Güncelleme Tarihi:
“Her gelen orada istediği kadar yayılırsa Kâbe’nin mehabeti kalmaz...”
İmamı Şâfiî (ölm.204/820), Peygamberimize salât ve selamın her ağız açıldığında telaffuzuna aynı gerekçeyle karşı çıkmıştır: Mehabeti kalmaz.
Yani saygınlığı, iç dünyaya nüfuz gücü yok olur, sakıza döner. Bu sakıza dönüş önlensin diyedir ki, İmam Şâfiî gibi bir din büyüğü şöyle diyebilmiştir:
“Bir insan, bir mecliste bir kez salât ve selam getirse yeter. Ömründe bir kez getirse yine yeter...”
Bu satırların yazarı, ‘Allah’ kelimesini çok az telaffuz eden, ama telaffuz ettiğinde titreyen, bazen yere çöken, gözleri yaşlarla dolan, gerçek Allah adamları tanıdı.
Onun içindir ki, bendeniz, Allah’ı pazara indirip aldatma aracı olarak kullanmaya kalkan sahtekârı çok iyi tanırım. Onu damarından, yüzünden, nefesinden, tanırım. Daha ağzını açtığı anda tanırım. Adımını attığı anda tanırım.
Siyaset ve çıkar dincisi sahtekâr, kutsallarımıza, boyutlarımızı tutan ölümsüz değerlere saygıyı ufalta ufalta yok etti. Şimdi o, “Allah” dendiğinde olduğu yere çöken, gözleri yaşlarla dolup göğsü titremeye başlayan yüce ruhlu insanların dine-imana yönelik yarattığı sevgi ve saygıdan eser kalmadı.
Din sahtekârlarının yaydıkları zehirli ve hava yüzünden, Allah ve din dendiğinde kaşları çatılmayanı ara ki bulasın...
Dini, ABD-AB güdümünde Müslümanları emperyalizme teslim etme aracı yapan siyaset dincisi ekipler, İslam’ı Haçlı istismarına kapatan tedbirleri öneren aydınlara, tarihin en namussuz silahıyla karşı çıkmaktadırlar: Aforoz...
Haçlı kodamanlar, engizisyon dedelerinden aldıkları dersleri İslam beldelerindeki sarıklı- takkeli fesat mollalarına aynen aktarıyor ve uygulamaya geçmelerini emrediyorlar. Diyorlar ki:
“Senin hesabına ve tezgâhına zarar verecek her insanı, daha ağzını açtığı anda, ‘reformist, kâfir’ ilan edip etkisiz kılacaksın. Bu da işe yaramaz ise ithamını bazı iftiralarla destekleyeceksin. Böylece kitle, kâfir damgası yememek ve dindar görünmek için sizin anlattığınız sömürge dinine teslim olacak...”
Bu yapıldığında ne olur? Meydan irtica ve hurafeye kalır. Ve bundan yararlananlar, dinci beyinsizliği emperyalist emelleri için kullanan Haçlı zorbalar olur...
Müslüman dünyanın işini işte böyle bitirdiler. Türkiye’nin işini de böyle bitirecekler. Atatürk ışığını yok etmek istemeleri, o ışığın bu gidişe engel olmasındandır.
Bu gerçekleri anlattığınızda, çıkar tezgâhı sarsılan din çapulcusu sahtekâr, ruhsal dedeleri engizisyon papazlarına has katranlı bir melanetle bağırmaya başlıyor:
“Din, birilerinin keyfi için kolaylaştırılıyor, sosyete cennete gidebilsin diye dine müdahale ediliyor!..”
Şu engizisyon papazı mantığına bakar mısınız?
Adamlar, sizin dininizi, aklı ve Kur’an’ı dışlayarak yozlaştıracaklar, siz buna karşı çıktığınızda ise sizi ‘dinden taviz vermek’le itham edip susturacaklar. Sonra da, su başlarına geçtiklerinde, yirmi dört saat Haçlı kodamanlara hulûs çıkarmayı başarı ilan edecekler...
Tarih böyle bir ikiyüzlülük kaydetmiş midir?!
Böyle bir mantıkla savunulan bir dine bu yeryüzünde kim saygı duyar?!
Ne yazık ki, bunu görecek ne irfan var dinci bezirgânda ne izan ne de vicdan...Nefsiyle şeytanın gazına gelmiş dağı-taşı dümdüz edip gidiyor...
Bu gidiş Türkiye’yi nereye götürür?
Cevabı, 11 Eylül sonrası dünyaya, o arada Irak’taki zulme bakarak vicdanınız versin!
Din çapulcusu sahtekâr, ha bire din der, iman der, ibadet der, âhiret der...Bu kutsal kavramları samimiyetsiz ağzında çiğneye çiğneye kokmuş sakıza çevirip nefret unsuruna dönüştürür.
Dünyayı İslam’dan işte böyle tiksindirmiştir.
Gerçeği tam omurgasından yakalayan şu fıkrayı dikkatle okuyalım:
Bektaşi babası kahvede oturmuş, “Allahım! Fakir kuluna bir şişe rakı ihsan et!” diye yalvarıp duruyormuş. Yan tarafta oturan softa başı, babayı zor durumda bırakıp açık düşürmek için, “Allahım! Ben kuluna iman nasip et!” diye yalvarmaya başlamış. Yandaki softa beslemeleri, efendilerinin mesajını hemen alıp babaya bindirmişler:
“Yahu, sen ne biçim adamsın? Bak, hazret, Allah’taniman niyaz ediyor, sen rakı istiyorsun. Kötü örnek olmaya utanmıyor musun?”
Baba; her zamanki sakin, ârif ve kâmil tavrıyla asırlara ders olacak ibret ve hikmeti yerine oturtan şu cevabı vermiş:
“Şaşacak ne var, efendiler. Herkes Allah’tan kendinde olmayanı ister. Softa efendi onda olmayanı istiyor, ben de bende olmayanı...”
Allah ile aldatanlar halkın elinden her şeyi aldılar ve bunun içindir ki her şeyleri var. Onlarda olmayan tek şey, Kur’an’ın istediği iman. Galiba bu yoksunlukları yüzündendir ki sürekli ‘din-iman’ diye bağırıp çağırmakta, ona buna toslamaktalar. Baba erenlerin hatırlattığı ölümsüz gerçeği unutmayalım:
“Herkes kendinde olmayanı, muhtaç olduğu şeyi ister.”