlarından biri olarak öne çıkar. Şiirlerinin yanı sıra, toplumbilim yazıları ve Kuran’ı Kerim üzerine çalışmalarıyla pek çok ismi etkilemiştir.

MEHMET Âkif Ersoy, “Kuran’ı Kerim’den Ayetler” adlı eserinde, Hucurat Suresi’nin “Ey insanlar, bilmiş olunuz ki, biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık; sonra, tanışabilmeniz için her birinizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah’tan en ziyade korkanınız kim ise işte Allah yanında en büyüğünüz odur; Allah sizin içinizi, dışınızı bilir” ayetinin tefsirine de yer verir. Mehmet Âkif, ayete getirdiği yorumda, soy/ sop durumlarının ve etnik kökenin önemsizliğini vurgular; ailevi kimliklerin bir üstünlük/ övünme nedeni olamayacağını savunur. Mehmet Âkif Ersoy’un tefsiri özetle şöyledir:
Hummadan yatan köle
Beş vakit namazını Aleyhisselâtü vesselam Efendimizin arkasında kılar, bu tertibi hiç bozmaz bir siyah köle varmış. Günün birinde Efendimiz bu köleyi mescide göremeyerek, nerede olduğunu sor­muş. “Hummadan yatıyor” cevabını alınca, yoklamak için yanına kadar gitmiş.
Aradan üç gün geçtikten sonra Resulü Muhterem Efendimiz Hazretleri kölenin halini sordurup son nefese geldiğini öğrenince tekrar bulunduğu eve uğramış. Hastanın vefatını müteakip cenazesini kendileri yıkamış, kendileri defin buyurmuş. Gerek muhacirin, gerek ansar bu vak’ayı pek büyük bir şey olarak telâkki etmişler. İşte onun üzerine Sure-i Hucurat’a mensup olan bu Ayet-i kerime nazil olmuş.
Övünmek için değil
Erkek ile kadından maksat Adem ile Havva’dır. Herkesin doğrudan doğruya ‘Kendi anası, babasıdır’ diyen müfessirler de vardır... Ayet-i kerime sarahaten gösteriyor ki: İnsanların asıllara, kabi­lelere ayrılması, nesepleri yekdiğerine karışmamak, her şahsın hü­viyeti malum olmak içindir; yoksa babalarla, dedelerle tefahür için (övünmek için) değildir! Hasebin, nesebin (soyun) hiç bir kıymeti olmadığını bildiren hadisler pek çoktur. Haccetül vedadaki ihtar-ı Peygamberi, ümmetin kıyamete kadar hatırından çıkmamalıdır. ‘Allahtan en ziyade korkanınız kimse, işte Allah yanında en büyüğünüz, en iyiniz odur’ tebliği ilahisi Kuran’da; bunu tefsir eden hadisi şeriflerin birçoğu meydanda iken hala tanınmış bir ada­mın ahfadından olmayı övünç vesilesi bilenler var!
Peygamber
sülalesinden olsa dahi
Ulemayı İslamiyenin en büyüklerinden olan Kınalızade Ali Efendi merhum diyor ki: “İnsan, hatta Peygamber sülalesinden olsa, asalet davasıyla meydanı tefahüre atılmamalıdır. Zira bu davayı is­pat edebildiği takdirde bir şey kazanamayacak; çünkü bütün şan ve şeref, ceddi muhteremine ait olup kendisi yabancı mevkiinde kala­cak. Asaletini ispat edemediği surette ise fazla olarak bir de ya­lancılık reziletini yüklenecek.”

Haberin Devamı

Din İşleri Yüksek Kurulu kararlarından

Haberin Devamı

KURAN’I Kerim’in meali: Herhangi bir sözün ya da Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyetinin başka bir dile tam manasıyla aktarılması mümkün değildir. Bu nedenle Kur’an-ı Kerîm’in diğer dillere aktarılması faaliyetlerine “tercüme” değil “meâl” ismi verilmiştir. Meâl, asıl metnin tam olarak aynı değildir. Mütercimin âyetten anladığının o dildeki ifadesidir. Meâl çalışmasının kalitesi, mütercimlerin Arap dili yanında Türkçemize vukufiyeti ve alanında uzman olmasıyla da doğru orantılıdır. Farklı meâllerin ortaya çıkmasının temel nedenlerinden biri, müelliflerin farklı yetkinliklerde olmasıdır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de geçen bir kısım kelimeler birden çok manaya gelebildiği için farklı meâllerin ortaya çıkması da tabiidir. Doğru olmayan şey, zorlama ya da gerçeğe aykırı yorumlarla asıl manadan uzaklaşarak şahsi yorumlara yer vermektir.

KONULU HADiS PROJESi

Haberin Devamı

Anne şefkati cehennemden korur...

