“KÜRESEL DALGALANMA..." />“KÜRESEL DALGALANMA..." />
Güncelleme Tarihi:
*
Allah aşkına küfretmeyin!..
Hasan Celal Güzel’in anlattığı hatırası muhteşemdi.
Başbakanlık Müsteşarlığı yaptığı günlerde, telefonunun dinlendiğini fark edince... “telefonu her açtığımda ‘Evvela mahsusen bu telefonu dinleyenin de, dinletenin de, kayda alanın da...’ diye başlayıp sövüp sayıyordum. Bir gün bir başkomiser geldi, ‘Allah aşkına kayda alana küfretmeyin. Ne yapayım, emir kuluyum!’ dedi.” (Hürriyet, 17 temmuz)
Ahmet Hakan’ın ‘NEDEN NEFRET EDİYORLAR’ başlıklı yazısı da güzeldi:
EY Batılı bilgeler!
Anımsar mısınız?
Hani 11 Eylül'ün hemen sonrasıydı.
İlk telaşı atlatır atlatmaz, elinizi vicdanınıza koymuş, endişeli gözlerle Doğu'ya doğru bakmış ve şu "naif soru"yu sormaya başlamıştınız:
"Bizden neden nefret ediyorlar?"
İsterseniz size o "naif soru"nun yanıtını verebilirim:
Sizden nefret ediyorlar, çünkü: Siz bir İsrail askerine karşı güzelim Beyrut kentinin yakılıp yıkılmasını normal karşılayacak denli bir insafsızlık içindesiniz... İşte bu yüzden, yani adaletsizliğinizden emin oldukları için sizden nefret ediyorlar.
Sizden nefret ediyorlar, çünkü: Siz televizyonlarınızda "İsrail iki koldan düşmanla savaşıyor" diye haberler verirken, "iki düşman"ın topraklarından küçücük kızların bombalarla parçalanmış cesetleri beliriyor ya... İşte bu yüzden, yani açık tarafgirliğinizden emin oldukları için sizden nefret ediyorlar.
Sizden nefret ediyorlar, çünkü: Beyrut'a atılan bombalar kenti harabeye çevirirken, siz mikrofonlarınızı İsrail'e çevirip, İsrail vatandaşlarına "Hayfa'da bombalar altında yaşamak nasıl bir duygu?" diye soruyorsunuz ya... İşte uyguladığınız bu zalim çifte standart nedeniyle sizden nefret ediyorlar.
Sizden nefret ediyorlar, çünkü: Beyrut halkının üzerine bombalar yağarken "Bir numaralı adamınız", saldırgan tarafa sadece "Sivil zayiatını en az seviyede tutması" doğrultusunda uyarıda bulunuyor ya... İşte bu yüzden sizden nefret ediyorlar.
Sizden nefret ediyorlar, çünkü: Dört yaşındaki kızın parçalanmış cesedi karşısında soğukkanlılığınızı alabildiğine korurken, "artan" ya da "artacak olan" petrol fiyatları karşısında kendinizi kaybediyorsunuz ya... İşte bu gözü dönmüşlüğünüz nedeniyle sizden nefret ediyorlar.
Sizden nefret ediyorlar, çünkü: Kadersiz Beyrut, tam da kendini toparlayıp hayatın müjdelerini ve yaşamın sevincini hayata geçirmişken, yeniden eski haline dönmesine kolayca izin verdiniz ya... İşte bu insafsızlığınız nedeniyle sizden nefret ediyorlar.
Hürriyet, 17 temmuz
Medya değil, polis, savcı, yargıç hatta cellat...
Gazetelerin hepsi Ali Kemal Tufan’ı ‘peşinen’ mahkûm etmişti zaten. Konya’da iki kız çocuğunu tecavüz edip öldürdüğü iddiasıyla gözaltına alınan, çıkan haberlere göre (doğruysa) suçunu itiraf eden ve hani, ‘kendini öldürmesin diye’ üstündeki bütün eşyası (kemeri, ayakkabı bağcığı filan) alınıp çarşafsız, battaniyesiz bir tek kişilik hücreye kapatıldığı gece... (güya) ip haline getirdiği atlet fanilesiyle kendini asarak öldüren zanlıdan bahsediyorum. Hani Türkçe’de ‘kendini intihar’ dediğimiz yanlış-doğrudan.
