Güncelleme Tarihi:
Yakın tarihe ve istihbarat dünyasına meraklı olan herkesin adını bildiği bir isim… “Eşref Kuşçubaşı”, “Kuşçubaşı Eşref” veya sadece “Eşref”… Osmanlı’nın uluslararası operasyonlar yapan örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’nın en etkili ismi hatta kurucusu… Kitaplara, filmlere ve dizilere konu olan bir isim. Şöhretli İngiliz casusu Lawrence’in Bilgeliğin Yedi Sütunu adlı hatıralarında da adı geçen; yakalandığında silahı Lawrence hediye edilen bir isim… Yaygın kabule göre yakın tarihin en etkin istihbaratçılarından ve gayrinizami harpçilerinden biri... Ancak Dr. Polat Safi hiç de öyle düşünmüyor. Dr. Safi ile yeni çıkan Eşref: Kuşçubaşı’nın Alternatif Biyografisi adlı kitabını ve Eşref’e dair tespitlerini konuştuk…
Kuşçubaşı Eşref Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusu ve ilk reisi olarak bilinir. Halbuki Eşref bu teşkilatın ne kurucusu ne de ilk başkanıdır... Eşref, Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika Müdürü de değildir, çünkü teşkilatta böyle bir birim yok. Sadece Teşkilat-ı Mahsusa ile ilişkisi değil; Eşref’in hayatının hemen her dönemine dair anlattıkları da tarihi gerçeklerle çelişkili. “Kuşçubaşı” lakabından ailesiyle Hicaz’a sürgününde başından geçenlere, Ege’de Çakırcalı Mehmet Efe ile çatışmalarından Balkan Muharebeleri’ne, Necid ve Yemen görevlerinden Millî Mücadele faaliyetlerine kadar bize anlattığı hayat hikayesinin hemen her devri yalan, çarpıtma ve karartmalarla malul.
Polat Safi
“NARSİST BİR ŞAHSİYET”
Bunun en önemli sebebi Eşref’in kişilik örgütlenmesinde yatıyor. Eşref sık sık yalan söylüyor, abartılara başvuruyor, apaçık gerçekleri çarpıtıyor ve bazılarını ise yok sayıyor. Bunları kendini her olayın merkezinde, çok başarılı, aşırı önemli, herkese ve her şeye nüfuz edebilecek konumda göstermek için yapıyordu. Bu yüzden ben bu durumu grandiyöz narsisistik kişilik bozukluğu olarak yorumluyorum. Korkunç bir yazma tutkusu var. Malta sürgününden ömrünün sonuna kadar yazarak kendisiyle ilgili neredeyse tüm bilgi ve iddialara kaynaklık etmiş. Neticede bugün gerçekle hayal arasında onun kendi kendine inşa ettiği ve akademik tarihçiliğe bile kabul ettirdiği kimlikle karşı karşıyayız.
“İMAJ ÇALIŞMASI”
Bu gayretleri bir imaj çalışması olarak görmek yanlış değil. Mesela ismini ve faaliyetlerini kendisinden başka kimsenin bilmediği Arabistan Devrimci Komitesi ile II. Abdülhamit’e karşı savaştığı, I. Dünya Savaşı öncesinde Hint istiklal hareketini teşkilatlandırdığı gibi yalan ve fantezilere başvuruyor. Ayrıca gerçekleri çarpıtıyor, babasının sarayda kuşçubaşı olmamasına rağmen lakaplarının Kuşçubaşı olduğunu öne sürmesi gibi. Bir taraftan da gerçeklerin üstüne örtüyor yahut karartıyor, Çerkes Ethem ile Yunan saflarına geçerek Milli Mücadele’ye karşı savaşması ve 1927’de Mustafa Kemal’e suikast girişiminin merkezinde yer alması gibi. Böylece neredeyse mükemmel bir insan portresi çizmeye çalışıyor.
Yurtdışındayken, bu amaçla, mektup yoluyla bazı gazeteci ve yazarlara yazışmaya başlıyor. Ziya Şakir bunlardan biri. Ama asıl önemlisi Cemal Kutay… Kutay ile Demokrat Parti’nin iktidara gelişinden sonra Türkiye’ye döndükten sonra da çok yakın mesai içindeler. Kutay onun cılız notlarını, kendi kalemiyle güçlü müdafaa ve hatta taarruz metinlerine dönüştürüyor. Kutay Eşref’in metinlerinin sadece diline değil içeriğine de müdahale ediyor. Kutay’ın hiç olmayan anıları kaynak gösterdiğini de tespit ettim.
“AMERİKALIYI DA KANDIRMIŞ”
Eşref, Amerikalı istihbaratçı ve akademisyen Philip H. Stoddard ile de temas kuruyor. Stoddard 1950’lerin ortalarında Teşkilat-ı Mahsusa üzerine çalışmaya başlıyor. Doktora çalışmaları kapsamında Türkiye’ye geldiğinde Eşref ile de görüşüyor. ABD’ye döndükten sonra da yazışmaya devam ediyorlar. Stoddard’ın Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arap coğrafyasındaki faaliyetlerine dair önemli tespitleri var. Birçok bakımdan bu konudaki çalışmalara öncülük etti. Ama yaptığı temel hatalar Türk istihbarat ve gayrinizami harp literatüründe içinden çıkılmaz sorunlar yarattı. En başta Eşref’in Türk akademisinde bir “kahraman” olarak kabul edilmesine sebep oldu. Çünkü Eşref’ten aldığı bilgilerin çoğunu mutlak doğru olarak kabul etti ve kendisiyle çelişmek pahasına Eşref’in iddialarının çoğunu sorgulama zahmetine girmedi. Şunu da eklemeliyim ki Stoddard bu doktora tezinden sonra Amerikan Dışişleri Bakanlığı İstihbarat ve Araştırma Ofisi’nde Türkiye analisti olarak çalışmaya başladı. Türkiye’deki araştırmacılar da Stoddard’ın araştırmalarını esas alınca karşımıza bugünkü “Kuşçubaşı Eşref” kültü çıktı. Bu duruma Eşref’in “son operasyonu” da diyebiliriz. Zira popüler tarihçi Cemal Kutay vasıtasıyla geniş halk kitlelerini; Stoddard ile de akademik camiayı başarıyla yönlendirebilmiş…
Parayla ilişkisi sorunlu
Eşref’in parayla çok sorunlu bir ilişkisi var. Arabistan’da iken Hac kafilelerini kaçırdığını, Sürre Alayları’nı soyduğunu bizzat kendisi ifade etmiş. II. Meşrutiyet öncesi Ege’de bulunduğu sırada eşkıyalık yaptığı açıktır. Kuvayı Milliye kumandanı olarak atandığında da bu sorunlu ilişki devam etmiş, Adapazarı bölgesinde yetkisi dışında yöre halkından zorla para toplaması Mustafa Kemal Paşa ve Ankara tarafında ciddi güven problemi ve hoşnutsuzluk yaratmıştır.