Güncelleme Tarihi:
Çeteciler cezaevinde bile hesaplaşabiliyor, Meclis ise onları az daha affedecekti
Türkiye ‘‘mafya’’ gerçekliğiyle tanışalı ve çete ilişkilerini hayatın taa içinde yaşamaya başlayalı epey oldu. Ama maalesef Türk Hukuk Sistemi, bu suçlarla, işlendikleri kadar çabuk ve etkin bir şekilde mücadele edemedi. 1 Ağustos'ta nihayet bir ‘‘Antimafya Yasası’’nı yürürlüğe sokan Meclis, bundan sadece bir ay sonra, bu tür suçları işleyenleri affetmeyi ‘‘içine sindirebildi.’’ Sözün kısası, zaten suçlarından dolayı pek yargılanmayan, ceza almayan çeteciler, şimdi de afla birlikte dört ayakları üzerine düşürülecekti. Kamuoyunun yoğun tepkisi ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in vetosundan sonra af topu tekrar mecliste. Cezaevinde bulunan çeteciler ise neredeyse toplu tüfekli meydan muharebesi yapabilecek olanaklara sahip. Geçtiğimiz haftaki hesaplaşmada tam yedi kişi öldü. Aşağıdaki yazı, Türkiye'nin mafya mücadelesinde bir arpanın kaçta kaçı kadar yol aldığının hikayesi...
Emlak Bankası eski Genel Müdürü Engin Civan 19 Eylül 1994 günü bacağından vuruldu. Artık Türkiye'de herkes biliyordu ki ‘‘bacaktan vurmak’’ tipik bir mafya cezasıdır!
Ancak ne tetikçi Davut Yıldız, ne de onu azmettirenler hakkında mafya üyeliği, mafya adına yasadışı eylemlerde bulunmak gibi suçlardan dava açıldı. Olay ‘‘sıradan’’ bir kavgaymış gibi muamele gördü ve şefleri ‘‘adam öldürmeye azmettirmek’’ten; tetikçi de ‘‘silahla adam yaralamak’’tan yargılandı.
Bu olaydan önce de gazeteci yazar Hıncal Uluç, bacağından vurularak cezalandırılmıştı! Gazeteci Ayşe Önal'ı tabancası ateş almadığı için vuramayan Uğur Çakıcı ise Uludağ'da kocasının tetikçisinin kurşunlarıyla sonsuza kadar ‘‘cezalandırıldı’’. Boğaz'da eğlence yerleri, kimliği belirsiz kişilerce ‘‘basıldı’’, kurşunlar sürekli ‘‘cezalandırmaya’’ devam etti. Ancak bu ve benzeri tüm olayların davaları, ‘‘çete’’ bağlantısı kurulmadan sıradan suçlamalarla açıldı.
Oysa Türkiye epey zamandır Amerikan filmlerinden tanıdığı mafya tipi ilişkilerle içiçeydi; büyük ‘baba’lar, küçük 'baba'lar, kabadayılar, kabadayı bozuntuları, babaların ‘kadınları’, onların uluorta işlediği suçlar, toplumun adalet sistemindeki değişimin çoktan ‘‘kötü’’ habercisiydi. Çok sonraları, Susurluk'taki gibi kazalarla, sokak arası otoparklarından devlet kademelerine yayıldığı anlaşılan mafya örgütlenmesi, kendi adalet anlayışını yavaş yavaş yerleştiriyordu. Ancak iş mahkemelere yansıdığında, Türk Adalet Sistemi bu suçu yargılamakta yetersiz kalıyordu. Çünkü mafya tipi örgütler için hazırlanmış özel bir yasası yoktu Türkiye'nin.
NEREDEN ÇIKTILAR
Ordinaryus Profesör Sulhi Dönmezer'e göre mafyanın ortaya çıkmasının en temel nedeni devletin, kamu gücünün, belediyelerin iyi örgütlenmemiş olmasıydı. Sosyolojide bir kural vardı: Kamu gücü olarak belirli fonksiyonlarınızı yerine getiremezseniz, başkaları gelir getirirdi. Ve varolan yasalarla mafya mücadelesi yapılamazdı. Ne olmalıydı? Tabii ki -1 Ağustos'ta yürürlüğe giren gibi- yeni bir yasa! ‘‘Bunu Batı yapmış. Aktif pişmanlık hükümleri var, tanıkların korunması var, cezaları ağır, dinleme izleme yetkileri var.’
