Sevgi'nin diviti
Oluşturulma Tarihi: Eylül 02, 2001 02:16
Ender, katledilen Üzeyir Garih'in asıl adının ‘‘Hezakiyer’’ olduğunu ‘‘Üzeyir’’ isminin babasına ait bulunduğunu ama ‘‘oğul’’ Üzeyir'in daha sonraları adını değiştirerek babasının adını aldığını anlattı.
Halkça affedilmeyen Rahşan Hanım'ın affı bir tarafa, hunharca katledilen Üzeyir Garih ve ailesi ile Ortaköy'deki evlerimizde yirmi sene komşuluk yaptık. Birbirimizi bir gün incitmedik, bir gün kırmadık. Fevkalade ahenkli ilişkiler içinde güzel bir ortamda, komşuculuk oynadık. Ekonomi dünyasının duayenlerinden olan Üzeyir Bey, benim tam tersime içki içmez, cigara içmez buna rağmen her davete katılırdı. Her toplantıyı da hiç kaçırmadan takip ederdi. Ben her türlü değişik ortama giren çıkan biri olarak, nereye gitsem ya Üzeyir Garih'e veyahut İshak Alaton'a rast gelirim. Gayet mesafeli ama aynı zamanda samimi olan Üzeyir Bey yerinde duramayan biriydi. Bütün gün çalışır, geceleri davet sahiplerini memnun ederdi. Bir keresinde haftalık menüyü hazırladığını ve cumartesi günleri
Beşiktaş pazarından evinin zerzavat ve meyve alışverişini yaptığını söyledi. O hafta biz komşular, kocalarımıza çok sinirlendik zira hiçbir işe yaramıyorlardı.
Üzeyir Garih ve İshak Alaton ikilisinin ortaklığı bana fevkalade enteresan gelirdi. Çok az gördüğüm örneklerden biridir. Birbirlerine fevkalade saygılı, birbirlerine güvenen ve birbirlerinin arkasında duran iki arkadaştılar. Hanımları ise apayrı, değişik tiplerdi. Çocukları ne derece birbirleri ile anlaşıyorlar bilemem ama bu iki ortak hiç kimsenin tesiri altında kalmadan aynı saygılı çizgide yürüyen ilişkilerini sürdürdüler. Unutmayalım ki, ortakların veya kardeşlerin arası daima sidik yarışına giren karılarının yüzünden bozulmuştur. Bu şaşmaz bir kaide gibidir.
Üzeyir Bey'in hepimizi acılara boğan hunharca ölümü, ziyaretine gittiği, Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarı başında cereyan etmişti. Kimdi bu Küçük Hüseyin Efendi? Mistik dünyaya biraz meraklı idim ama bu zat-ı muhteremden bahsedildiğini hiç duymamıştım. E... ne de olsa bendeniz Hacı Bayram Veli sülalesinden gelmeyim, dolayısı ile bazı diğer muhteremlerden haberimin olmaması normaldir, diye kendi kendime avunmaya çalıştım ama bir taraftan da kimdir diye araştırmaya soruşturmaya başladım. Şeytan bir dostum, ne araştırıp duruyorsun, müridi Ender Hanım burnunuzun dibinde diye benimle bir de dalga geçti.
Ailede iki Ender vardı. Biri Prof. Dr. Ender Berker, benden oniki saat küçük teyzezademdi. Diğeri ise gelin Ender Mermerci, o da diğer teyzezademin hanımıdır. Gelin Ender'i yakaladım ve sormaya başladım. Bana babası Prof. Dr. Hasan Reşat Sığındım'ın (cildiyeci) Üzeyir Garih'in babası Dr. Üzeyir Garih'in (diş doktoru) ve Dr. Salih Alazraki'nin (ne doktoru olduğunu hatırlayamadı) Küçük Hüseyin Efendi'nin müridi olduklarını söyledi.
Katledilen Üzeyir Garih'in asıl adının ‘‘Hezakiyer’’ olduğunu ‘‘Üzeyir’’ isminin babasına ait bulunduğunu ama ‘‘oğul’’ Üzeyir'in daha sonraları adını değiştirerek babasının adını aldığını anlattı.
