Güncelleme Tarihi:
Hürriyet, 29 Haziran
OMD Türkiye (reklam ajansı), yaptığı bir medya çalışmasıyla, Cannes Media Lions yarışmasında Türk reklamcılık tarihinin ilk Altın Aslan Ödülü’nü aldı. (Tebrikler!)
Aynı şirket, bu başarısını gazetelerde yer alan (yandaki) ilanla Türk kamuoyuna duyurdu.
‘Altın Aslan Ödülü’ aldılar ya, yandaki aslan fotoğrafı ve bir slogan: OMD KÜKRÜYOR.
Reklamcılar kılı kırk yaran insanlardır, hele hele ‘kendi reklamlarını’ yaparken...
Demek ki bu ‘hatayı’ bilerek yaptılar. Acaba ne demek istediler?
Çünkü gördüğünüz gibi, yandaki aslan kükremiyor, bal gibi ESNİYOR!
(Gazetelerdeki reklam uzmanları bu konuya değinmiştir mutlaka, ben göremedim. Okuyan varsa beni bilgilendirsin, ne olur!)
*
SOĞUK SAVAŞ NOSTALJİSİ
CNN-Türk, 28 Haziran
Mehmet Ali Birand, Hikmet Çetin ile sohbet ederken ‘Artık Soğuk Savaş dönemi, yani nostalji dönemi sona erdi’ diyordu.
Soğuk Savaş’a ‘nostalji’ duymak da biraz tuhaf olmuş ama...
*
NATO BOŞ DEĞİL, İŞTE DEMEKTİR
Hürriyet, 29 Haziran
Emrah Halıcı’nın hazırlayıp sunduğu, her gün Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir minik kutu var, ‘Akıl Oyunları’ diye. Bugün (29 Haziran) bir önceki günün doğru cevabı verilmiş, şöyle diyor:
NATO KAFA NATO MERMER
(“Söz dinlemez, söz anlamaz, taş gibi kafa” anlamındadır. Nato, Rumca ‘boş’ demektir.)
Meğer benim dünya güzeli anam bu soruları okur, cevaplarmış. Aradı, “Serdar, Rumca’da ‘nato’ boş değil, işte! demektir.”
*
MECAZİ HORTUM YETMEDİ...
DB Tercüman, 29 Haziran
Yine hortum faciası, diyor haber. Türkiye’de daha düne kadar hiç görülmezken, hortum önce Ankara’yı allak bullak etti, şimdi de Muğla’da bir gencin ölümüne sebep oldu.
Eeee, Allah’ın sopası yok, ‘hortum’un kötü bir şey olduğunu anlayalım diye zahir...
*
MAOCU DÖNEKLER NECİ OLURMUŞ...
Milliyet, 30 Haziran
Spot: AB Komisyonu’nun yeni başkanı olması için üzerinde uzlaşmaya varılan Portekiz Başbakanı Jose Durao Barrasso, önce Maocuydu, sonra sosyal demokrat oldu, şimdi ise muhafazakâr.
Milliyet’in başlığı: AB’ye dönek başkan
Birinci sayfa toplantısında bir abimizin bu konuda yaptığı yorum muhteşemdi.
Şöyle bir konuşma geçti toplantıda:
- Bu Barrasso nasıl biridir, Türkiye’ye sempati duyan bir politikacı mı?
- Bilmem ama eski Maocu’ymuş.
- Aaa o zaman iyi, çünkü eski Maocular dönünce Milliyetçi-Kemalist oluyor!
*
ÇEVİRİYE GEL!
History Channel, 30 Haziran
2.Dünya Savaşı’ndan bahseden bir belgeselde çok ‘bilimsel’ tercümeler.
- Rommel, 1.Dünya Savaşı’ndaki başarılarıyla kendini sivriltti.
- Montgomery, karısını ani olarak kaybedince kafasını askerliğe taktı.
Bunlar neyin tercümesi acaba?
