OluÅŸturulma Tarihi: Mart 13, 2000 00:00
LE FRANÇAIS QUİ ESSAIE DE DÉFENDRE PROUST*Öğleden sonra, ve bir 5-mat-fen dersinin hemen ardından olabilecek en kötü şey nedir? Hiç kuşkusuz Marcel Proust'u tartışmak!..Aynen bu oldu işte...
Galatasaray Lisesi'nin son sınıfındayız... Felsefecimiz Rousseau'nun düşüncelerini elinden geldiÄŸince bize anlatmaya çalışıyor. Fransız (bundan sonra Felsefeciye Fransız diye hitap edeceÄŸim) dersi fena götürmüyor. BaÅŸlarda günün iyi biteceÄŸini sanıyor çünkü konuyu iyi bir ÅŸekilde ele alıyor. Ama birden Marcel Proust kelimesi küçük sınıfımızın duvarlarında yankılanıyor... Bir anda alarm durumuna geçiyorum. Zaten hakkında pek güzel düşüncelerimin olmadığı bu adam üzerine daha bir önceki gün bir yazı okumuÅŸken ve sabah iki ayrı sınav atlatmışken adını bir kez daha duymak tüylerimi diken diken ediyor. Gerçi Rousseau'dan buraya baÄŸlantı kurmak fazla zor deÄŸil ama ilk anda Fransız'a kızıyorum, ÅŸimdi ne gerek vardı ki?..Durum gerçekten içacıcı deÄŸil. Tüm soydaÅŸ felsefecileri gibi doÄŸal olarak bizimki de Proust'a çok önem veriyor ve tahtaya "A la Recherche du Temps Perdu" (=GeçmiÅŸ Zaman PeÅŸinde) yazıyor ama ne benim ne de diÄŸerlerinin Proust ve Rousseau üzerine karşılaÅŸtırmalı bir entellektüel aktivite içinde yeralmamıza pek olanak yok. Ben de, Fransız tahtaya Proust'un en önemli eserinin adını yazarken ÅŸunu soruyorum: "Mösyö, acaba bu 'kitabı' Fransızca olarak okuyup bitirme ÅŸansımız var mı?" Aslında Türkçesini bile okumanın neredeyse olanaksız olduÄŸunu çok iyi bilmeme raÄŸman 8 yıldır Fransızlarla iç içe olmamdan dolayı soruyu zorlaÅŸtırıp soruyorum çünkü biliyorum ki cevap vermekte güçlük çekecek ve büyük bir olasılıkla kaçamak bir cevap verecek.-"Duymadım" diyor (aslında çok iyi duydu ama nasıl cevap vereceÄŸini düşünüyor) .Soruyu tekrarlıyorum. Yüzüne hafif bir gülümseme yerleÅŸtirerek:-"Biraz istekli ve azimliysen, var tabi"diyor. Evet, Fransız gerçekten böyle cevap veriyor. Çünkü düğer tüm Fransızlar gibi kahramanlaÅŸtırdıkları kiÅŸiye toz kondurmuyorlar. Halbuki dünyanın, okuması en zor kitabı bu. Ardından iki sıra yanımdaki bir arkadaÅŸ:-"Siz bitirdiniz mi?"diye sorunca, Fransız yine gülümseyerek ve biraz mahcup bir tavırla:-"Henüz bitiremedim"diyor. Sınıf kahkahalara boÄŸuluyor ve bu da bir Fransız'ın en sevmediÄŸi ÅŸey. Fransızlar eÄŸer karşılarında geniÅŸ bir topluluk tarafından alaya alınırlarsa gerçekten bozuluyorlar ve kızarmaya baÅŸlıyorlar. Bazen niye gülündüğünü anlamadıkları yönünde jestler yapıyorlar bazen de gerçekten anlamıyorlar. Bizim Fransız da niye güldüğümüzü anlamıyor ve bir açıklama yapıyor:-"Zaten, yanlış bilmiyorsam eÄŸer, ÅŸu an yaÅŸamakta olan ünlü Fransız düşünürlerinden sadece on üçü 'kitabı' bitirebilmiÅŸ."Ve böylece iyice köşeye sıkışıyor ama öldürücü darbeyi vuramıyoruz, çünkü derhal durumu düzeltiyor ve konu Proust'un ünlü madlen(kek)ine geliyor."Eyvah" diyorum içimden, bu adam ciddi galiba ve daha 60 dakika var! Ben bir 60 dakika daha