Doktorlardan müritler olması da başka ilginç bir nokta gibi geliyor bana. Dolayısı ile Üzeyir Garih gibi kendisinin de bu mezarlığı sık sık ziyaret ettiğinden bahsetti. Ender bu arada enteresan bir bilgi daha verdi:
Bizler Ankaralıyız. Ankara'dan aile dostumuz Küçük Sabiha Hanım'dan bahsederek, onun bu küçük Hüseyin Efendi'nin torunu olduğunu da belirtti. Öğrendiğime göre, Küçük Hüseyin Efendi 1.20 boyunda imiş ve bizim Küçük Sabiha Hanım Teyzemiz de 1.30 boyunda idi. Ara sıra alafrangalığa özenip ‘‘Petite Sabiha Hanım’’ da derdik. Elmacık kemikleri çıkık, koyu renk saçlı, ufacık tefecik bir hanımdı. Hoşgörülü ve hoşsohbet bu hanım, Ankaralı Ademzadeler'den olup eşi, Kütahyalı Ekmel Kahyaoğlu Bey’di. Ekmel Bey son derece yakışıklıydı. Sabiha Hanım ise Ekmel Bey'i elinde tutabilmek için ona dünyanın en güzel iltifatlarında bulunurdu. Teyzelerime bezik oynamaya gelir, bir gece evvel yakışıklı kocasına ne diller döktüğünü anlatırdı ve bizler de kulak misafiri olurduk. Herhalde kocalarımızı hoş tutmayı ondan öğrendik diyebiliriz. Küçük Sabiha Hanım'ın kızı Nurinisa Rodoslu Hanım ise hakikaten Rodos doğumlu Celalettin Rodoslu ile evli olup Ankara'da Hayyam şaraplarını imal ederdi. Celalettin Rodoslu Bey'in bugün tarihçilerce malum iki kitabı vardır. ‘‘Rodos'ta Türk Mimari Eserleri’’ ve ‘‘Rodos'ta Yaşamış olan Türkler’’ diye.
Bakın, Ortaköy'den Eyüp'e, Eyüp'ten Ankara'ya, Ankara'dan Rodos'a sürüklendik. Ufacık bir yazıda bu kadar yer dolaştıktan sonra ne diye sanki Avrupa Birliği'ne katılmayalım ki... Beni bu yazıda yaşatan bütün ölmüş dostlara rağmetler olsun.
Mektup elbiseDünyanın en çok konuşulan moda tasarımcılarından biri olan Hüseyin Çağlayan yeni tasarımlarını 7. Uluslararası İstanbul Bienali'nde sergileyecek. Çağlayan'ın sergide yer alacak iki projesi Air Mail Dress (Uçak Postası ile Elbise) ve Airplane Dress (Uçak Elbise) adlarını taşıyor.
Uçak Postası ile Elbise adını taşıyan çalışma kağıttan yapılmış ve sadece 100 adet üretilmiş. Katlandığı zaman standart bir mektup zarfına dönüşebiliyor. Bienal'in küratörü Yuko Hasegawa bu elbiseleri, bienale katılan diğer sanatçılara yollayarak üzerlerine sevdiklerine mektup yazmalarını isteyecek. Uçak Postası ile Elbise'nin zarftan elbiseye dönüşümünün aşamaları bienal süresince Aya İrini Müzesi'nde izlenebilecek.
Çağlayan, bienale British Council ve Henry Moore Vakfı'nın desteğinde İngiltere'den katılıyor. 22 Eylül'de ziyarete açılacak olan ve 22 ülkeden toplam 63 sanatçının katılacağı İstanbul Bienali 17 Kasım tarihine kadar sürecek.
Türkiye'nin kerevitleri İsveç'i birbirine kattıİsveç gazetesi Oestgoeta Korrespondenten'de yayımlanan bir
haber, Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor. Bu haberden anlaşıldığına göre, İsveçliler her türlü deniz mahsulüne çok düşkünler. Ö kadar ki, kendi sularından çıkan böcekler onlara yetmiyor. Senenin bu mevsiminde ithalata başvuruyorlar. Türkiye, bu ülkeye özellikle kerevit (tatlı suda yaşayan bir tür ıstakoz) ihrac eden ülkelerin başında geliyor.
Buraya kadar herşey güzel... Ancak bu yıl, İsveçliler, dehşet içinde bir bakmışlar, kerevitlerden kurt çıkıyor. Tüketici bilinci yüksek olduğu için hemen sağa sola başvurmaya, şikayet etmeye başlamışlar. Sonunda bir veteriner, kerevitleri alıp incelemiş. Tüketicilerin kurt zannettiği şeyin, kerevitin cinsel organı olduğunu tespit etmiş. Türkiye'de tam üreme mevsiminde avlanıp derhal donduruldukları için, kerevitlerin normalde görünmeyen cinsel organları olduğu gibi ortada kalıvermiş. Veteriner, Türkiye'deki kerevitlerle İsveç'tekilerin üreme mevsimlerinin değişik olduğunu, bu yüzden tüketicilerin yanılmalarının normal sayılabileceğini söylüyor ve ‘‘bir mikroskopla bile bir kerevitin cinsel organını bir kurtçuktan ayırmak çok zordur’’ diyor.