Mavi diken

Güncelleme Tarihi:

Mavi diken
Oluşturulma Tarihi: Ekim 03, 2008 00:00

Rüyamda küçük bir kız el falıma bakıyordu, "Biliyorum, erken öleceğim" diyordum ona, "Hayat çizgim kopuk benim."

Çocukluk dağımda, suyun kaynadığı yerdeydik, yüzümü saklamaya çalışıyordum ondan, bırakmasını istiyordum elimi. Cıvıl cıvıl çınlamalı bir sesle, "Elini suya sok, suya sok hadi" diyordu kız, gözlerinden pırıltılar saçılıyordu, "Bak, gördün mü, hayat çizgin kopuk değil, eline diken batmıştı, hatırladın mı, o sadece iz. Sonradan oldu."

Elim su içinde, parmaklarım gergin araladım gözlerimi, gök gürlüyor, yağmur yağıyor, şimşekler çakıp kurdeleniyor... "Benim rüyam değil bu, yağmurun rüyası" dedim kendime, "Su geçmişini hatırlıyordu, ben onun hatırladığı şeyin rüyasını görüyordum." Unuttuğum o uzak anı canlanıverdi zihnimde, doğruydu söylediği, elime diken batmıştı, aklımdan tümüyle çıkmış... Hayat çizgimin doğuştan kopuk olduğunu sanıp genç öleceğimi düşünmüştüm yıllarca.

Beş altı yaşlarındayken küçük abimle çorak tarlalara diken kesmeye gitmiştik, otların arasında mavimsi mor çiçeğiyle parlayan bir kangal görüp göstermiştim ona. Aranan bir şeyi, önce görüp göstermenin insana üstünlük kazandırdığını oyun oynarken büyük çocuklardan öğrenmiştim herhalde. Binlerce yıl önce, avcı toplayıcı insanların akıl edip yerleştirdikleri bir kural olmalı bu; keskin bakışı, bulucu gözü kutsamışlar; kuş yumurtası, yaprak, mantar, meyve kapışmalarının önünü alabilmek için.

Abimin dikeni ilk gören kişi olma hakkımı çiğneyeceğini anlayınca göğe doğru bir haykırış koparmıştım. Kangalı kesebilmek için önce ayağınızla gövdesine basıp toprağa yatırmanız gerekir. Abim dikeni iki ayak sahiplenivermişti hemen, üstüne atılmıştım öfkeyle, bacaklarımı tekmeleyip bir tokatla otların arasına savurmuştu beni.

Uçsuz bucaksız çocukluk tarlalarımı ikiye bölen o şaklayışın acısı yüz kemiklerime işlemiş, sızlıyor...

Kar helvası nasıl düşlenir
/images/100/0x0/55eb02c6f018fbb8f8a52968


Çocukluğum boyunca duyup sonra işitmez olduğum seslerin listesini çıkarıyorum... Issız dağ yamaçlarından alınmış temiz kar’a pekmez akıtma sesi, tas içinde incilenip tanelenmiş kar çıngıltısı... Kar helvasını dişleme sesi... Buz yapışmış parmakları bakır tastan sökme sesi...

Rüyada kar görmek, arkadaşlarınıza dikkat edin demektir, ağaç gövdelerini, dalları, kayaları kar sarmaya başlamışsa geçerli bu, dışarıda kar altında yürüyorsanız eğer. Dolunay gecesi atların çektiği tahta bir kızakla yola çıkmak, aşk. Ölü sığırcıkların üstüne kar serpmek, bir metre karda yuvarlanarak boş fişek kovanları toplamak?... Koşarak karın içine gömülmek, ölüm.

Sınır ötesi kara harekátının ikinci sabahı Rüyalar ve Uyanışlar Defterime, kar helvasının tarifini yazıp sığırcıklarla ilgili bir şeyler karalamışım: "Kar helvası kanla karılmaz, pekmezle karılır."

Görünmez olmak için karın rengine bürünmüş askerler, sarp yamaçların boşluğunda ıssız adım, ağır silah. Kambur yırtıcı kuşlar gibi, tek sıra halinde beliriyorlar ekranda. Dağların başını kar sarmışken öyle, ağaçlar düzlüklerde tüye kesmiş, kayalar yamaçlarda sır olmuş, dünya aşağı bembeyaz her taraf... Sert bir diklenişle doğrulup haykırıyorlar: "Her yerde ben varım!"

Kar’ı inkár etme manasına gelebilecek bir haykırış... Kaplan avcılarının, post giyerek kaplanları tuzağa düşürmeleri gibi, kar elbisesiyle kar’ı tuzağa düşürüp alt etmek niyetinde görünüyorlar. Harekátın şifresi beyaza beyazla yazılmış. Askerlerin gürleyişinde kar’a üstün gelecekleri inancı var.

