Güncelleme Tarihi:
TBMM Genel Kurulu’nun 26 Aralık 1925’teki oturumunda “Rumi Takvimin ilgası ile beynelmilel takvimin resmi Devlet Takvimi ittihazı hakkındaki kanun tasarısı” görüşmeleri yapılıyor. “Reis” unvanıyla Refet Bey, başkanlık koltuğunda.
Burada bayram, orada değil
Teklifin, “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde resmi Devlet takviminde tarih mebdei (başlangıç) olarak, beynelminel takvim mebdei kabul edilmiştir” maddesi oy birliğiyle kabul ediliyor. İkinci madde, “1341 senesi Kanunuevvelinin 31’inci gününü takip eden gün, 1926 senesi Kanunusanisinin birinci günüdür” yani “31 Aralık 1341’in ertesi günü artık 1 Ocak 1926” olacak; oy birliğiyle kabul ediliyor. Tasarının, “Hicri kameri takvim öteden beri olduğu üzere ahvali mahsusa da kullanılır” şeklinde düzenlenmesi beklenen 3’üncü maddeye geçildiğinde ise Malatya Milletvekili Mahmut Nedim’den bir “ekleme” teklifi geliyor. Mahmut Nedim, “Üçüncü maddenin nihayetine ‘Hicri kameri ayların mebdeini rasathane resmen tespit eder’ fıkrasını ekleyelim” diyor. Teklifini savunması için kürsüye çağrılan Nedim’in gerekçesi ilginç: “...Bugünkü ayların değil, bundan beş yüz sene sonraki ayların günlerini tespit etmek mümkündür. Halbuki bugün vaziyet nedir? Burada bayram oluyor, öbür tarafta olmuyor. Sonra Ramazan günlerini tayin etmek için de müşkülata maruz kalıyoruz. Bütün memleketin içinde umumi bir hercümerç oluyor. Fennin terekkiyatı (gelişimi) karşısında ayın bugününü bilmiyorum demek veyahut iki adam gitsin de mahkemeden ilam alsın ondan sonra bayram olsun, bu doğru değildir...Bu rasathanece müspet ve muayyendir. Bütün Türkiye’de muharremin birinci günü şudur, seferin birinci günü budur, ramazan şu gündür diye ilan edilir ve bu suretle ayların birinci günü nihayetine kadar tespit edilir ve teşevvüşten de kurtuluruz.”
Türk heyetine ne oldu
Söz sırası Doktor Rıza Nur’da; Lozan’daki görüşmelerle ilgili önemli bir ayrıntıyı paylaşıyor ve Mahmut Nedim’in teklifine destek istiyor: “...Her millet, herkes bayramının ne vakit hangi günde olacağını bir ay evvel, bir sene evvel bilir. Biz bilemiyoruz... Bugün hazırlanıyoruz, ayı göremiyorlar, olmuyor, haydi öbür gün gene görülmüyor. Belki üç gün teehhür ediyor. Yahut hesap ediyoruz, Cuma günü diyoruz, haydi görmüyorlar. Çarşamba oluyor. Bazen de görmeden şahadet ediyorlar. Haydi bayram iki gün evvel oluyor. Halbuki bayrama hazırlanmıştık...”
“... Bu Lozan’da bizim başımıza geldi. Karşımızdaki murahhaslar bize cemile yapmak için tatil yapacaklardı. Bayramınız ne vakittir, diye sordular. Biz de söyleyemedik, çok ayıp oldu. Heyeti celileden çok rica ederim. Allah aşkına bu tespit edilsin. Biliyorsunuz ki çok söz söylediğim yoktur, fakat bunu çok mühim gördüm...Fenni bir şekilde tespit edilsin, biz de bu ayıptan kurtulalım...”
Çobanın dağ başında gördüğü
Trabzon Milletvekili Muhtar Bey de teklifin lehine söz alanlardan: “...Şimdi ramazan, bayram ne gün olacaktır, diye iki yalancının dağdan gelip ayı gördüm, görmedim, diye şahadet etmelerine tabiiyet edeceğimize, çok rica ederim rasathanenin mukarretanı (kararını) kabul edelim. Binaenaleyh rasathanenin böyle saniyesine kadar tespit edilebileceği fenni bir mesele dururken, artık köyde bir çobanın dağın başından ayı görüp görmemesine milleti tabi tutmak çok ayıp olur...”
