Güncelleme Tarihi:
Kelimenin tam anlamıyla ‘‘Dünyanın ucu’’na diyemeyeceksem de, ‘‘tepesine doğru’’ gittim, diyebilirim rahatlıkla. Hatta bunu kanıtlayabilirim. Elimde kapı gibi sertifikam var; Finlandiya'nın Laponya Bölgesi'nin Başkenti Rovaniemi'den ‘‘Kutup Çizgisi’’ni geçip ‘‘Kuzey Kutup Dairesi’’ne adım attığımı gösteriyor! Biraz daha ileri gidince ‘‘Sıfır Noktası’’na, yani dünyanın zirvesine ulaşmam mümkündü. Ama bunu yapmadım, orada kaldım. Çünkü orası, ‘‘Başka bir şey’’di...
Finlandiya'nın Rovaniemi kentinden Kuzey Kutup Dairesi'ne girdik!
‘‘Gecesiz’’ gecelerin ya da ‘‘Geceyarısı Güneşi’’nin ülkesi. Öyle bir gece yarısı ki, bir kahve içimlik sürede güneşin batışını ve aynı zamanda doğuşunu seyredip, sonra yeni güne bir nehir botunda 'erken' sabah kahvaltısıyla başlayabiliyorsunuz. Yaklaşık 24 saat güneşlenip, her türlü su sporunu deneyebiliyorsunuz. Yazın tabii. Yılın sadece iki-üç ayı, ama olsun. Doğa, aynı yıl içinde, aynı yerde, bunun tam tersini de yaşatıyor, gündüz saatleriyle gece saatlerinin yerini değiştiriyor, ama yine olsun. Orası kontrastlar ülkesi ve dünyada ‘‘geceler’’i sevenlerin sayısı da hiç az değil.
Evet, Finlandiya, güneşin yazları batmadığı, sadece batar gibi yapıp yeniden doğduğu ülke. Ama ben oraya ‘‘baharda’’ gittim. Fin baharında! Hava sıcaklığı (Ya da soğukluğu!) hâlâ sıfırın altında seyrederken. Yerde, şehir dışına doğru yüksekliği yer yer bir metreye varan bir kar varken. Kenti ortadan bölen Kirkonjyrhama Nehri, buzdan geniş bir bulvar gibi uzanıp, bembeyaz ve uçsuz bucaksız görüntüsüyle insanın içini ferahlatırken. Yaşlı teyzeler, genç sevgililer onun üzerinde akşamüstü kayağına çıkmışken... Oraya bahar gelmişti.
Biz de baharda ‘‘Kutup Safarisi’’ yaptık. Elektrolux firmasının, geçen hafta Türkiye'deki en başarılı 30 bayisine ödül olarak sunduğu Kutup Safarisi, oldukça zorlu ama bir o kadar da keyifli geçti.
Biz de Türkiye'de baharı çok beklemiştik, tam da gelmişti. Ama onu ardımızda bırakıp kara koştuk. Üç uçak yolculuğu (Amsterdam-Helsinki-Rovaniemi) boyunca hava giderek soğudu. Son uçaktan inince ayağımızı kara bastık. Daha doğrusu buza.
Rovaniemi, beş milyon nüfuslu Finlandiya'nın sekizinci büyük kenti. Ama daha çok bir kasabaya benziyor. Kentte 35 bini merkezde olmak üzere sadece 55 bin kişi yaşıyor. Sokaklar bomboş. Binaları, vitrinleri, günlük hayatı ve insanlarının hali tavrıyla Rovaniemi, AB üyesi bir ülkeden çok, Sovyet kentini andırıyor. Komşunun 110 yıllık egemenliğinin etkisi. İnsanların, akşamüstü bari'lere (Bildik uluslararası sözcüklere i harfi eklemişler: Bari, Posti, Presenti) takılıp zil zurna sarhoş olmak ve sonra diskoteğe gidip zil zurna dansetmekten başka pek bir eğlenceleri olduğu söylenemez. Yani kent hayatı çok sıkıcı.
Ama dışarısı hiç öyle değil. İnanılmaz ağır doğa koşullarını, uzun, soğuk, karanlık kışı müthiş bir turizm organizasyonuyla yaşayan bir şeye döndürmüş Finliler. Ren geyiği ve Sibirya Husky'lerinin çektiği kızaklarla ‘‘Sevebilirsiniz ama yemek vermeyin’’ gezintisi, Kutup Dairesi'ne ‘‘Bundan sonra şansınız açılacak’’ turu, kar motosikletleriyle ‘‘Yarış yapmak tehlikeli ve yasaktır’’ yolculuğu, bunlardan birkaçı sadece.
