Güncelleme Tarihi:
Yaşayan en büyük tarihçimiz Cemal Kutay, Peygamber Efendimiz'e arz edilmiş yakarışların en güzellerinden, en içli ve edeplilerinden birini de kaleme almıştır. Dört büyük sayfalık bu iltica, muazzez peygamberimizin huzurlarına, büyük tarihçimizin, ‘‘Anadilde İbadet’’ konusunu ele alan eserinin 250-254. sayfaları aracılığı ile sunulmuştur.
Esas terbiyesini, İslam tasavvufunun renk ve desenleri içinde almış olan Kutay'ın bu derin ve sıcak yakarışından bazı pasajları, kısmen sadeleştirerek vermek istiyorum.
‘‘Efendimiz! Hoşgörünü, mürüvvetini, şefaatini niyaz ediyoruz!’’
‘‘Hazreti Muhammed Mustafa, İslam Peygamberi, gelmiş-geçmiş insanlığın müstesna şahsiyeti.’’
‘‘Ben, yaşadığımız bugünlerde Türk milletinin bir ferdi Cemal Kutay'ım.’’
‘‘Efendimiz! Tâzim ve tekrim sözcüğünü yalnızca ve sadece senin için kullanmışımdır. Müstesna şahsiyetinedir böylesine hassasiyetler. Sen, ben aciz kul için, ‘‘insanı insan yapan insansın!’’ Tüm bunlar, sana minnet ummanımızdan bir katredir.’’
‘‘Efendimiz! Biz, senin mübarek ayaklarının bastığı yerleri kutsal saydık. Başta Araplar, öteki milletler kendilerini bu yerlerin hakimi sayarken, biz kendimizi buraların hadimi (hizmetçisi) saydık. Haçlı seferleri karşısına bizden gayri çıkan olmadı. Ve bu vecibeyi sonuna kadar başımızla taşıdık, taşıyoruz.’’
‘‘Biz Türk milletinin ibadeti bugün, Kuran-ı Kerim'de ve sahih hadislerinde açıklanmış olmasına rağmen, kısmen cehalet ve gaflet, fakat asıl tesirlisi, tahakküm ve menfaat gayesiyle Arapça'nın tekelinde tutuluyor. Eğer Türk insanı, ibadetini kendi anadiliyle yaparsa senin tüm hayatında örnek olduğun iki dünya saadetine kendi idrakiyle kavuşacaktır.’’
‘‘İslam dininde yasakladığın üç şey, ne yazık ki din istismarcılarının elinde vatanımızın asıl derdi halinde yaşıyor: Sen, ‘‘İslam'da ruhbanlık yoktur!’’ dedin; bunlar Katolik aşırılığında görülmemiş şekilde ruhban sınıfı kurdular. Sen, ‘‘Dinde zorlama yoktur!’’ dedin, bunlar tekellerine aldıkları şekilci dincilikle halkı parçalara bölmeye kalktılar. Sen; ‘‘Zamanın değişmesiyle ahkâmın değişmesi kaçınılmazdır’’ dedin, bunlar, değişen zaman şartlarına göre kurallar oluşturma emeğinin karşısına çıktılar. Osmanlı'yı yıktılar, şimdi Atatürk Cumhuriyeti'ni tehdit ediyorlar.’’
Adil olun!
‘‘Konuştuğunuz zaman yakınlarınız aleyhine de olsa, adaleti gözetin.’’ (En'am 152; Nisa 58; Maide 8).
Günlük dilde ‘‘adalet’’ veya ‘‘adil olmak’’ diye ifade ettiğimiz tavır, Kuran'da iki kelimeyle verilmiştir: Adl, kıst. Birincisi, adalet ruh ve şuurunu, prensiplerini iç dünyanızda benimsemeyi ve yaşatmayı ifade eder. Bu, dengelere saygının bireyin içinde başlatılmasıdır. Bu oluş, takva'nın da bir numaralı besleyicisidir... ‘‘Adil olun. Böyle olmak takvaya daha yakındır...’’ (Maide 8).
İkincisi olan kıst, adaletten herkese düşen payın korunması için gerekeni yapmaktır. Kuran bu noktada bağlılarını adaletin kavvamı (ayakta tutan, koruyup gözeten) olmaya çağırmaktadır. (Adaletin değişik boyutlarda işleyişi için bk. Öztürk; Yeniden Yapılanmak, İnsan Hakları bölümü.)
Bekilli'ye davulcu akını
Denizli'nin Bekilli İlçesi, iftar ve sahur saatlerinin sirenle haber verilmesi uygulamasına kaymakamlığın uyarısıyla son verilmesi üzerine davulcu akınına uğradı.
CHP'li Belediye Başkanı Fikri Öztürk'ün davulcu bulanmaması gerekçesiyle başlattığı siren uygulamasına halkın gösterdiği tepki Hürriyet Gazetesi'nde yayınlandıktan sonra, kaymaklık, belediyeyi uyardı. Siren uygulaması böylece sona ererken, Gaziantep, Denizli Kocabaş, Kahramanmaraş ve Kırıkkale'den 20'ye yakın davulcu Bekilli'ye gelerek, Öztürk'ten iş istedi.