HZ. ÂİŞE (ra) anlatıyor: “Yanında iki kız evlâdı olan bir kadın, bir şeyler istemek için gelmişti. Yanımda (ona verecek) bir hurmadan başka bir şey yoktu. Hurmayı ona verdim.  Kadın hurmayı iki kızına bölüştürdü ancak kendisi hiç yemedi. Sonra kalktı ve çıktı. Ardından Hz. Peygamber (sav) yanımıza geldi. Olanları ona anlattım. Bunun üzerine O (sav) şöyle dedi: ‘Her kim şu kız çocukları sebebiyle bir konuda imtihana çekilirse, bu kızlar onun için cehennem ateşine siper olur.’” (Buhârî, Zekât, 10, no: 1418)

ESMA-İ HÜSNA

er-REZZÂK: “Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (Zariyat, 51/58)
Rızık veren anlamındaki “er-Râzık” kelimesinin mübalağalı şekli olan“er-Rezzâk” çok rızık veren demektir. “Rızık”; Allah’ın canlı varlıklara, hayatlarını sürdürebilmeleri için kâinatta var ettiği şeylerdir. Bunlar; temiz hava, güneş, su ve gıda maddeleridir. Bütün hayvanların, insanların, cinlerin ve diğer canlıların muhtaç olduğu rızkları var eden Allah’tır. Bir yaratığın rızık elde etmesine vasıta ve sebep olan insana da “râzık” (rızık veren) denir, ancak bu mecazi anlamdadır. Gerçek anlamda rızık veren sadece Allah’tır. İlim, şeref, makam gibi manevî nimetler de birer rızktır. Kur’an-ı Kerim’de onlarca ayette Allah’ın bu sıfatına dikkatimiz çekilmektedir: “Gerçekten Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Hac, 22/58) “Allah rızıkta kiminizi kiminizden üstün kılmıştır.” (Nahl, 16/71) “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hûd, 11/6) “Allah, besleyen, fakat kendisi beslenmeyendir.” (En’âm, 6/14)  “Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcımı var?” (Fatır, 35/3) Rızkı, mal, mülk ve serveti O’ndan istemeliyiz. Çünkü O dilediğine hesapsız derecede rızık verir. Sözlü istek ile yetinmemeli, O’nun kitabına ve Peygamberinin sünnetine uygun olarak çalışmalıyız.  O’nun verdiği rızıktan O’nun kullarını da yararlandırmalıyız.

Haberin Devamı

Peygamberler şehri Şanlıurfa’da ramazan
A.A
TÜR-KİYE’de inanç turizminin önemli merkezlerinden, birçok peygamberin yaşadığı rivayet edilen, bu nedenle “Peygamberler Şehri” olarak anılan Şanlıurfa’da ramazan daha bir farklı yaşanıyor. İftardan sonra vatandaşlar, kentte her dönem en çok ziyaret edilen yerlerin başında gelen, Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yer olarak rivayet edilen tarihi Balıklıgöl’ü ziyaret ediyor. Balıklıgöl yerleşkesinin yanı sıra Hz. Eyyüp Peygamber’in hastalığında çile çektiği ve suyuyla hastalıktan şifa bulduğu kuyunun bulunduğu rivayet edilen mağaranın yer aldığı mekanı ziyaret eden vatandaşlar, yatsı ezanının okunmasının ardından buradaki camilerde teravih namazı kılıyor.
Balıklıgöl’e nazır namaz
Vatandaşlar teravihte daha çok Balıklıgöl’deki camiler ve Eyyüp Peygamber Camisi ile “hatimle teravih namazı”nın kılındığı Anadolu’nun en eski camilerinden biri olan Ulu Cami’yi tercih ediyor. Teravihte Halilürrahman Gölü’nün kuzey kenarında bulunan Rızvaniye Camisi’ni tercih eden vatandaşlar ise namazlarını Balıklıgöl’e nazır kılıyor. Teravih namazından sonra da canlılığın hız kesmediği kentte bazı vatandaşlar tarihi Urfa Kalesi’nin eteklerindeki doğal mağaralar ve çevrelerinde oluşturulan kafelerde “menengiç kahvesi” ve “mırra” (acı kahve) içerek günün yorgunluğunu atmaya çalışıyor.