*
BUSH TANRI’DAN TORPİL İSTEDİ
Televizyonlar, 29 Haziran
Bilmem dikkat ettiniz mi, ABD Başkanı George W.Bush, Boğaz’a nazır konuşmasını şöyle bitirdi: “Tanrı Türkiye’yi korusun! Tanrı Amerika’yı korumaya devam etsin!..”
Bu ‘fark’ ne anlama gelir, bilmem. Sadece dikkatimi çekti...
*
ENSENİZİ PATLATMALI Kİ...
Vatan, 30 Haziran
Gazeteciler de cahil olabilir, sık sık da olurlar zaten. Ama Türkiye’de her kitapçıda, Türkçe Sözlük, Atasözleri Sözlüğü, Deyimler Sözlüğü bulabilirsiniz. Bilmiyorsanız veya tereddüdünüz varsa, açar bakarsınız.
Vatan manşet haberinde (Bush’un Ortaköy Camii ve Köprü’nün önündeki) “Bu poz için İstanbul’un ünlü isimlerinin ensesinde tam 2.5 saat boza pişirdiler”.
İçeride, 14’ünce sayfada aynı deyim: “Köprü ve camili Bush fotoğrafı için konukların ensesinde boza pişirdiler”.
Ömer Asım Aksoy’un Deyimler Sözlüğü diyor ki, “Ensesinde boza pişirmek = Bir işi yapıp bitirmesi için sıkıştırıp tedirgin etmek.”
Cahil meslektaşlarım (Güneşte yahut sıcakta) “ensesi pişmek” ile “ensesinde boza pişirmek” deyimlerini karıştırmış demek ki...
Not: Emin Çölaşan da aynı hataya düştü. “Güneş enselerinde 3 saat boza pişiriyor...” diye yazdı.
*
BENCE AVUKAT YANLIŞ TARAFTA DURUYOR
Hürriyet, 1 Temmuz
Leyla Şahin adlı genç kız, türbanıyla fakülteye gidemediği gerekçesiyle, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikayet etmişti, mahkeme Türkiye’yi haklı buldu.
Şahin’in avukatı Fatma Benli, “Galileo ‘Dünya dönüyor’ dediğinde kendisini yargılayan yargıçları inandıramamıştı, ama verilen karar dünyanın döndüğü gerçeğini değiştirmemişti”.
Avukat hem büyük konuşmuş (Söz konusu bilim adamının adı Galileo soyadı Galilei’dir. Avukat hanım eğer ‘küçük adıyla’ hitap edecek kadar samimi değilse, Galilei’nin adını yanlış biliyor demektir.), hem de tehlikeli sulara girmiş, çünkü söz konusu mahkemede Galilei’yi yargılayanlar ... laikler değil, Engizisyon’un yobaz papazlarıydı! Avukat hanım bence yanlış tarafta duruyor!
*
TAKLİT MAL ALMAK AB’YE UYAR MI?
Milliyet, 1 Temmuz
Açık Pencere köşesinde Melih Aşık, Cumhurbaşkanı Sezer’in Çankaya’daki davete Emine Erdoğan’ı davet etmeyişini eleştirenlere cevap verirken, “Yıllardır imajımızı bir türlü düzeltemiyoruz, Batı bizi hâlâ fesli - şalvarlı - çarşaflı - türbanlı tanıyor diye yakınıyordunuz...
İktidar partisinin dünyaya sergilediği kadın imajından memnun musunuz? Türbanı ortaokullarda bile yasaklayan Avrupa ülkeleri bizi bu kılığımızla aralarına alır mı? Yoksa ti'ye mi alır?” diye soruyor.
Yani - haklı olarak - AB standartlarından bahsediyor...
Ama aynı Melih Aşık, hemen bunun altındaki yazısında bir itirafta bulunuyor:
Rolex'imiz oldu
Meslektaşımız Yalçın Bayer, Girne'de "Rolex" marka taklit saat satan bir dükkân bulmuş. Bizi de götürdü. Fiyat sorduk:
- 35 milyon beyim...
- 30 milyon olmaz mı?
Satıcı hafif kırıldı:
- Rolex alıyorsun beyim, dedi...