Biz ilk olarak Kurivaara Tepesi'ni fethettik. Yürüyerek! Ayaklarımızda, yürümeyi kolaylaştırdığı mı, zorlaştırdığı mı, belli olmayan Lumikenka'larla, yedi kilometrelik bir
tırmanış, ara sıra kayıp düşüş ve zirve! O gün otobüs, otomobil gibi ulaşım araçlarına veda ettik. Kar motosikletli, kızaklı günler başladı.
Kar motosikletleri bizi ilk olarak ren geyiği kızaklarına götürdü: Gerçek birer Lapon gibi yaşayan Bay Matti ve çocuklarının ren geyiği çiftliğine... Ve Kuzey Kutup Dairesi'ne ilk adımımızı o çiftlikteki tahta Lapon çadırında attık, ren geyiği kızaklarını orada kullandık ve kullanma ehliyetine de orada hak kazandık. Bay Matti, çadırda, ateşin önüne oturmuş bizi bekliyordu. Çiftlik sahibinden çok bir büyücüye benziyor ya da büyücüyü oynuyordu. Ateşin üzerinde sallanan zincir tam ‘‘çizgi’’deymiş. Onu bir adım geçen Kutup Dairesi'ne girdi.
Ama Bay Matti'nin elinden hemen kurtulmak mümkün değildi. Elinde bıçak peşimize düştü; inanışa göre içimizdeki ‘‘Kötü Kan’’ı çıkarmak için enselerimize birer çizik atacakmış... Neyse ki kesiyormuş gibi yaptı, ardından ren geyiği sütünden birer yudum içirdi, sonra da yeniden dünyaya gelirsek ren geyiği olarak geleceğimize inanıldığı için, alınlarımıza alevin isinden ikişer boynuz kondurdu. Ren geyiği boynuzlu bizler, şu sıralar boynuzlarını düşürme dönemini yaşayan boynuzsuz ren geyiklerinin çektiği kızaklarla geziye böylece çıkabildik.
Gündüz yolculukları, ritüeller, yemekler, kar üstünde ama güneşin altında yürüyüş, hayvanlar ve manzaralar çok güzeldi. Ya geceler? Roveniemililer, akşamüstü (Güneş 21.30'da batıyordu) bari'lere atıyorlar kendilerini ve hemen sarhoş oluyorlar. Oldukça demode kıyafetleriyle, oldukça demode tekno müzikler dinleyip dansediyorlar. Bir kısmı da salon danslarına çok düşkün. Düşkün oldukları bir başka şey ise sarışın olmayan insanlar. Ülke genelinde ve özellikle eğlence yerlerinde kadın nüfusu erkekleri çok aşmasına rağmen, saçları sarı olmayan her kadının arkadaş bulma şansı çok yüksek. Bunun için her yol deneniyor; serenad bile!
Finlandiya, soğuk, kışın karanlık, karın dokuz ay yerden kalkmadığı bir ülke. Yılın birkaç ayı dışındaki zamanda tüm denizler, göller, nehirler donuyor. Baltık denizinden yürüyerek İsveç'e gitmek mümkün olabiliyor yani. Ama ülke tam da bu özellikleriyle ‘‘farklı’’. Ve kış turizmi bu nedenle çok gelişmiş. Yazın ise, galiba ‘‘rüya gibi’’: 21 Haziran'da gündüz tam 48 saat sürüyor. Sonraki gün, güneş sadece iki dakikalığına batıyor, sonraki gün beş dakika... Ve geceler yaz boyunca böyle böyle uzuyor. Tabii ki kışın tam tersi oluyor; uzun geceler günleri boğuyor. Bu nedenle insanlar bahara oldukça yorgun ulaşıyorlar.
Ama yerde kar olsa da güneş yüzlerini güldürüyor. Karlar çok soğuk, ama güneş çok sıcak oluyor. Galiba hayat da aynen böyle...
GEYİKLER İNSANLARDAN ÇOK
Finlandiya'nın Laponya bölgesinde 200 bin insan yaşıyor ve fakat 220 bin ren geyiği... 7300 civarında geyik sahibi var ve sahipsiz geyik yok, dolayısıyla isteyen avlayamıyor. Finli rehberimiz örnek vererek konuşan insan türünden: ‘‘Bu benim İstanbul'a gelip, otomobilinizi havaya uçurmama benzer’’ diyor. Yılda iki kez ormanda belli bölgelerde toplanan ren geyikleri, kulaklarından damgalanıyor, soy ağaçları çıkarılıyor, böylece takibe alınıyorlar ve tekrar doğaya bırakılıyorlar. Altı aylıkken kesiliyorlar.