Kar beyaz, kan kırmızı

Kamuflajın rengi, doğaya meydan okumanın rengi... Erkeğin erkeği kara kışta yenmesi, baharda yazda yenmesinden daha kıymetli bir zafer sayılıyor; zaman öncesinden günümüze savaşanların ortak önkabulü. Haberleri izlerken ilkçağ adamlarının kapışma törenlerine gitmiş aklım; ilk yeminlerine, antlarına: Alta düşenler kaydedilecek, yüce gökler şahidimizdir! Doğanın, başa çıkılamaz asıl büyük düşman ilan edilmesindeki sır, mağlupların galiplerin gücünü tanımazlıktan gelmelerinde yatıyor olabilir mi? Boğazlaşan vahşi erkeklerin patlayan gökler altında aynılaştıklarını fark etmeleri vakit almıştır. Bulut ateşi altında sönüyor kuvveti üste çıkanların, beyhude zafer, yüce gökler yenilenlerden yana, alev püskürten dağların gümbürtüsü, denizlerin tufanıyla siliniyor boğuşma kayıtları.

Operasyonun dördüncü sabahı, ekrandan yansıyan görüntülere bakarak bölüp ayırmışım defterimin yapraklarını, Kar beyaz, Kan kırmızı...

Çocukluğumda kırık Türkçe’siyle Adamo söylerdi o şarkıyı, Her yerde kar var... Beyaz ormanlarda gözleri açık buz kesmiş askerler, ordular kar çölüne saplanmış, savaş sonrasının, elli yıl öncenin şarkısı, Adamo’nun kar’a teslim olmuş sesi kulağımda kederle, pişmanlıkla hışırdamış, Kalbim senin bu gece...

Bakır tasta kar helvası

Rüyamda bir oğlan bana kar helvası dolu bakır tas uzatıyordu, çocukluk dağımın yamacında, abimle diken kesmeye gittiğimiz yerdeydik, kuru dallarında kar birikmiş yaban armudunun önünde belirmişti, babamın vurduğu ölü sığırcıkları saklamışım o armudun altına, üstlerine kar serpmişim, boş fişek kovanı topluyormuşum karda yuvarlanarak... Kurt ulumasına benzer bir ses işitip doğrulduğumda görmüştüm oğlanı, eteklerine kadar metal düğmeli beyaz paltosunun yakasını yüzüne kaldırmış, kar başlığı, kar gözlüğü takmıştı. Tek parmaklı kar eldiveni vardı ellerinde, yanına yaklaştığımda kambur olduğunu fark edip ürkerek alıyordum tası, paltosunun cebinden tahta bir kaşık çıkarıp, "Bununla yiyeceksin" diyordu sertçe, korkuyla kaşığa uzanıp geri çekiliyordum, sesi küçük abimin sesi gibi çarpıyordu kulağıma, sapında bir yazı okunuyordu kaşığın, "Daha bitmedi yine geleceğiz!" Kanla karılmış kar helvası yedirecekti bana, kar ayağımın altında derinleşiyordu birden, kar uçurumundayım...

Harekátın yedinci sabahı, çelik sertliğinde bitkisel bir inleyişle aralanmış gözlerim, burnumdan yukarı bir koku dumanlanıp incelmiş, hırttşşş, ışşşk! Bıçakla mor diken kesme sesi... Cardiuus marianus-Silybium marianum, bildiğim adıyla Kangal dikeni. Son bir yaprak kalmış defterimde... O yaprağa, çocukluğumda uğradığım ilk haksızlığı; anımsayabildiğim en eski şiddet anımın toprak, kan ve kangal sütü kokusuyla zihnimde canlanışını yazmışım. Ninemden dinlediğim kar masalının kahramanı Çulo’yu...

İlk karın dökülüşü

İlk kar, un inceliğinde kupkuru yağıp dökülür, ineklerin ilk sütü gibi mikrop kırıcı, çocuklar yemesin diye adını ’Köpek kar’ı koymuşlar. Kurtlar, çakallar, tilkiler, kış cinleri ve deliler yer ilk karı. Çulo gibi avuçlayıp ağzına atanlar, üşümez it olup çıplak gezer ayazda, buz boynuzlu, buz dişli Şibidar görünür gözlerine...

Defterimin o son yaprağına işte, Çulo’nun kar yemek suretiyle yer adamlarından yakasını sıyırıp karın tarafına geçmiş olduğunu yazmışım, savaşan erkeklere karşı, gökten bin bulut dökülmüş toz beyaz kardan yana tavır aldığını...

Kangalı keser kesmez gövde kabuğunu soyup oracıkta yemeniz gerekir, lezzet acısı köpüklenir ağzınızda, dudaklarınızın kenarından karamsı yeşil bir sıvı akar, bu sıvıyı elinizle silmek isterseniz yüzünüze kan bulaşır. Dikenli yapraklarından ne kadar korunmaya çalışsanız da batar elinize kanatır.

Rüyada kangal görmek, inkárcının iman etmesine, günahkárın tövbesine, üzüntüden kurtulmaya, borcu ödemeye delalet eder.

"Ama dikenli bitki ve devedikeni üreten toprak yararsızdır, lanetlenmeye yakındır, sonu yanmaktır." (Hebreus)
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!