Davulcular arasından Kırıkkaleli Neşet Dolu, kardeşi Kenan Dolu ve akrabaları Muharrem Şahin seçilerek işbaşı yaptı. Başkan Öztürk, ‘‘İlçede son 12 yıldır, siren diye adlandırılan (ti) sesi çalınıyor. Davulcu bulamadığımız için elemizdeki olanaktan yararlanıp sireni kullanıyorduk. 12 yıldır şikâyet almamıştık. Çocukları uyandırdığı da doğru değil. Ancak son tepkiler üzerine davulcu bulduk’’ dedi.
İlk çağdaş Türk resimleri Yozgat'ta
Gazi Üniversitesi Fen Edebiyet Fakültesi Dekan Yardımcısı, araştırmacı-tarihçi Prof. Dr. Hakkı Acun, Çağdaş Türk resim sanatının ilk ürünlerinin Yozgat'ta bulunduğunu söyledi.
Prof. Dr. Acun, Yozgat'ın tarihi Çapanoğlu Büyük Camii'nde yeralan çeşitli cami, gemi ve saray türü elle işlenmiş resimlerin yanısıra, cami girişindeki Çapanoğlu Mustafa Paşa Sarayı ile Yozgat manzaralarının ilgi çekici olduğunu söyledi. Prof. Dr. Acun, caminin Çardaklık kısmının tavanında İstanbul Sultan Ahmet Camii'nin resimleri ile caminin önündeki denizde Türkiye'ye ilk gelen buharlı geminin resminin yeraldığını, ayrıca meyve, gül ve çiçek figürlerinin de Çapanoğlu Büyük Camii duvarlarını süslediğini söyledi. Prof. Dr. Hakkı Acun, camideki resim işlemesinin Türkiye'de çok az camide bulunduğunu belirterek, buradaki resimlerin, çizildiği döneme göre çok büyük yenilik olduğunu ifade etti. Prof Dr. Acun, şöyle dedi:
‘‘Bu resimler Batı anlamındaki çağdaş Türk resimlerinin ilk çizimleridir. Bu nedenle de çok önemlidir. Bu tür resimlerin çözülmesi o döneme ait müspet Batı medediniyetinin ülkemizde de çok kısa bir süre içerisinde uygulandığının göstergesidir. Bu resimler muhtemelen Yozgatlı hattatlar tarafından yapılmıştır. Bugün bu resimlerin varlığından camiye devam eden cemaatten bir çoğunun haberi bile yoktur. Cami ilk olarak iç ve dış kısımlar olarak külliye şeklinde yapılış. Daha sonra erkek ve kadın hamamları, 300 dükkan, çeşme, şadırvan ve türbe eklenerek komple bir cami haline getirilmiştir. Bu işlemecilik örneklerine, bu külliyenin bütün birimlerinde rastlamak mümkündür.’’
Seyfi ÇELİKKAYA/ YOZGAT, (hha)
Soru: Namazların cemi, yani birleştirilerek kılınması konusunu anlatır mısınız? Bu birleştirme, namazları azaltma, örneğin üç vakte indirme olarak görülebilir mi?
Cevap: Namazların, hayatın değişik şartları ve keşmekeşi içinde rahat kılınabilmesi için Hz. Peygamber'in gösterdiği yol, cem yoludur. Bunu, namazların üçe indirilmesi şeklinde tanıtmaya kalkanlarsa, din sömürücüsü yobazlardır. Tanrı elçisi peygamberimizin tartışmasız bir uygulamasını namazlarda indirim olarak tanıtanlardan daha şerefsiz ve imansız kim olabilir? Allah onları, iftiraları içinde perişan etsin! Şimdi biz cemi görelim:
Cem, zorunlu görüldüğü hallerde öğle ile ikindinin, akşamla yatsının birleştirilmesi, yani bir vakitte kılınması olayıdır. Eğer ikindi, öğlenin, yatsı da akşamın vaktinde kılınırsa buna cem-i takdim (öne alarak birleştirme), eğer öğle ikindinin, akşam yatsının vaktine alınarak birleştirme yapılırsa buna da cem-i tehir (sonraya alarak birleştirme) denir.
Bu bir ruhsattır. Müslüman, zaruret hissettiği zamanlarda bundan yararlanır. Bunun hac sırasında, Müzdelife ve Mina'ya has bir uygulama olarak gösterilmesi, doğru değildir. Tefsir ilminin üstadı sayılan İbni Abbas'ın Taberi Tefsiri'nde bu konuyla ilgili geniş açıklamalar yer almaktadır.
İbn Abbas bize gösteriyor ki, Hz. Peygamber hiçbir doğal afetin olmadığı en rahat günlerde bile cem uygulamasına başvurmuştur. Hatta İbni Abbas bir gün Medine'de cuma namazına imamlık ederken sahabiler, ‘‘Neredeyse akşam olacak, hâlâ cumayı kıldırmadın; ikindi hepten duruyor’’ diye söylenmeye başlamışlardı. İbni Abbas'ın onlara cevabı şu oldu:
‘‘Oturun yerinize. İbni Abbas sizden mi öğrenecek? Ben, Allah Resulü'nün, cuma namazını güneş şu tepelerden batmak üzereyken kıldığını ve ardından da ikindiyi kıldığını biliyorum.’’
O halde, cem bir ruhsattır, ihtiyaç hissedildiğinde kullanılır. Müslüman bu ihtiyacı hissedince, cem için gerekli sebep doğmuş olur. İş hayatı yolculuk, yoğun çalışma, yerin temiz ve müsait olmaması, sağlık kaygısı vs. hep cem sebebidir.