Oluşturulma Tarihi: Kasım 04, 2001 00:00
Tam iki asırdan beri sadece Türkiye'de değil bütün dünyada yapılan çok önemli bir tarihi hata, genç bir tarihçinin Osmanlı Arşivleri'nde yeni bulduğu belgelere dayanarak yayınladığı bir araştırması sayesinde ancak bu hafta düzeltilebildi. Arşiv belgeleri, İkinci Mahmud'un hayatı romanlara, makalelere ve ‘‘Gözde’’ gibi filimlere konu olan ve aslında Aimee du Buc de Rivery adında soylu bir Fransız olduğu zannedilen annesi Nakşıdil Valide Sultan'ın Fransızlıkla ilgisinin bulunmadığını gösteriyor ve gerçek hayatını ortaya çıkartıyor.Sadece Türkiye'nin değil, bütün dünyanın iki asır boyunca yaptığı bizimle ilgili büyük bir tarihi hata, genç bir tarihçinin Osmanlı Arşivleri'nde seneler boyu devam eden araştırması sayesinde, ancak bu hafta düzeltilebildi.İki asırlık hata, İkinci Mahmud'un hayatı filimlere, TV dizilerine, tiyatro eserlerine, 174 adet romana ve makalelere konu olan annesi Nakşıdil Valide Sultan ile ilgiliydi. Nakşıdil'in aslında Aimée du Buc de Rivery adında soylu bir Fransız ve Fransa İmparatoru Napoleon'un karısı İmparatoriçe Josephine'nin kuzeni olduğuna inanılıyor, 1784'te Martinik Adası'ndan Fransa'ya giderken kaçırıldığı, İstanbul sarayına takdim edildiği ve zamanın hükümdarı Birinci Abdülhamid'den İkinci Mahmud'u dünyaya getirdiği söyleniyordu.İddiaların arkasından siyasi yorumlar başladı: Osmanlı tarihindeki en köklü reformları yapan İkinci Mahmud'un reformlarının gerisinde güya aslen Fransız olan annesi Aimée yani Nakşıdil vardı ve reformların ilhamını oğluna o vermişti. Hatta aynı yolda canından olan Üçüncü Selim bile yenileşme fikirlerini yengesi Nakşıdil'den almıştı.19. asrın ilk çeyreğinden itibaren Valide Sultan hakkında birbirinden dramatik hikáyeler uyduruldu, senaryolar yazıldı ve Nakşıdil bir zaman sonra romanlara, derken filimlere konu oldu. O zamanın imparatoriçelik makamı demek olan valide sultanlığa kadar yükseldiği halde Müslümanlığı hiçbir zaman kabul etmediği ve Katolik kaldığı iddia ediliyordu. Hatta daha da ileri gidildi ve ölüm döşeğindeyken oğlu İkinci Mahmud'dan kendisine bir papaz getirtmesini istediği ve hayata papaza günah çıkarttıktan sonra veda ettiği bile söylendi.İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü'nün mensubu genç tarihçi Dr. Fikret Sarıcaoğlu'nun Marmara Üniversitesi'nin çıkarttığı ‘‘Türklük Araştırmaları Dergisi’’nde bu hafta yayınlanan ‘‘Nakşıdil Valide Sultan’’ başlıklı araştırması, Abdülhamid'in ‘‘yedi numaralı kadını’’ ve İkinci Mahmud'un annesi Nakşıdil'in Fransa ile uzaktan yakından bir alákasının bulunmadığını ortaya koyuyor. Tam iki asırlık hatayı düzelten ve Nakşıdil'in Fransızlıkla alákasının bulunmadığını gösteren kanıtlar, yandaki sütunda...Fransız bakan, ‘Devam edin, devam edin, bu palavra çok işimize yarıyor’ demiştiNakşıdil'in Birinci Abdülhamid'den İkinci Mahmud dışında bir erkek çocuğu olmadığı zannedilirdi. Dr. Sarıcaoğlu'nun Osmanlı Arşivleri'nde bulduğu bir belgede Valide Sultan'ın Mahmud'dan önce 1783'ün 27 Ekim'inde Murad adında bir başka şehzade dünyaya getirdiği görülüyor ve Aimée'nin yani Nakşıdil'in korsanlarca esir alındığının iddia edildiği tarihten bir yıl önceki bu doğum, kaçırılma iddialarını çürütüyor. Nakşıdil 27 Kasım 1786'da Saliha adı verilen bir de kız çocuğu doğuruyor ve kocası Sultan Birinci Abdülhamid, birkaç günlük kızına bizzat bir sütnine bulmaya çalışıyor. Hükümdarın sütninede aradığı tek bir şart var: Kadının Gürcü veya Çerkes olması, yani Nakşıdil'le ‘‘benzer’’ kan taşıması.