Aldığımız saatin gerçeği 10 bin dolarmış. "Aman yanlışlıkla gerçeğini verme", dedik saatçiye... "Ben de gerçeği yok ki vereyim beyim" diyerek içimizi ferahlattı.
Melih Abi, AB ülkelerinde taklit mal satın alıp kullanmak SUÇTUR.
Bu fiili marifet gibi köşesinde yazmak da gazetecilik açısından YANLIŞTIR...
*
İDEOLOJİK PROMOSYON DÖNEMİ
Birgün, 1 Temmuz
Bu işte bir tuhaflık yok mu? Daha düne kadar gazetelerin promosyon yapmasına karşı çıkan meslektaşlarımız promosyona başladı, hem de ‘ideolojik’ promosyona...
Birgün ‘solun efsane isimlerinin’ posterlerini vermeye Deniz Gezmiş’le başladı. ‘Solun efsane isimleri’ listesinin başında da, Nazım Hikmet ve Che’den bile önce, Ahmet Kaya!
Allah bağışlasın!..
*
YEMEYİN BİZİ
Gözcü, 2 Temmuz
Üniversiteyi bırakıp çaycılığa başladı, diyor haber. Genç güzel bir kızcağız, babası işsiz kalınca çok sevdiği eğitimini kesip çalışmaya başlamış, bir anda galiba çaycılığa başlamış, dokuz kişilik ailesini geçindiriyormuş.
Yerim ben böyle haberleri.
Kimsenin aklına gelmedi mi, “Niye işsiz babası çaycılık yapıp evini geçindirmiyor da kızı, kız haliyle, okulu bırakıp çaycılık yapıyor?”
*
KİM KİMİ İNTİHAR ETMİŞ?
Gözcü, 2 Temmuz
Tevfik Diker’in Ankara Rüzgarı köşesi. Turizmde ‘her şey dahil’ uygulamasına kızan eski bir milletvekili (Feridun Pehlivan) diyor ki: “Her şey dahil sistemi turizm için kendi kendine intihar etmek gibi bir şeydir.”
Biliyorsunuz intiharlar dörde ayrılır: (1) İntihar (2) Kendini intihar (3) Kendi kendini yani garantili intihar (4) Başkalarını intihar...
Milletvekilleri kaça ayrılır, söyleyeyim mi?
Suç mudur! Peki...
*
VARDIR BİR ‘GEREĞİ’
Takvim, 2 Temmuz
İkinci sayfada nal gibi bir Emine Erdoğan fotoğrafı, yine üzerinde, en az NATO zirvesinde giydiği kadar kötü bir ‘mütesettir’ kıyafet, belinde önden fiyonklu pembe bir kuşak filan... ve Takvim’in ‘Bayram değil seyran değil, Takvim başbakana niye yalakalık yaptı’ haberi:
Sempatik first lady... Emine Hanım konukseverliğinin yanında şık kıyafetleriyle de dikkati çekti. Emine Erdoğan Türkiye’nin first lady’liğine yakışan haliyle büyük takdir topladı.
Bir kredi ihtiyacı filan mı var acaba?
*
SURAT DİYE...
Hürriyet, 3 Temmuz
Gırgır bir haberdi, berber İngiliz müşterinin yüzünü alkolle temizledikten sonra kulak tüylerini yakmak isteyince, garip alev almış, kulağı, yüzü yanmış.
Hürriyet’in spotu ‘hem suratını, hem boynunu yaktı’ diyor.
Arkadaşlar, Türkçe’nin yazılı olmayan bazı incelikleri vardır, ‘surat’ hayvanlar için kullanılır, insanlardan bahsederken ‘yüz’ denir.
*
RESMEN ‘SOKAĞA DÖKÜLÜN’ ÇAĞRISI
Cumhuriyet - Vatan, 4 Temmuz
Çok yanlış bir açıklamaydı. Talihsiz bile diyemeyeceğim kadar hata idi...