Peki 1 Ağustos'a kadar böyle bir yasası olmayan Türkiye, mafya suçlarını Ceza Kanunu'nun hangi maddesinden yargıladı? Yukarıda anlattığımız gibi, uzunca bir süre münferit suçlamalarla yargılandı mafya üyeleri. Yargı, işlenen suçların kimlere, nerelere, hangi nedenlere uzandığını uzun bir süre soruşturmadı. Oysa Avukat Ergin Cinmen, ‘‘Bu adam o adamı niye vuruyor, diye sormaz ve sadece adam yaralamadan yargılarsanız, çetenin şemasına asla ulaşamazsınız!’’ diyordu. Nitekim böyle de oldu.
Neden sonra TCK.'nın o güne kadar çok az uygulanmış bir maddesi keşfedildi: 313. Madde! Bu madde, ‘‘...halk arasında korku, endişe veya panik yaratmak, kasten adam öldürmek veya yağma ve yol kesmek ve adam kaldırmak cürümlerini işlemek için teşekkül meydana getirenler’’i cezalandırıyordu. Ama verdiği ceza sadece üç yıla kadar olan bu maddenin de ilginç bir hikayesi vardı...
MECLİSTE BİR DEĞİŞİKLİK
TCK.'nın 313. maddesine aykırı davranmanın cezası 1991'den önce, 5-8 yıldı. Sonra bakın başına neler geldi:
1990 yılı başı. Abdullah Çatlı o günlerde artık sahte kimliklerle yaşamaktan bıkmıştı. Yine de Soner Yalçın ve Doğan Yurdakul'un ‘‘Reis’’ adlı kitabına göre Ankara'ya geldiğinde ANAP Ankara Milletvekili Alpaslan Pehlivanlı'nın yanına sık uğrayabiliyordu. Bunun nedeni, aynı zamanda Adalet Komisyonu Başkanı olan eski ülküdaşının kendisine bir türlü kurtulamadığı Bahçelievler katliamı davasında yardımcı olmasını istemesiydi. Bir gün umut doğdu: Yakında ANAP kongresi yapılacaktı. Eğer Yıldırım Akbulut kazanırsa büyük ihtimalle Adalet Bakanı olacak olan Pehlivanlı Çatlı'ya söz verdi: ‘‘O zaman bir şeyler yapacağım!’’
Hesapları çarşıya o günlerde uymadı.
6 Haziran 1991. Pehlivanlı ve arkadaşları, meclise bir önerge verdiler: TCK.'nın 313. maddesinde öngörülen 5-8 yıllık cezaların, 1-3 yıla indirilmesini istediler. Yani, ‘‘halk arasında korku, endişe veya panik yaratmak, kasten adam öldürmek veya yağma ve yol kesmek ve adam kaldırmak cürümlerini işlemek için teşekkül kuranlara’’ verilecek en fazla cezanın üç yıla indirilmesini talep ettiler. Gerekçelerinde de, ‘‘Ülkü Ocakları ve devamı olduğu ileri sürülen dernekler, sosyal ve kültürel amaca yönelik olarak kurulmuşlar; fakat, sağcı olarak bilindikleri için, sürekli olarak, solcuların tecavüzlerine maruz kalmışlardır. Ülkücüler muhtemel bir tecavüzden korunmak için silah temin etmişlerse burada 313. maddede anlatılan çeteden bahsetmek mümkün değildir’’ dediler.
O dönem SHP Çorum Milletvekili olan Cemal Şahin buna şiddetle karşı çıktı ama sonuç değil, yasanın öngördüğü cezalar değişti ve indirildi.
KİMLERE YARADI
Peki bu indirim kimlere yaradı?
O sırada, 12 Eylül'den sonra TCK.'nın 146. maddesinden (Anayasal düzeni yıkmak için örgüt kurmak) idam istemiyle açılan MHP ve Yan Kuruluşları Davası sürüyordu. Askeri Yargıtay, benzer birkaç davada bu suçların Anayasa'yı yıkma suçu değil, cürüm işlemek için çete oluşturmak olduğuna karar verdi. Yani suçları 146. maddeyi değil, 313. maddeyi ilgilendiriyordu! Kararlar bu şekilde onaylandı. Zaten meclis de 313.'ün cezalarını indirmişti, cezanın azlığı nedeniyle dava zaman aşımına uğradı! Oysa MHP kararı meclisteki yasa değişikliğinden önce verilmiş olsaydı, Alpaslan Türkeş ve arkadaşları en az 5-8 yıl ceza alacak ve ‘‘sabıkalı’’ sayılacaklardı, yani bir daha parti kuramayacak, milletvekili seçilemeyeceklerdi.