Tasarı, Mahmut Nedim Bey’in teklifi ve “Takvimde tarih mebdeinin tebdili hakkında kanun” adıyla kanunlaşır. 698 sıra numarasıyla 2 Ocak 1926 yılında Resmi Gazete’de yayımlanır. Kanunun yürütücülüğü ise Diyanet İşleri Başkanlığı ve Kandilli Rasathanesi üstlenir. Meraklısı için bir not daha verelim: Mahir Öztaş’ın ilk öykü kitabına da isim olan “Ay Gözetleme Komitesi” öyküsü. Yolunuz bugünlerde bir kitapevine düşerse bence sorunuz.
Fİtreler Somali’ye
DİYANET İşleri Başkanlığı’nın başlatmış olduğu “Her Evden Bir Fitre Bir İftar Afrika’ya” kampanyasında elde edilen fitrelerin Somali’deki dağıtımına devam ediliyor. Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdür Yardımcısı İsmail Palakoğlu ve Dış İlişkiler Müdürü Mustafa Tutkun’un verdiği bilgilere göre bugüne kadar beş uçak bölgeye ulaştırıldı. Geçtiğimiz hafta yola çıkan yardım gemisinin de bayram sonrası bölgeye ulaşması planlanıyor.
Mogadişu bizi bekliyor
Kampanya kapsamında kıtaya ulaşan ayni yardım toplamı bin 470 tonu bulurken, yardım yapılan aile sayısının 55 bini geçmesi bekleniyor. Yardımların yanı sıra Somali’nin güney kesimlerinden kamplara gelen insanların geri dönebilmeleri için tarım arazilerinin kullanımı ve su kuyularının açılması çalışmalarına da devam ediliyor. Sınır bölgelerinde ve başkent Mogadişu’da oluşturulan 50 kampta toplam 100 bin insan ise yardım alabilmek için bekliyor. Öte yandan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de yerinde incelemelerde bulunmak üzere geçtiğimiz hafta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ekibiyle Mogadişu’ya gitmişti.
Komşu komşuya sıkıntı vermemeli
BİR adam Hz. Peygamber’e gelerek komşusunu şikâyet eder. Efendimiz de “Sabret.” Diyerek onu geri çevirir. Ancak adam üç kez üst üste aynı sebeple Reasûlullah’ın huzuruna gelir ve komşusunun kendisine hâlâ eziyet ettiğini söyleyince, Hz. Peygamber “Ev eşyalarını al ve onları yola at. Birisi yanından geçtiğinde, ‘Komşum bana eziyet ediyor.’ de. Bu durumda komşun kınanacaktır.” Buyurur. O da Rasûlullah’ın bu tavsiyesini yerine getirir ve bir süre sonra insanlar onu rahatsız eden komşuya beddua etmeye başlarlar. Bunun üzerine şikâyet edilen şahıs Hz. Peygamber’e gelip, “Yâ Resûlallah, insanlar bana neden böyle davranıyorlar?” diye sorar. Sevgili Peygamberimiz, “Nasıl davranıyorlar?” dediğinde de, “Bana beddua ediyorlar.” diye cevap verir. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz, “İnsanlardan önce Allah seni kınamıştır.” Der. Söz konusu şahıs, “Bir daha böyle bir şey yapmayacağım.” diyerek pişmanlığını ortaya koyar. Şikâyet eden kimseye de, “Artık benden hoşlanmadığın bir şey görmeyeceksin.” şeklinde teminat verir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 122-123, no: 5153; İbn Ebî Şeybe, Musannef, Edeb, 10, no: 25410)
İSLAM, ENGELLİLER VE SORUNLARI (I)
Doç. Dr. İsmail Karagöz
“Görme engelliye güçlük yoktur, bedensel engelliye güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur.” (Fetih, 48/17)
İnsanlar dünya hayatında daima imtihan halindedirler. Bu husus Kur’ân’da pek çok ayatte açıkça bilin-dirilmektedir. Mesela Bakara suresinin 155. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “(Ey insanlar!) Andolsun ki biz sizi biraz korku ve açlıkla bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz.”