Haa, vatandaş olarak içinizden ‘Allah belasını versin, geberdiği iyi oldu, kim öldürdüyse eline sağlık!’ diyebilirsiniz. Ama gazeteci olarak, adamın adını açık açık verir, fotoğrafını açık açık kullanır, “Alçak sapık! Allah belanı versin! Geber!” diye haberler yaparsanız... size gazeteci demezler, kahve geyikçisi derler!
Suçu mahkemece tespit edilip, mahkûm olana kadar adam ‘zanlı’dır; sapık bile olsa ‘herkes gibi’ hakları vardır ve gazetecinin görevi de bunu unutmamak, aksine savunmaktır.
Vatan’ın ‘KONYA SAPIĞI ASILI BULUNDU’ başlığını görünce aklıma Red Kit geldi, hani bir macerasında kasaba halkı Red Kit’i asmaya karar verir, biri ‘Yargılamayacak mıyız?’ diye sorunca, sözde-hâkim kestirip atar: “Önce asalım, sonra yargılarız!”
Diyorum ya ‘Pisliği biri gebertti, eline sağlık’ diye düşünseniz bile... gazeteler Ali Kemal Tufan adlı ‘zanlıyı’ önce idam etti, sonra... sonra, yargılamaya bile gerek kalmadı!
Bu eleştiriyi gönül rahatlığıyla yapıyorum, çünkü benim sübyancılar ve tecavüzcüler hakkındaki ‘hukuk anlayışımı’ biliyorsunuz!
Gazeteler, 17-18 temmuz
Not: Aynı dikkatlizlik-duyarsızlık-kanunsuzluk mesela İstanbul’daki kar maskeli, kalaşnikoflu soygunda da sergilendi. Star, soygunun tek görgü şahidi olan Y. adlı küçük çocuğun adını verdi, fotoğrafını açık olarak yayımladı. Hani ‘Gelin, şahit çocuğu ortadan kaldırın’ der gibi... (18 temmuz)
*
Hakkari’de bu serveti seneden elde ediyorlar acaba?
Hakkâri-Yüksekova’da Pinyanişi Aşireti reisi ve tabii ki AKP Hakkâri Milletvekili Mustafa Zeydan’ın yeğeni 19 yaşındaki Çimen Zeydan ile aynı aşiretten 25 yaşındaki Şahabettin Işık’ın 3 gün 3 gece süren düğününde geline 20 kilo altın, bir lüks cip ve 1 milyon liralık (1 trilyon TL) değerinde hediye verilmiş. (Hürriyet, 18 temmuz)
Yüksekova’da ne ‘resmi’ ticaret vardır, ne sanayi... Tabii ki Devlet, tabii ki Maliye, milletvekili de yaptığı bu aşiret reisine sormayacak: ‘Hakkâri’nin tamamını satsan 1 trilyon para çıkmaz (Dünya güzeli, fakir, gururlu, yalnız Hakkâri, nasıl özledim bir bilseniz!), senin aşiretin bir düğünde hediye diye dağıtacak 1 trilyonu nereden buluyor?’ diye. Yahut ‘Sen geçen sene ne vergi ödedin hemşerim?’ diye...
Sahi, bu aşiretin parası nereden geliyordur dersiniz?
*
İyi yönetici = Astını en iyi ezen yönetici
29 ülkede bir araştırma yapılmış, en çok para kazanan yöneticiler Türkler imiş. Bir Japon yönetici (özel sektörden bahsediyoruz) ortalama 70 bin, bir Amerikalı 62 bir avro kazanırken, bizim yöneticiler yılda 79.000 avro kazanıyormuş. (Gazeteler, 18 temmuz)
Niye? Bizimkiler Amerikalılar’dan, Japonlar’dan, Almanlar’dan daha iyi yönetici diye mi? Hayır! Ama altındakileri daha iyi eziyorlar, üç kuruşa, sigortasız çalıştırıyorlar diye...
100 çalışanına hak ettiği parayı vereceğine, onları ezip kanını emecek üç yöneticiye yüksek maaş ödemek ‘ekonomik açıdan’ daha akıllıcadır.
Özetle, iyi yönetici, patronu hesabına, altındakini en iyi ezip, suyunu çıkaran yöneticidir!