Proust çekemem...Bu dakikadan sonra Fransızları düşünmeye baÅŸlıyorum. Zaten pek sevmediÄŸim bu topluluÄŸun kötü yönlerini bulmaya çalışıyorum. Bizim Fransız'ın az önceki halini hatırlıyorum. Ve daha önce duyduÄŸum birÅŸey aklıma geliyor: "Fransızlar 2. Dünya Savaşı'nda ülkenin kuzeyini kaybettikten sonra, nihayet, savaÅŸmaya karar veriyorlar. Bunun iki ana nedeni var: Paris'i kurtarmak ve kendileriyle toptan dalga geçen Alman askerlerine karşı yavaÅŸ yavaÅŸ biriken öfkeleri. Belki de Fransızların makaraya alınmaya karşı hassas olmaları da bu yüzden.Fransız bir yandan konuÅŸmaya devam ediyor... Bugüne kadar Proust'un sadece üç bine yakın mektubunun yayımlandığını söylüyor; bu mektuplardan nelerin çıkarılabildiÄŸini anlatıyor...Peki Fransızlar tarihin en önemli 3 otobiyografisinden birini yazdığına inandıkları bu adamı -ki 'GeçmiÅŸ Zaman PeÅŸinde' aslında bir otobiyografidir- nasıl olup da bir "kahraman" sayabiliyorlar? Kahraman sayıyorlar... Çünkü Fransızlar 2. Dünya Savaşı ve sonraki yıllarda kendilerinde bir eziklik duygusu hissetmiÅŸ ve bu duyguya büyük bir sevgiyle baÄŸlanmışlardı. Çok uzun süre pasif kalan bu halk -ki tapma derecesinde sevdikleri Paris'i bile kaybeden ve bu ÅŸehri kaybedince hayata zamanın lideri Pétain gibi küsen bu insanlar- öbür milletleri felsefi ve kaotik düşünce yollarında yenmeyi seçtiler. Zira DuGaulle onları ateÅŸlemeseydi belki de bugün Dünya üzerinde Fransa diye bir ülke bile kalmayacaktı... Gerek hafif hafif baÅŸlayan direniÅŸleri gerekse ABD, Kanada ve Britanya Krallığı'nın çabaları onları daldıkları bu depresyon kuyusundan kurtardı.Aslında bu olaydan çıkarılabilecek bir baÅŸka sonuç da Fransızların "lider"lere kolaylıkla inanıp baÄŸlanma ve O'nunla beraber ölüme dahi gidebilme yeteneÄŸine sahip olmaları (Pétain örneÄŸi).Asıl konuya dönersek Fransız düşünürlerinin en büyük çabası topraklarından çıkan tüm düşünce ve fikir kitaplarını yüceltmektir. Özellikle karmaşık, farklı ve yenilikçi bir düşünce varsa bu eser onların "1 Numarası" olur. Çünkü pek de anlaşılabilir olmayan bu yeni fikirleri dışarıya ihraç edip öbür milletlerinin entellektüel faaliyetlerini sekteye uÄŸratmak onların bir anlamda 1. Dünya Savaşı'ndan kalan intikamlarını almalarını bir diÄŸer anlamda ise onların ne kadar üstün bir ırk olduklarını kanıtlamaktadır. Zira onlar böyle eserler üretebilmekte ve daha da önemlisi bunları anlayabilmektedir.Evet, tüm bu fikirler tek tek aklımdan geçti ve farkettim ki Fransız Proust'u bir yana bırakmış, Türkçe'deki tam karşılığı "Kayıp Zamanın 'Arayışı'nda" olan bu 'kitabı' da anlatacağı bir teze örnek olsun diye seçmiÅŸ. Ama bu örnek benim tüm dersi kaçırıp Fransızlar üzerine bu kadar kafa patlatmama yetip arttı... KaybettiÄŸim zamanı aramaya da çıkmadım... Çünkü zil çaldı ve Proust'un düşündüğü gibi en küçük mutluluk bile sonsuza kadar var olur ve utluluk 5 dakikalık bir tenefüste bile elde edebilir.(*) Proust'u savunmaya çabalayan FransızCihan SALÄ°M13 Mart 2000, Pazartesi Â
button