Güncelleme Tarihi:
1300 tarihlerinde Aksaray'da Sorguçcu sokağının tam karşısındaki evde oturan Meddah Şükrü Efendi, İç Bedesten tellâllarından idi. Ramazan gecelerinde Parmakkapı'da, Yolgeçen Hanı'nın kahvesinde, Cuma ve Pazar günleri Sandıkburnu'nda hikâye söylerdi. Şükrü Efendi bir hikâyesinde, meddahların üç kısım olduğunu anlatırdı. Birincisi, kitaptan okuyarak veya ezberden Hamza, Battal Gazi gibi kahramanların cesaret ve kahramanlığından bahseden hikâyeler anlatan veya o kahramanların menkabelerini söyliyen meddahlardır. İkinci kısım sazlar ile destanlar, ahenkli, vezinli methiyeler çalıp çağıran meddahlardır. Bunlar ekseri Erzurum ve civarı kazalardan yetişegelmektedir. Üçüncüsü, taklitli hikâye ve menkabeler söyliyenlerdir. Bunlar İstanbul'dan yetişmekte idi.
Meddah Şükrü Efendi, setre pantalon giyer, püsküllü fesinden iki parmak uzunca, siyah ve küçük gözlü, yüzce de tuhaf bir zattı. Meddahlarca aranılan kız, kadın, kocakarı ve çocuk seslerinin konuşma, ağlama, gülme sedalarının aynını yapardı. Değirmen ve çıkrık, bez tezgâhları, bostan dolapları ve hayvan seslerinin taklitlerinde de, istidat ve ustalığıyle de seçkindi. Söyliyeceği zaman omuzunda beyaz çevre, elinde bastonla sandalyesine oturur, hikâyeye başlardı.
1304 senesi zarfında Şükrü Efendi'nin, saraya aldırılmasiyle halkın meddah eğlencesi İsmet Efendi'ye kaldı.
İsmet Efendi, başında kısa bir Tunus fesi, üstünde âbanî sarık, sırtında bir sako, ayağında elifli şalvar, çiçek bozuğu, irice burunlu, sakallı bir zat olup Cerrahpaşa semtinde oturur. Bu zat, Ramazan geceleri Çarşıkapı'da simitçi fırınının bitişiğinde büyücek bir arsada ve kış geceleri de Divanyolu'nda Arif'in kıraathanesinde, diğer mevsimlerde sayfiyelerde ve mesire yerlerinde hikâye söylerdi.
İhtiyarlığında dişsizlikten söz ve taklit ahengi bozulmuştu.
İsmet Efendi'nin vefatından sonra meydan, Aşki Efendi'ye kaldı. Aşki Efendi, Bodrum'ludur. Başında sıfır kalıp siyah fes, arkasında kısa bir ceket, yarım fransız denilen açık renk bol bir pantalon, ayağında ökçesi kırık bir iskarpin, okuyup yazmaktan mahrum tam bir bıçkın kıyafetinde idi. Binbirdirek'in içerisinde işleyen ipek ibrişimci tezgahlarında çalışmakta iken, terkederek Mercan terlikciliğinde ve sonraları Beyazıt yangın kulesinde rasıdlık vazifesiyle köşlü hizmetinde bulunmakta idi. Kule hizmetinde iken, bıçkın kıyafetini düz babayani ceket, pantalona değiştirmişti. Aşki Efendi, meddah Şükrü merhumun kaidesi üzerine hareket ettiğini ve onun çırağı olduğunu hikâyeler esnasında söylermiş. Ama Şükrü Efendi'nin kâbına erişemezdi. Sesi oldukça güzel ve usule de vakıftı. Her taklitte usta idi. Sonraları yanına keman çalan Yekçeşimoğlu namında bir sokak çalgıcısı ile bir de kanuncu ilave etmiş idi. Her taklidin şapkalarını bir bohça içerisinde beraberinde bulundurup Arap taklidinde başına bir kefiye, Karamanlı taklidinde koca bir fes, Arnavut taklidinde yağlı beyaz bir fes, Van'lı Ermeni taklidinde işlemeli Van'lı Ermeni takkesi, Kürt'te keçe külâhı gibi her taklidin başlığını kisvesini giyip çalgı ile türkülerini söylemek ve yer müsait ise sandalyesinden inip oyunlarını da oynamak suretiyle seyircilerini eğlendirmekle kendisine rağbet yolunu tutmuştu. (...)
(Eski İstanbul Yaşayışı, Türkiye Yayınevi, 1946)