*
Geçen haftanın en dokunaklı haberiydi.
Âmâ damadın gözleri (Balçiçek Pamir araştırıp yazdı ertesi gün, bu tıbben mümkün ama çok riskliymiş), evet görme engelli damadın gözleri düğün için, bir günlüğüne, özel bir ilaçla açılmış. Damat, evleneceği kadını ilk ve son kez görüp, sevincinden ağlamış ve ... sonsuz karanlığına geri dönmüş!
*
Tesettürü özgürlük diye yutturmak
Nazlı Ilıcak okurlardan gelen eleştirileri cevaplarken, Kürt olmadığı halde Kürt kimliğine saygı gösterdiğini, Alevi olmadığı halde onların sesine kulak verdiğini söylüyor, “Evet, ben başörtüsü takmıyorum, ama takanların özgürlüğünü savunuyorum” dedikten sonra son ve vurucu cümleyi kullanıyor: “Keşke onlar da (kendisine sitem eden okurlar da) bir gün özgürlüğün tadına varabilseler!”
Özgürlük dediği, kadınların örtülmesi, 10 yaşındaki kızların kara çarşafa sokulması...
Nazlı Hanım bize ‘özgürlük’ diye yutturulan bu esareti sadece başkalarına reva görüyor nedense...
*
Domates salça, bu ne biçim haber! (uymadı mı?)
Ailenin tek çocuğu, başlıklı yazıda, haberlerin nasıl ve neden ‘salçalandığını’ söylemiştim size. Elime güzel bir örnek geçti. İstanbul’un göbeğinde TECAVÜZ DEHŞETİ başlıklı haberden bir alıntı (Vatan, 18 temmuz) :
“M.D. için cumartesi günü güzel başlamıştı. 39 yaşındaki kadın, erkek arkadaşıyla Ataköy 9.Kısım'daki evde baş başa yemek yemiş, iyi vakit geçirmişti. Ama gecenin ilerleyen saatlerinde birtakım tatsız gelişmeler yaşandı. İki sevgili tartışmaya başladılar ve artık günün ışımasına çok az bir vakit kala M.D. iyice sinirlendi. Ve saat 04:30 sıralarında erkek arkadaşının evini terk etti. M.D. için asıl kabus da bundan sonra başladı. Zeytinburnu'ndaki evine gitmek isteyen M.D., sokakta taksi beklemeye başladı. Ama saat sabaha karşı 04.30'du ve bu saatte taksi bulmak imkansız gibiydi. M.D. ana caddeye doğru yürümeye başladı. Tam o anda yanına bir otomobil yaklaştı...” (Vatan, 18 temmuz)
Haber değil, polisiye roman mubarek...
*
Yorumsuz bir AKP haberi
Spot: Ankara’da skandal atama. TRT Genel Müdür Vekili Ali Güney, daha jönce çalıştığı DMHİ (Devlet Hava Meydanları İşletmesi) mesai arkadaşını “dekor taşıma, yıkama ve ütüleme” görevlisi olarak kuruma aldırdı. Tam 20 gün sonra da, iki yıllık hemşire okulu mezunu Sabahat Sayıt’ı kendisine müşavir yaptı. (Akşam, 18 temmuz)
Atamanın şeklen rezilliği, atananın yetersizliği bir yana, başkan bu müşaviriyle neyi ‘istişare edecek’ acaba?
*
Yazarın yazara ettiğini...
Oray Eğin bilir tabii ki bakkalcı, manavcı misali ‘manikürcü’ denmediğini, ama ‘tecahülüarifane’ yapıyor. Ama Balçiçek Pamir için yazdıkları hiç de şakaya benzemiyor.
Marie Claire’de çıkan ve PKK kampındaki kadın teröristlerin ‘kadınlığını’ ön plana çıkaran yazıdan bahsederken diyor ki, “Aslında en çok Türkiye’deki gazete okurlarının böyle bir yazıya şaşırmaması gerek: Balçiçek Pamir gitseydi, farklı bir yazıyla dönerdi elinden? Gerçi bir fark olurdu şüphesiz. PKK’lı kadınları Yahudi zannedebilirdi...”