Başbakan İmam Hatipler konusunda ısrarcı olmayacaklarını söylerken topu tribünlere attı ve şöyle bir cümle kullandı: “Bu konuda toplumun daha duyarlı olmasını beklerdim. Bu liselerde yavrularını okutanlar, çocuklarının durumuna sahip çıkmamışlardır. Bunun karşısına dikilenlere toplum gereken cevabı vermemiştir... Toplum buna hazır olduğu anda bu adım atılır.”
Cumhuriyet gazetesi, haklı olarak, ki Cumhuriyet’i haklı bulduğum nadirdir, manşetten “İmam Hatip Kışkırtması” diye verdi.
Vatan’daki başyazısında Güngör Mengi de “Kargaşa çağrısı değil mi bu? Cami önlerinin her Cuma gerilim alanları haline getirildiği eski günlere (*) davetiye mi çıkarıyor?” diye soruyordu.
(*) Mengi “Cami önlerinin her Cuma gerilim alanları haline getirildiği” günlerden “eski günler” diye bahsetmekte haklı. Dikkat ederseniz artık ne Cuma çıkışları Sultanahmet’te tekbir sesleri, ne türban gösterileri... Niye bıçak gibi kesildi? Söyletmeyin bana şimdi...
*
EN GÜVENİLİR KURUM...
Hürriyet, 4 Temmuz
Kamu-Sen 6.636 kişiyle bir anket yapmış, halkın en güvendiği kurum Cumhurbaşkanlık (10 üzerinden 8.4) imiş. Milletvekilleri sonuncu. (10 üzerinden 1.7)
Peki ya Cumhurbaşkanı’nı ‘hor görmeye çalışan’ Türk basını?
Yerlerde sürünüyor maalesef...
*
BİZİM ŞİKAYETİMİZ DE BUYDU
Hürriyet, 4 Temmuz
Dışişleri Bakanlığı açıklama yapmak zorunda kaldı. “Emine Erdoğan’ın seçtiği kıyafetler kendi zevki.”
Biz de bundan yakınıyorduk ya zaten...
*
ŞEF ÇOK DA, HEPSİ BOKTAN...
Radikal, 4 Temmuz
Ankara Temsilcisi Murat Yetkin, CHP’nin faşizan kongresinden bahsederken “Solda şef çok, Kızılderili yok” benzetmesi yapıyordu. “Partide neredeyse herkes başkan olmak istiyor. Parti iyiliği için kademede kalmak, sütre gerisinde çalışmak artık partililere cazip gelmiyor. Tipik bir ‘Şef çok, Kızılderili yok’ durumu.”
Murat nazik, zarif bir insandır. Bu Şef-Kızılderili hikayesinin ne olduğunu anlatmamış. Ben bilmeyenlere hatırlatayım.
Bir defa o ‘Şef çok, kızılderili yok’ değildir. Şöyledir:
Uzak Batı... Kasabanın tek dükkanının önünde oturmuş tütün çiğniyorlar. Uzaktan bir toz bulutu kopuyor. Bir kızılderili dört nala geliyor, bakkalın önünde atından atlıyor ve çat pat İngilizcesi’yle derdini anlatıyor:
- Bizim şef var? Bok yok!...
Bakkal anlıyor vaziyeti, bir ilaç uzatıyor kızılderiliye.
- Her sabah bundan 1 tane alsın, diyor, el kol işaretiyle.
Ertesi gün yine dört nala geliyor kızılderili.
- Bizim şef var? Bok yok!...
- O zaman günde 2 tane alsın o sana verdiğim ilaçtan.
Lafı uzatmayayım. Üçüncü gün aynı hikaye:
- Bizim şef var? Bok yok!...
- O zaman günde 3 tane aslın...
Dördüncü gün 4 tane, beşinci gün 5 tane...
Altıncı günün sabahı yine bir toz bulutu ufukta. Hay aksi, diyor kovboylar, demek ki şef hâlâ kabız...
Kızılderili geliyor dört nala, atından atlıyor.
- Eee, ne oldu, şef nasıl?
- Bok var, şef yok!
Murat, “Solda şef çok, kızılderili yok” diyor.
Bence solda bok çok ama şef yok!
Yahut da şef çok da hepsi boktan...