Haberin Devamı

DiN VE SAMiMiYET
Mehmet KESKİN

SAMİMİYET, insanın içiyle dışının, özüyle sözünün bir olması demektir. İçimizi, dışımızı en iyi bilen Yüce Allah, söylediğimiz her sözde, yaptığımız her işte sadece kendisinin hoşnutluğunu hedefleyerek samimi ve ihlaslı olmamızı ister. (Zümer, 39/2) Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) de dini serapa samimiyet olarak tanımlamıştır. (Buhâri, İman, 40)
Hayat yolunda samimiyetle yürüyen ve yaptığı iyiliklerle sırf Allah’ın hoşnutluğunu hedefleyen ihlaslı bir insan, iyiliklerinin karşılığını bu dünyada veya ahirette mutlaka görür. Konumuzla ilgili olarak Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) in anlatmış olduğu bir olay çok ilgi çekici ve ibret vericidir:
İslam öncesi çağlarda üç arkadaş yolculuğa çıkarlar. Gecelemek için girdikleri mağaranın girişine dağdan yuvarlanıp gelen büyük bir kaya parçası girişi kapatır. Paniğe kapılan bu arkadaşlar, “Herkes hayatında samimiyetle Allah rızası için yapmış olduğu bir iyiliği anlatıp dua etsin” der ve böylece Allah’ın kendilerini bu sıkıntıdan kurtaracağını ümit ederler.
İçlerinden birisi, anne ve babasına çok iyi davrandığını, yiyecek ve içeceklerini kendi eliyle onlara yedirip içirdiğini, kendi çocuklarından önce onlarla ilgilendiğini anlatır. Sonra da “Allahım! Eğer bu işi senin rızan için yapmışsam içinde bulunduğumuz bu sıkıntıyı üzerimizden kaldır” diye dua eder. Onun böyle demesinden sonra mağaranın girişi biraz açılır ama dışarı çıkmalarına yetmez. İkincisi bir kıtlık zamanı zenginliğini kullanarak muhtaç durumdaki amcası kızını tam elde edip onunla gayrı meşru ilişkide bulunacakken sırf Allah’tan korktuğu için bu günahı işlemekten vazgeçtiğini, ayrıca ihtiyaçlarını karşılaması için ona mali yardımda bulunduğunu anlatır. Sonra da “Allahım, eğer bu işi sırf senin rızanı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz bu sıkıntıyı üzerimizden kaldır” diye dua eder. Onun böyle demesinden sonra mağaranın girişi biraz daha açılır ama yine de dışarı çıkmalarına yetmez.
Üçüncü şahıs da bir zamanlar yanında çalıştırdığı işçilerden birinin, ücretini almadan çekip gittiğini, onun ücretini nemalandırdığını, işçinin bir müddet sonra gelip ücretini istediğini ve ücretini bütün nemasıyla birlikte kendisine verdiğini anlatır. Sonra da “Allahım, eğer bu işi sırf senin rızanı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz bu sıkıntıyı üzerimizden kaldır” diye dua eder. Onun böyle demesinden sonra mağaranın girişi tamamıyla açılır ve çıkıp giderler.” (Buhari, Büyû, 98)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) in bu ibretâmiz olayı anlatmış olması, müminlerin yaptıkları işleri Allah için samimiyetle yapmaları gerektiğine dair bir uyarıdır. İmanda, amelde ve ahlakî davranışlarımızda samimiyet olmalıdır. İmanımız taklitten, amelimiz gösterişten ve ahlakî davranışlarımız da yapmacıklıktan uzak olmalıdır. Bunun içindir ki İslam dini ihlâsı, Müslümanların ibadet ve davranışlarının Allah katındaki temel değerlendirme ölçütü olarak benimsemiştir. Samimiyetin zıddı olan aldatma, kandırma, ikiyüzlülük gibi davranışlar, İslam ahlâkıyla asla bağdaşmazlar. Bu bakımdan samimiyet ve ihlâs, Müslümanlığın özünü oluşturmaktadır. Samimi olmayan iman, ibadet ve amellerin Allah katında hiçbir değeri olmaz.
“Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” (Beyyine, 98/5)
İhlâs ve samimiyet çizgisinden kayıp hata ve isyana düştüğümüzde bilinçli hareket ederek, kendimizi kontrol etmeli, sorumluluğumuzu bilmeli, işlemiş olduğumuz günahlardan pişmanlık duyup dönmeliyiz. İnsanın kurtuluşunun ihlâs ve samimiyette olduğunu ifade eden İmam Gazali şöyle bir hadiseden bahseder:
“Kadın kılığında dolaşan, düğün ve matem gibi, kadınların toplu bulundukları yerlere aynı kılıkla giden bir adam vardı. Günün birinde yine kadınların toplu bulundukları bir yere gitti. Derken orada bulunanlardan birinin incisi çalındı. “Kapıları kilitleyin, arama yapacağız!” diye bir duyuru yapıldı ve orada bulunanları birer birer aramadan geçirmeye başladılar. Sıra o adamdan bir önceki kadına gelmişti. İhlasla Allah’a yalvararak; “Allahım! Eğer bu rezaletten kurtulursam bir daha böyle bir işe girişmeyeceğim” dedi. Bunu der demez, “İnciyi bulduk, kadını serbest bırakın!” diye seslendiler.” (Gazalî, İhyâ-ı Ulûmü’d-Din, 4/399) Sonuç olarak yaptığımız her şeyin hesap gününde Allah’a arz edileceği bilinciyle, Allah ve resulünün buyruklarına muhalefet etmekten ve kendimizi aldatmaktan uzak durup işlerimizi samimiyetle Allah için yapmalıyız. Hatalarımızı telafi etmek için daha fazla iyilik ve güzellikler işlemeliyiz. İhlâs ve samimiyetimizi yaşantımızın her anına yansıtmalıyız.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!