*
“Çapkın komutan ile çapkın bakan” başlıklı yazısında, Ahmet Hakan, AKP’li bir bakanla Reha Taşkesen Paşa arasındaki ‘benzerliğe’ dikkati çekiyor. Her iki durumda da, aldatılan eş patrona (bakanın eşi başbakana, paşanın eşi komutana) giderek şikayette bulundu, iki durumda da üst, çapkın astın kulağını çekti... diyor. (Hürriyet, 19 temmuz)
O kadar basit değil, arada bir iki fark var: Birincisi, komutan gereğini yaptı ve ‘makamıyla uyuşmayan özel hayatı’ sebebiyle paşanın istifasını istedi; oysa bakan ‘yemin billah ederek’ yerini korudu, hem karısını hem kalem müdiresini idare etmeye devam ediyor. (Orduda resmi nikahlı tek eşlilik, AKP’de imam nikahlı çokeşlilik geçerli...)
Üstelik, paşanın durumu bakanınki kadar vahim değildi. Paşa, savaşa gidecek askerleri yetiştiriyor. Bakan’ın ‘kimleri yetiştirdiğini’söyle(ye)miyorum. Kimliğini açık etmemek için...
*
Bir atama haberi daha:
İstanbul’da eğitimlerini tamamlayan 106 polis Asayiş Şube emrine verildi. Bunlardan ilahiyat fakültesi mezunu 6’si ... Kumar ve Ahlâk Büro Amirliği’nde görevlendirildi.
*
Sarkozy İngilizce kitap yazmış-mış!
Hürriyet’in haberine göre, 2007’de Fransa’da yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en şanslı adaylarından İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy yazdığı bir kitapta, Fransızlara ‘Kibiri bırakın, İngilizce öğrenin’ diye tavsiye ediyormuş. (Hürriyet, 19 temmuz)
Cumhurbaşkanlığı adayı milliyetçi-sağcı Sarkozy’nin kitabının adı da, Hürriyet’in haberine göre ‘TESTIMONY’ imiş, (parantez içinde ‘Şahadet’)
Tamam, her zamanki gibi kaynak göstermeseniz de, İngilizce bir ajans bülteninden tercüme bir haber yaptınız. A be arkadaşlarım, kitabın adını niye İngilizce yazarsınız? Sarkozy, İngiltere düşmanı Fransa’da ‘Testimony’ diye bir kitap yazsa, değil cumhurbaşkanı, muhtar seçilemez. (Hürriyet, 19 temmuz)
Not: Kitabın adı ‘Témoignage’ yani ‘Tanıklık’.
*
Çocuklarımın yüzüne bakacak yüzüm yok
Maliye Bakanlığı 2005’in vergi yüzsüzlerini açıkladı. (Milliyet, 19 temmuz)
İstanbul’da şampiyon... tabii ki Uzanlar’ın batırdığı ve dolandırdığı İmar Bankası, vergi borcu 2.241 milyon TL. (Eskinin 2,2 trilyonu...) Sonra yine tanıdık isimler, Jet Fazıl’ın Jetpa Holding’i (236,7 milyon), Muharrem Anul (102,7), eski Şişli Belediye Başkanı kaçak Gülay Atığ’ın kocası Orhan Aslıtürk (94,6) ve ortağı Muhammet Ciğer (54,5) ... vs, vs!
Yine bu yıl da ‘vergi yüzsüzleri’ listesine giremediğim için, karımın ve çocuklarımın yüzüne bakamıyorum!
*
İstatistik özürlü gazeteciler
Gazeteciler matematik ve istatistik özürlüdür, tamam, biliyoruz. Üstelik mantık özürlüler aynı zamanda.
Milliyet (AA’nın haberini) ‘Türkiye’de boşanma mevsimi sonbahar’ diye kullanmış. ‘Türkiye’de en fazla boşanmanın yaşandığı ay ise eylül’ diyor. Tablo da var:
Aylara göre boşanmalar | |
Ocak | 6.656 |
Şubat | 6.035 |
Mart | 8.260 |
Nisan | 7.995 |
Mayıs | 7.908 |
Haziran | 8.937 |
Temmuz | 7.040 |
Ağustos | 1.483 |
Eylül | 10.835 |
Ekim | 6.554 |
Kasım | 7.405 |
Aralık | 8.346 |
Arkadaşlarım, canlarım, ciğerlerim... Türkiye’de belli ki her ay 6.500 ila 8.500 arasında çift boşanıyor. Buyurduğunuz gibi eylül ayında boşanmaların artmasının sebebi ... Ağustosta mahkemelerin ‘adli tatilde’ olması. Onun için sadece 1.483 boşanma kaydedilmiş. Ağustosta boşanamayanlar da eylüle kalmış. Sonbaharda bir artık değil, neredeyse düşüş söz konusu.
