Güncelleme Tarihi:
Fazıl Say'ı konserde izleyen hiç kimse ona karşı duyarsız kalamıyor. Kimi onu çok beğeniyor ve takdir ediyor, kimi ise hiç sevmiyor.
Geçenlerde New York Chamber Symphony eşliğinde, Stanislaw Skrowaczewski'nin yönetiminde Carnegie Hall'da iki konser veren Say, dakikalarca ayakta alkışlandı. Konserden sonra dergilerde ve gazetelerde çıkan yorumlar ise birbirinden çok farklıydı. Kimi, Say'ın çalarken elini piyanonun içine sokup tellerle oynamasını ve mırıldanarak sesiyle parçalara eşlik etmesini, ‘‘ateşli bir performans’’ olarak nitelendirdi. Bazıları, onun bir dahi olduğunu yazdı.
Kimi de, klasik parçaları caz ve boogie tarzında yorumlayan Say'ı küstahlıkla suçladı. New York'ta, bunca rekabet içinde kendinden böylesine bahsettirmek büyük başarı doğrusu.
Çocukken, üst dudağında doğuştan bir bozukluk olduğu için ameliyat olan Say'a doktoru armonika çalmasını tavsiye etmiş.
Müziğe olan kabiliyeti o zamanlar anlaşılmış.
Kimbilir, belki de küçükken ameliyat olmasaydı, bugün New York'ta kimse onun adını duymayacaktı.
İyi ki ameliyat oldun Fazıl Say.
Madonna'nın çöpe attığı kitap
‘‘Şeytan Ayetleri’’ adlı kitabıyla büyük ün yapan Hintli Yazar Salman Rüşdü'nün yeni romanı, ‘‘The Ground Beneath Her Feet’’ (Ayaklarının Altındaki Yer) sonunda çıktı.
Sonunda diyorum, çünkü kitap daha çıkmadan epey tartışmaya yol açmıştı.
Romanın konusu, büyük bir rock yıldızı olan Vina Apsara'yla Ormus Cama'nın aşkı.
Kimse Rüşdü'nün neden böyle bir konu seçtiğini anlamış değil.
Hintli bir yazardan beklenecek son şey, bir rock kitabı olsa gerek.
Rock müzik piyasasında dönen üçkáğıtları gözler önüne seren kitabın hikáyesi, yazara ölüm fetvası verilen gün olan 14 Şubat 1989'da başlıyor.
‘‘Aslında başta sadece bir aşk kitabı yazmak istemiştim. Romanı düşünürken tesadüfen müzik dünyasından birçok insanla tanıştım ve aşkla rock'u bağdaştırdım; Ortaya bu kitap çıktı’’ diyen Rüşdü, rock müziğini çok seviyor.
‘‘Bombay'da Elvis'i dinlemek çok uzak gibi geliyor insana ama aslında hiç değil. Gençliğimde Elvis ve Beatlas'ı dinlerken, kendimi o müziğe hiç de yabancı hissetmedim’’ diye devam ediyor yazar kitabının tanıtım konuşmasında.
Romanın adını (The Ground Beneath Her Feet) çok beğenen ünlü rock grubu U2, bu isimle yeni bir şarkı bestelemiş.
Parça, U2'nun bir sonraki albümünde yer alacak.
‘‘Kitabımın bir de şarkısı var artık’’ diyen Rüşdü çok mutlu görünüyor.
Yalnız onu rahatsız eden bir konu var.
Yazar, hayranı olduğu Madonna'ya romanın bir kopyasını göndermiş. Madonna da kitaba bakmadan kaldırıp çöpe atmış.
Bir de çıkıp bunu bir röportaj sırasında, televizyonda anlatınca Rüşdü küplere binmiş. Tabii Rüşdü, konuşmasında bu olaya hiç değinmedi. Ta ki konu hakkında soru sorulana kadar.
‘‘Kitabımın Madonna tarafından çöpe atılması, Humeyni tarafından ölüm cezasına çarptırılmaktan daha iyidir’’ diye cevap vermekle yetindi.
New York'a hoş geldiniz
New York'taki Times Square, Taksim Meydanı gibi bir yer.
Düşünün, kadınlı erkekli, 150 çıplak insan, Taksim Meydanı'nın ortasında yere uzanıvermiş, hiç kımıldamadan sırtüstü yatıyor.
Adamın biri de fotoğraf makinesini eline almış, bu insan denizinin fotoğrafını çekiyor. Bu anlattığım, herhangi bir filmden alınmış absürd bir sahne değil, gerçek.
Geçtiğimiz pazar günü Spencer Tunick adlı fotoğraf sanatçısı, 150 kişi toplayıp Times Square'e getirmiş ve soyunmalarını söyleyip yan yana yere yatırmış.
Amacı fotoğraflarını çekmek. Ama daha bir kare bile çekemeden polis basmış. Elinden kamerayı alıp kelepçeyi takmış.
Neye niyet, neye kısmet.
‘‘Konu mankenlerine’’ giyinmelerini söyleyen polis, bu konuda pek başarılı olamamış anlaşılan.
Çünkü ben pazar sabahı Times Square'e giderken, oradan 7. Cadde'ye doğru yürüyen çırılçıplak bir grup insanla karşılaştım. ŞOK.
Bu insanlar, polisi protesto etmek amacıyla giysilerini kaldırımlara bırakıp yürümeye başlamışlar.
Ben oradan hızlı adımlarla uzaklaşırken, çaresiz kalan polis mankenler meydandan ayrıldıktan sonra şaşkın bakışlarla oradan geçen halka, ‘‘Soyunanı tutuklarız’’ diye bağırıyorlardı.
Bence bu durumda söylenebilecek bir tek şey var: Amerikalılar'ın dediği gibi, ‘‘Welcome to New York.’’ Yani ‘‘New York'a hoş geldiniz.’’
Disney World'de cennet ve cehennem
Çocukların cenneti, Disney World'ü biliyorsunuz.
Gerçekten de buraya gidince insan kendini cennette sanıyor.
Binbir çeşit eğlence ve atraksiyon, oraya akın eden halkı sevindiriyor; tüm dertleri unutturuyor.
Yeniden çocuk oluyorsunuz. Burada hiçbir kötülük yokmuş hissine kapılıyorsunuz. Daha kapıda sizi karşılayan Disney karakterleri, neşenize neşe katıyor.
Oysa bize pembe bir dünya yaratan o kostümlerin içindeki insanlar karanlıkla boğuşuyor, cehennemi yaşıyor.
Amacım sizin de içinizi karartmak değil ama, Michael Moore adlı dokümanter film yönetmeninin araştırması Amerika'da epey sansasyon yarattı, onun için bu konuda yazmak istedim.
Moore'un ortaya çıkardığı gerçekler şunlar:
Çocukları mutlu etmek için çabalayan, Disney kostümlerini taşıyan görevliler öyle az maaş alıyorlar ki, devletten yardım görüyorlar ve buna rağmen geceleri Disney arabalarında ve çadırlarda uyuyorlar.
Gölgede 40 dereceye varan sıcak yaz günlerinde, kürklü kostümlerin içinde dolaşarak sürekli hastalanıyorlar, vücutları mantar ve isilikten görünmüyor.
Yüzlerindeki maskeyi bütün gece çıkarmıyorlar, çünkü yetkililer çocukların onların gerçek Disney kahramanı olmadıklarını görmesini istemiyor.
Saatte 60 bin dolar kazanan Disney'in Başkanı Michael Eisner ise Moore gibi konuyu araştıranlara ömür boyu Disney parklara giriş yasağı koyuyor.