İddiaları çürüten bir diğer belge, o dönemde İstanbul'daki İsveç elçiliğinin tercümanlığını yapan d'Ohsson'un Nakşıdil hakkında yazdıkları... Çok önemli bir Osmanlı tarihin de kaleme almış olan d'Ohsson, Nakşıdil'in saraya kaçırılarak getirilmediğini, Birinci Abdülhamid'e kızkardeşi Esma Sultan tarafından hediye edildiğini yazıyor.Fransız İmparatoriçesi Josephine'in kuzeni ‘‘gerçek’’ Aimée du Buc de Rivery, bir başka belgeye göre 1788'in 28 Temmuz'unda Fransa'nın Nantes şehrinde yapılan bir nikáha şahit olarak katılıyor ve nikáh defterini imzalıyor. Dolayısıyla, Birinci Abdülhamid zamanında Osmanlı sarayında bulunmasına imkán kalmıyor.Padişahın annesinin Fransız olduğu yolundaki iddiaların, o devirde en çok Fransa'nın işine yaradığı görülüyor. Paris'ten İstanbul'daki Fransız elçisine gönderilen bir talimatta Nakşıdil ile ilgili söylentilere dikkat çekilirken ‘‘Bunun gerçek olmasına imkán yoktur ama bizim işimize yaramaktadır. Masalın devam etmesine gayret edin, zira bu söylentiler çıkarlarımız açısından faydalıdır’’ deniyor.Nakşıdil'in Fransız oluşunun sadece oğlu İkinci Mahmud'u değil, ondan önce padişahlık etmiş bulunan Üçüncü Selim'i de etkilediği ve Üçüncü Selim'in öncülük ettiği reform çabalarının gerisinde Nakşıdil'in bulunduğu zannedilmişti. Dr. Sarıcaoğlu'nun Osmanlı Arşivleri'nde bulduğu bir başka belgede ise, Nakşıdil'in Üçüncü Selim zamanında sanıldığının aksine hiçbir gücünün olmadığı, hatta Topkapı Sarayı'nda kalmasına bile izin verilmediği görülüyor. Belgeye göre Nakşıdil, Bayezid'de bugün yerinde yeller esen ‘‘Eski Saray’’da sıkıntı içerisinde bir ömür sürüyor ve ancak üvey oğlu Dördüncü Mustafa'nın ve öz çocuğu İkinci Mahmud'un tahta çıkmasıyla rahata kavuşuyor.Dr. Fikret Sarıcaoğlu'nun Nakşıdil Valide Sultan'la ilgili olarak Osmanlı Arşivleri'nde bulduğu ve bugüne kadar farkedilmeyen en önemli kayıt ise, Nakşıdil'in ölüm ve cenaze merasimi evrakı...
Beşiktaş Sarayı'nda 1817'nin 6 Eylül'ünde 56 yaşındayken veremden vefat eden Nakşıdil'in cenaze namazını zamanın şeyhülislámı Çelebizade Seyyid Mehmed Efendi kıldırıyor ve Valide Sultan, Fatih'teki türbeye büyük bir merasimle defnediliyor. Yani cenazesinde daha önceden iddia edildiğinin aksine papazlar değil, şeyhülislám ve devletin en üst protokolü bulunuyor.TARİHİN ARKA ODASITekstil kotası işte böyle delinirTürkiye tekstil kotasının arttırılması için Washington’da yıllardan beri çabagösterirken, bir Türk hanım profesör kotayı eseriyle deldi.Amerikan Tekstil Birliği, Prof. Dr. Nurhan Atasoy’un ‘Otağ-ı Humáyun’ isimli eserini yılın kitabı seçti.Prof. Dr. Nurhan Atasoy, Türkiye'de sanat tarihçiliğinin duayenlerindendir. Çok sayıda yayını vardır, bir hayli talebe yetiştirmiştir ve talebelerinin bazıları bugün profesörlük yapmaktadır.Daha önceleri de epey eser yayınlamış olan Nurhan Hanım, son iki senede peşpeşe başka kitaplar çıkardı. Bunlar, üzerinde senelerden beri çalıştığı konulardı ve sahalarında tek kaynaktılar. ‘‘Derviş Çeyizi’’ isimli eserinde geleneksel tarikat giysilerini ve eşyalarını inceliyor, Üçüncü Murad'ın 1552'de oğlu Şehzade Mehmed için yaptırdığı ve 52 gün 52 gece devam eden sünnet düğünüyle ilgili minyatürlerin yeraldığı ‘‘Surnáme-i Humáyun’’da o devrin sanatını ve günlük hayatını ele alıyor, ‘‘Otağ-ı Humayun’’da ise Osmanlı çadırlarının tarihini anlatıyordu.Bunlar, baskısı son derece masraf gerektiren kitaplardı. Minyatürlerin ve resimlerin anlaşılabilmeleri için gayet iyi çıkmaları, dolayısıyla çok iyi káğıda düzgün bir biçimde basılmaları lázımdı. Nurhan Hanım eserlerini bastırabilmek için zenginlerin kapısını çaldı, projelerini anlattı ve eserlerinin bir kısmını bu şekilde bastırabildi. ‘‘Surnáme-i Humáyun’’u Rahmi Koç, Koçbank'tan; ‘‘Otağ-ı Humayun’’u da Ömer Koç, Aygaz'dan nefis bir baskıyla yayınladılar. Kitaplar bilim çevrelerinde hayranlıkla ama benim görebildiğim kadarıyla hasetle karşılandı.Derken, Nurhan Hanım'a bu hafta Amerika'dan bir mektup geldi. Maryland'daki ‘‘Amerikan Tekstil Birliği’’, ‘‘Otağ-ı Humayun’’u yılın kitabı seçmişti. Prof. Atasoy tebrik ediliyor, çalışmalarının ilgiyle takip edildiği söyleniyor ve ödülünün önümüzdeki günlerde gönderileceği
haber veriliyordu.Bu, şu demekti: Tekstil kotasını arttırabilmek için Washington nezdinde uzun zamandan beri elinden geleni yapmakta olan Türkiye çabalarından beklediği neticeyi henüz alamamışken, seçkin bir bilim kadınımız oralarda bir kitapla hem ismini hem de ilmini tescil ettirebiliyordu.Türkiye'nin dertleri ve sıkıntıları, şimdi televolelerin hakim olduğu
magazin basınımız bu gibi konulara da eğilip böyle güzel işlerin yapıldığını haber haline getirir seviyeye yükseldiği zaman sona ermiş demektir.
button