Bu tabloya bakınca, bu kadarını da göremiyor musunuz?
*
Bu kitap alınır, deyince heyecanlandım...
Gazete sayfasının yarısını kaplayan bir köşe yazısının BU KİTAP ALINIR diyen başlığını görünce, köşenin yazarına ve adına dikkat etmeden, hemen kitabın adını görmeye çalıştım.
Bold yani siyah renkle yazılmıştı, kolayca buldum ve ... hayal kırıklığına uğradım, kitabın adı “İş Hukuku Mevzuatında Usul ve Esaslar, Uygulamalar, Sorunlar, Çözümler, Yargı Kararları.”
Çöktüm!
Meğer Ali Tezel’in ‘ÇALIŞMA HAYATI’ köşesiymiş okuduğum. J
(Anlayanlar için eminim çok iyi bir çalışmadır, ben latife ediyorum. Pek ilgi alanıma girmiyor da...)
*
Atamadığım başlık...
“Ülker, en büyük rakibi Eti’nin Genel Müdürü Cafer Fındıkoğlu’nu transfer etti. Fındıkoğlu, 1 Ağustos’tan itibaren Ali Ülker’in yerine genel müdürlük görevini üstlenecek.” (Yeni Şafak, 20 temmuz)
Bir şirketin genel müdürlüğünü yapmış, her türlü sırrına vakıf bir insanın, rakip şirketin başına geçmesi ticari etiğe uygun mudur?
Sadece meraktan soruyorum!
Not: Eğer yamuk başlıkları eleştiriyor olmasaydım, bu minik alıntıya ETİK MİDİR? diye başlık atardım! J
*
Haftanın en güzel haberiydi
Zaman gazetesi manşet yaptı!
“Baba 50 bin soruyu CD’ye okudu âmâ oğlu ÖSS’de başarılı oldu - Görme engelli Mustafa Başyiğit, ÖSS’de örnek bir başarıya imza attı. 27 bin öğrencinin sıfır çektiği sınava babasının CD’ye okuduğu sorularla hazırlanan âmâ öğrenci, Türkiye 2 bin 78’incisi oldu.”
*
‘SİZ’ kimsiniz?
Hürriyet ekonomi sayfasının manşetiydi. ‘Eğlence ve medya sektörüne 3,7 milyar dolar harcıyoruz’ diyordu.
Bizim eğlenceye beş kuruş harcayabildiğimiz yok, Hürriyet’in ‘biz’ dediği kimdir, çok merak ettim.
*
El Kadı sağlam ellerde...
Kaderi onların elinde, diyordu Miliyet’in manşeti. “Danıştay, El Kadı’nın Bakanlar Kurulu listesinden çıkarılmasına karar verdi. Gözler kararın temyizinde yetkili olan Erdoğan, Gül ve Unakıtan’a çevrildi...”
AKP’liler, artık ne menfaatleri varsa, Birleşmiş Milletler’in ‘terörist’ ilan ettiği bu Arap’ı dişleriyle, tırnaklarıyla savunuyorlardı; Ahmet Hakan’ın ‘babasına bile kefil olmaz’ dediği Başbakan’ın ‘şahsen kefilim’ diye arka çıktığı bu ‘karışık’ adamı kurtaran kararı temyiz edecekler, öyle mi?
Tecahülüarif yapıyor herhalde Milliyet!
(Not: Ertesi günkü Milliyet’te yer alan bir habere göre, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, Danıştay kararına ‘Gerekli tepkiyi göstereceğiz’ demiş. Bakalım… Milliyet, 22 temmuz)
*
Haftanın en iç ezici haberiydi
Van’da şehit olan polis memuru Serdar Özkılınç’ın anacığı Şahinde Hanım, oğlunun öldüğüne inanmak istemiyor, kocasına ikide bir ‘Ne olur oğluma bir telefon açalım...’ diye yalvarıyormuş! L
Milliyet, 21 temmuz
*
Rezil olduk!