YEMEKTE DE GEYİK
Ünlü Besteci Jean Sibelius'un, saunanın, Husky'lerin, somon balığının, çeşit çeşit dağ çileklerinin ve onların 'çarpan' votkasının vatanı Finlandiya, en çok ren geyikleriyle ünlü. Çiftlikte ren geyiği kızağı ile beyaz ve sessiz ormanın içinde bir kilometrelik huzur yolculuğuna çıkanlar, geri döndüklerinde Bay Matti'nin kızlarından öğle yemeklerini alıyor. Ren geyiği eti ve yanında garnitür olarak dağ çileği, evde yapılan alkolsüz bira ve çay. Ren geyiği eti vitamin, mineral, protein açısından oldukça zengin ve diğerlerine göre daha pahalı.
HUSKY LİDERİ MİKİ
Finlandiya'da 15 Husky çiftliği bulunuyor. Aki'nin çiftliğinde tam 86 Husky var. Hepsinin de bir adı... Aki, karısı ve çocukları hepsini tek tek tanıyor ve adıyla çağırıyor ve çok seviyorlar. Husky'ler koşmak için eğitiliyor. Eğitim bir yaşında başlıyor ve üç yıl sürüyor. Sonunda bir lider seçiliyor. Kızakları çekerken liderler başa, tercübesizler ortaya, daha iyi durumdakiler ise arkaya alınıyor. Kızakları 8-12 köpek çekiyor. Bizim turun lideri Miki'ydi. 13 yaşında. Hala çok iyi bir lider, ama yaşı dolayısıyla kulaklarında duyma problemi başlamış.
FİNLANDİYA'NIN YERLİLERİ
Türkiye'nin doğu-batı sorunu gibi Finlandiya'nın da kuzey-güney sorunu var. Laponya'ya Finlandiya'nın geri kalmış bölgesi denebilir. Aslında ülkenin yerlileri Laponlar, Türkler gibi Orta Asya'dan gelip Finlilerden önce yerleşmişler oraya. Ama şimdi ülkenin kuzeyine sıkışmış durumdalar. İsveç ve Rusya'da yaşayan Laponlar da var ama Finlandiya'da yaşayanların sayısı sadece altı bin civarında. Özerkliklerini henüz dört yıl önce almışlar. Daha önce kendi dillerinde eğitim görmeleri bile yasakmış.
NOEL BABA'YI ZİYARET
Rovaniemi'nin kuzeyindeki Noel Baba Köyü'ne kar motosikletleriyle kilometrelerce yol yaparak gittik. Artık Kutup Dairesi'nin (Arctic Circle) tam da içindeydik. O noktadan dünyanın önemli şehirlerinin yönünü ve uzaklığını gösteren tabelada elbette Ankara ya da İstanbul yoktu! Olsundu, Noel Baba evinde bizi bekliyordu. Her türlü turistik atraksiyona rıza gösterip onunla fotoğraf çektirdik, özel postanesinden, özel ‘‘Kutup Dairesi Damgalı’’ kartlar attık özel sevdiklerimize. Noel Baba ‘‘Aslında kendisinin Türkiye'de, Demre'de doğmuş olduğu’’ şeklindeki görüşle ilgili fazla yorum yapmadı, ‘‘Fakat burada yaşıyorum’’ gibi politik bir cevapla geçiştirdi soruyu.
HUSKY'LERLE ORMAN GEZİNTİSİ
Laponya'nın Husky'leriyle, yine donmuş nehrin uzak bir noktasında buluştuk. Onlar için zor günler başlamıştı, çünkü havalar ısınıyordu. Çiftliğin sahibi Aki Halck, bir Husky için en uygun sıcaklığın eksi 25 olduğunu söyledi. Yine de ses çıkarmadan çok keyifli bir uzun tur attırdılar bize, nefis kar manzaralı ormanın içinde. Bir yandan kar yiyor, bir yandan koşuyorlardı, durdukları anda da kendilerini kara atıyorlar ve havlamaya başlıyorlardı. Sadece Fince biliyorlardı; dolayısıyla kızağı sürecek olanlar Fince sağ (Oikida) ve sol (Vasen) demeyi (Daha doğrusu bağırmayı) öğrendiler önce... Bu turun mönüsü somon çorbası ve ateş üzerinde Aki'nin el çabukluğu marifet yaptığı krepti. Yemek müziği olarak Husky senfonisi vardı. Köpek fobisi olanlar için ‘‘gergin’’ bir yolculuktu.