Bu ilahi buyruğun tezahürünü her zaman fert ve toplum hayatında görebiliyoruz. Kimileri yoksullukla, kimileri hastalıkla, kimileri işsizlikle, kimileri de engellilikle imtihan edilmektedir. Bazen bir aile dramı, bazen bir kaza, bazen de doğal bir afetle çıkmaktadır bu imtihan karşımıza. İmtihanı kazanmak da mümkün kaybetmek de. İmtihanı kazanmak için çalıp çapalanması gerekirken “Niçin bunlar benim başıma gelmektedir?” diyerek isyana edenler de olmaktadır. Bilelim ki bu insanlar, imtihanı kaybetmektedir. Hayatı olduğu gibi kabul eden, dikenin yanında gülü görebilen, başa geleni hayırla karşılayabilen, olumsuzlukları olumluya çevirebilen, bardağa daima dolu tarafından bakabilen, Yaratan ve yaratılanlarla iyi ilişkiler kurabilen insanlar imtihanı kazanmaktadır.
Musibetler yanında nice nimetleri de vardır yüce Rabbimizin, bunu her zaman görebilmeli ve takdir edebilmeli insan. Yaratan O, yaşatan O, sayısız nimetler veren yine O. O’na kulluk edebilen, ibadet edebilen, nimetlerine şükredebilen, musibetlerine sabredebilen insanlar kazanmaktadır hayatta daima. Önemli olan Allah’ın rızasını, O’nun cennet ve nimetlerini kazanabilmektir.
Hiçbir nimet külfetsiz olmamaktadır. Bu ilahî bir kuraldır. Sıkıntılara göğüs gerebilmek hesapsız derecede sevap kazanmamızı sağlamaktadır. Yukarıdaki imtihan edildiğimizi bildiren ayetin devamında yüce Rabbimiz sabırlı olmamızı ve sabredenlerin müjdelenmesini istemektedir: “(Ey Peygamberim!) Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphe-siz ona döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”
Zümer suresinin 10. ayetinde “Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız derecede verileceği” bildirilmektedir. Zorluk, musibet, hastalık ve sıkıntılarla baş edebilmek ve çalışmalarda başarılı olabilmek ancak sabırla mümkün olmaktadır. Sabır, başarının ve mutluluğun anahtarıdır. Çünkü sabır, aydınlıktır, huzurun kaynağıdır. Sabreden insan daima huzur içinde olur. Sabreden zafere erer. Sabır, en hayırlı, en iyi nimettir. Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Kim sabretmek isterse Allah ona sabır ihsan eder.” (Ahmed, I, 307)
“Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha çok nimet verilmemiştir.” (Buhârî, Rikâk, 20, VII, 183) “Bilin ki hoşlanmadığınız şeylere sabretmekte çok hayır vardır, başarı sabırla olur” (Ahmed, I, 307)
Yüce Allah, peygamberlerine sabrı emretmiş, müminlerin de sabırlı olmalarını istemiş ve Kur’ân’da akıllı kimselerin Allah rızası için sabrettiklerini bildirilmiştir. Dolayısıyla hastalıklar ve musibetler karşısında tahammüllü olabilmek, sıkıntıları yenebilmek, tedavide başarıya ulaşabilmek ancak sabırla mümkün olur. Tedavisi mümkün olmayan hastalıklar ve özürler karşısında feryat etmeden sakin ve huzurlu olabilmek, inanç ve sabırla mümkün olur.
Sabrın mükafatı cennettir. Sahabeden Enes b. Mâlik’in Hz. Peygamber’den naklettiği kutsi bir hadise göre Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İki gözünü kastederek ben kulumu iki sevgilisiyle imtihan ettiğimde o buna sabrederse, iki göze bedel olarak ona cenneti veririm.” (Buhari, Merdâ, 7, VII, 4) “Kimin iki sevgilisi (yani gözünü) alır da, buna sabreder ve ecrini Allah’tan umarsa, sevap olarak cennetten başka bir şeye razı olmam.” (Tirmizî, Zühd 57, No: 2400–2401, IV, 602-3)
Sabretmek; hastalanınca tedavi olmamak, bir musibete maruz kalınca tedbir almamak, maddî ve ma-nevî sıkıntılardan kurtulmak için çarelere başvurmamak anlamında değildir. Sabır, Allah’a isyan etmemek, bir imtihan geçirdiğinin bilincinde olmak, hata ve kusurlarını gözden geçirebilmek, olayları metanetle karşılayabilmektir.