İngiliz Daily Telegraph gazetesi haşema denilen çağdışı ve çirkin modanın Türk plajlarında yaygınlaştığını, Dışişleri Bakanı Gül’ün eşinin de haşemayı ‘tercih ettiğini’ yazdı. (Milliyet, 22 temmuz)
Yedi düvele rezil olduk, Dışişleri Bakanı’nın karısının haşemayla denize girdiği bir ülke düşünebiliyor musunuz!
*
Gazeteci mi, AKP’nin siyasi danışmanı mı?
Başbakan’ın danışmanı Cüneyt Zapsu, Lübnan’ı işgal eden ve sivilleri katleden İsrail’e karşı takınılacak tavır ve PKK- Kuzey Irak konularında, Ankara’da bazı büyükelçilerle bir araya geldi. Dışişleri Bakanlığı resmen “biz de gazetelerden takip ediyoruz” dedi, Başbakan “Benim adıma görüşmüyor” dedi, ortalık karıştı. Ama biz şaşmadık tabii ki. AKP Hükümeti’ne artık şaşmak için salak olmak lazım.
Nazlı Ilıcak, Başbakan Danışmanı Zapsu’nun bu girişimini eleştirir ve AKP’yi aklamaya çalışırken, “İyi niyetli davranmış olabilir ama yeni bir tartışma yaratmıştır, muhalefetin eline koz vermiştir” diyor. (Takvim, 22 temmuz)
Nazlı Hanım da gazeteci olduğunu unutup, kendini AKP Danışmanı zannediyor artık!
*
Bunlar Müslüman’dır, haram yemez…
Sabah’ın manşetiydi. “ABİM SAĞ OLSUN!” diyordu. “50 yıldır yeşil alan gözüken arsa, belediye başkanının kardeşleri talip olunca imara açıldı, 10 kat kâr sağladı.” (22 temmuz)
Maltepe’de, yeşil alan diye alıcı çıkmayan 12 dönümlük bir arsayı Maltepe Belediye Başkanı’nın kardeşleri 2 trilyona almış. Ardından arsa imara açılınca, değeri… 20 trilyona çıkıvermiş! Belediye Başkanı’nın danışmanı ‘Kardeşlerinin de para kazanmaya hakkı yok mu?’ diye savunuyor bu ‘helâl’ ticareti…
Pardon? Maltepe Belediye Başkanı hangi partiden mi?
Müslümandır, haram yemez diye oy verdiğiniz ‘o’ partiden tabii ki…
*
Ne yani Kemal Abi’nin bacanağı da üç beş trilyon kazanmasın mı?
Bu da Vatan’ın manşetiydi: “BACANAK YOLU” diyordu. “Ankara’da Esenboğa Havalimanı yolu üzerindeki 7 kavşağın ihalesini (Maliye Bakanı) Unakıtan’ın bacanağı aldı!” (Vatan, 22 temmuz)
Sormaya gerek yok, ‘Kemal Abisi’yle ilgili’ bu yolsuzluk haberine, Başbakan’ın potansiyel cevabını söyleyebilirim: “Ne yani Maliye Bakanı’nın bacanağı para kazanmasın mı?”
Ne dersiniz, bunlara “Kemal abini de al, git!” demenin zamanı gelmedi mi?
*
Vatan’ın Hürriyet’e teşekkürü…
Vatan’ın birinci sayfasındaki kutu Teşekkürler Hürriyet diyordu. “VATAN’ın temiz futbol için günlerdir sürdürdüğü yayına ilk destek Hürriyet’ten geldi. Hürriyet dün Denizli başkanının karıştığı şike skandalını manşetine taşıyıp, VATAN’ın mücadelesine katıldı.” (22 temmuz)
Tamam, Doğan Grubu ile Vatan’ın arası iyidir de, böyle ‘cicileşecek kadar’ değil. Nadirdir, bir Türk gazetesinin diğerini övdüğü, teşekkür ettiği. Sövmezlerse en azından ses etmezler.