Aynı yasa maddesinden, şimdi de Susurluk Çetesi yargılanıyor ve yukarıda yazılan şeylerin hepsi onlar için de geçerli.
Mafya tipi örgütler ve işledikleri suçlar, dolayısıyla davalar arttıkça, geçmişte MHP sanıklarının 313. maddeden yargılanmasını doğru bulan Yargıtay, geçen yıl ‘‘öngörülen cezaların işlenen suçlar karşısında yetersiz kaldığını’’ belirterek isyan etti.
Sonunda 313. maddeyle Gladyo tipi örgütlerle mücadele edilemeyeceği anlaşıldı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz konuştu: ‘‘Devlet mafya devleti olmaya doğru gidiyor!’’ Yeni bir yasa tasarısı hazırlandı. Ama tasarı bir türlü yasalaşamıyordu. Bugünün Başbakanı Bülent Ecevit itiraf etti: ‘‘Bazı gizli eller bu yasayı meclise indirmiyor!’’
Ve yeni tasarı meclise nihayet indi ve ‘‘Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanun Tasarısı’’ yasalaştı. Tabii bundan sonra işlenecek suçlar için. Peki o yeterli mi? Kimi hukukçulara göre hayır... Ayrıca şimdiki tartışma bu bile değil, bu hafta Bayrampaşa'da olduğu gibi cezaevinde bile silahlı çatışma yapabilen çeteciler belki de affedilecek... Belki de Mesut Yılmaz'ın üst paragraftaki sözü hálá geçerli, belki de Bülent Ecevit'in dediği ‘‘bazı gizli eller’’ af yasasını meclise indirdi!
BU HALİYLE YETERLİ DEĞİL
İki ay önce yasalaşan ‘‘Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanun Tasarısı’’, yürürlükteki haliyle yeterli mi? Avukat Ergin Cinmen, ‘‘Hayır’’ diyor. ‘‘Bir kere yöneticilere 3- 6 yıl, üyelere 2-4 yıl, bu cezalar komik. Devleti tehdit etmenin cezası bu kadar az olamaz!’’ Ona göre cezaların TCK.'nın 168. maddesindeki sınırlara çekilmesi gerekiyor. Çünkü sözkonusu olan suçlar devlete karşı işleniyor! Bu madde ‘‘silahlı çete kuranların, üyeyse 10-15 yıl, kurucu ya da yöneticiyse 15-30 yıl’’ cezalandırılmasını öngörüyor. Cinmen'in diğer eleştirileri şöyle:
Birtakım çevreler bu yasanın ajan çalıştırma, dinleme vs. gibi yöntemlerini ağır buluyor. Ama bu suç tipi ele alındığında bunların kullanması elzemdir. Kim bu suçları işlemiştir geçmişte? Birinin eski bakan olduğu iddia ediliyor, diğeri milletvekili, müthiş siyasi nüfuzları var. İşadamları var. Devletin kolluk gücü klasik yöntemlerle onlara yetemez.
16. madde ‘‘olağanüstü usul kurallarını’’ sadece mafyetik suçlara hasretmiyor. Terörle mücadele kapsamına giren suçlara da, kültür ve tabiat varlıklarına aykırılık suçlarına da, ateşli silah kullanma suçuna da olağanüstü koşulların uygulanmasını öngörüyor. Olağanüstü usül koşullarının bu kadar geniş tutulması insan haklarıyla ilgili ciddi kuşkular doğurur, dünya bunu sadece mafya suçlarında kullanır. Bizde zaten herkesin telefonu dinleniyordu, iyice yasallaştı.
Daha önce dokunulmazlıkları düzenleyen 83. maddenin kaldırılmasıyla ilgili teklife doğal olarak o sırada henüz çıkarılmamış olan mafya örgütleri dahil edilmemişti. Şimdi yapılması gereken antimafya yasasının da bu değişiklik teklifine katılması ve mafya suçu işleyip dokunulmazlık zırhından yararlanan milletvekillerinin de meclis kararı çıkmadan yargılanabilmesinin sağlanması...