Meslekten olmayanlara bu teşekkürün anlamını söyleyeyim: Vatan, ‘futbolda şike dosyasını önce biz açtık, Hürriyet bizi taklit ediyor…’ demek istiyor.
Not: Temiz futbol kampanyası iyi de… öncelikle ‘temizlenmesi gereken’ şeyler yok mu Türkiye’de? Yoksa dikkatleri hırsızdan, uğursuzdan ‘başka tarafa’ çekmeye mi çalışıyoruz elbirliğiyle?
*
Hürriyet eşeğin büyüğünü ahırda unutmuş
Çetin Altan ‘Türk’ün Türk’e propagandası’ dediği işte budur.
Hürriyet manşet yapmış; “TÜRKLERE MİNNETTARIZ - Lübnan’daki bombardımandan kaçan on binlerce insan Türkiye’ye ve Kıbrıs’a götürülüyor. 60 bin insanın tahliyesi için en büyük rolü Türkiye üstlendi.”(22 temmuz)
Neymiş? Kurtardığımız yabancılar ve Türkiye’deki diplomatları Türkiye’nin bu iyiliğini hiç unutmayacaklarını söylüyorlarmış-MIŞ.
Ama asıl komiği, “60 bir insanın tahliyesi için en büyük rolü Türkiye üstlendi” diye manşet yaparken, Hürriyet’in ‘eşeğin büyüğünü ahırda unutması’ idi.
Aynı gazetenin 21.sayfasında yer bulabilmiş bir haber ise şöyle diyordu: “BEYRUT’TAKİ TÜRK MÜLTECİLER PARKTA YATIYOR - İsrail bombalarından kaçarak çoluk çocuk Beyrut merkezindeki Saniya Parkı’na sığınanlar arasında Türkiye kökenli Lübnanlılar da var. “Başbakan Tayyip Erdoğan, şu bebeğe bak ve lütfen bir şeyler yap” diye sesleniyorlar.”
*
Herkes haddini bilecek
Türk ekonomisinin dünyadaki yerini ve boyunun ölçüsünü öğrenmek ister misiniz?
Buyurun size Hürriyet’in haberi. “Dünyada yabancı hisse senedinin uğramadığı 13 borsadan biriyiz” (Hürriyet, 22 temmuz)
Dünyadaki 45 borsadan 13’ünde hiçbir yabancı hisse senedi kote değilmiş. Yani 32.315 şirketten hiç biri İMKB’yi adam yerine koymuyormuş. Diğer 12 borsayı da öğrenmek ister misiniz?
Budapeşte, Malta, Slovenya, Kıbrıs, Tahran, Kolombiya, Kolombiya, Cakarta, Hindistan, Şanghay, Çin Şenzen ve Tayland…
Kaçıncı ligde oynadığımızı bilelim…
*
Enis Berberoğlu’nun ‘ikazı’ çok önemliydi:
“PKK değil Barzani - Türkiye, artık tarih olmuş İmralı konuğu ve PKK çetesiyle uğraşırken bölgedeki gerçek rakibini unutmamalı. Güneydoğu’da devletine bağlı, teröre düşman hangi vatandaşımıza sorarsanız sorun Kürdistan’ı kuran Mesut Barzani’nin itibarı Apo’nun kat kat üstündedir. Gerçek tehdidi tarif etmeden üretilen stratejilerin sonu çıkmaz sokaktır. Hatırlatmamızın amacı bundan ibarettir.”
Hürriyet, 22 temmuz
*
Ah canım!
Kötü örneklerle yetinmeyelim, iyi örnekler çok daha nadirdir, kıymetini bilelim…
Böylesi de varmış diyor Takvim’in manşeti: “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok’un oğlu Ali Özgün Ok, ‘Babasından torpilli’ denilmesin diye iki yıl işsiz kaldı.”
Nadirdir, çok nadirdir…
Takvim, 23 temmuz
*
İSRAİL’İ DURDURUN!
Dört aydın, dünya kamuoyunu göreve çağırdı: İsrail’i Durdurun diyen çağrı, şöyle bir notla bitiyordu:
Arma’nın çocukları adlı belgeselin yönetmeni Juliano Mer Khamis’in sorduğu gibi ‘LÜBNAN’IN GUERNICA’SINI KİM RESMEDECEK?’
Radikal (manşet), 23 temmuz