Güncelleme Tarihi:
FINANCIAL TIMES
Martin Wolf: Kopenhag küresel ısınma ile mücadelede başlangıcın sonu olmalı. Zirve beklentileri tam karşılamayacak. Eyleme geçmenin gerekli olduğuna dair yeterince kanıt var. Eğer gecikme olacaksa bu önlemlerin etkin ve verimli olmasını sağlamak için olmalı. Çözüm için karbon fiyatının istikrarlı olması, zengin ülkelerin ellerini ceplerine atmaları ve yeni teknolojiler için büyük destek paketleri gerekiyor.
Küresel ısınmaya şüpheyle yaklaşanlar konuyla ilgili bilimsel verilerin yeterince kesin olmadığını ve alınması gereken önlemlerin çok maliyetli olduğunu iddia ediyorlar. Ama bilimsel kanıtların çok net olmadığını söylemek yeterli değil.
Riskler öyle büyük ki, önlem almaktan vazgeçmek için küresel ısınmanın gerçek olmadığının net olarak kanıtlanması gerekir. Önlem almak için ısınmanın gerçek olduğunun kesin olarak kanıtlanmasını beklersek çok geç kalabiliriz. Elimizdeki tek gezegenle deney yapma lüksümüz yok.
Ayrıca alınması gereken önlemlerin maliyeti o kadar da fazla değil. Bir kere fakirler çok fazla salınım yapmıyor. Sadece Amerikalıların Avrupa yakıt standartlarına geçerek spor ciplerden vazgeçmeleri durumunda şu anda elektriğe erişimi olmayan 1.6 milyar kişi bu olanağa kavuşabilir.
Önlem almak gerekli, iddia edildiği kadar pahalı değil ama kolay da değil. Yapılması gerekenler talebi kısmak, yenilenebilir enerji kaynaklarını arttırmak, nükleer enerjiye yatırım yapmak, karbon yakalama ve depolama kapasitesini arttırmak, kömürden gaza geçmek ve ormanları korumak.
2030’a kadar artan salınımların yüzde 55’i Çin, yüzde 18’i Hindistan kaynaklı olacak. Dünyanın ısınmasının maliyetinin çok yüksek hatta fahiş olacağını hep aklımızda tutmalıyız. Uluslararası Enerji Ajansı sera gazlarının atmosferdeki oranını milyonda 450’de tutmak için önlem almadan geçen her yılın 10.5 trilyon dolarlık toplam maliyeti 500 milyar arttıracağını öngörüyor.
Kopenhag en fazla bir başlangıç olacak. Hatta ABD yönetimi bağlayıcı taahhütler yapamadığı ve gelişmekte olan ülkeler yapmak istemediği için bir başlangıç bile olmayabilir. Kopenhag belki de başlangıcın sonu olacak. Dünyanın harekete geçmesi gerektiği ve şimdiye kadar pek bir şey yapılmadığı konusunda geniş çaplı bir görüş birliği oluştu. Artık eyleme eğer Kopenhag’da değilse bile hemen sonrasında geçmek gerekiyor.
Üç şey önemli. Birincisi, karbon fiyatlarını belki sabitleyemeyiz ama belli istikrara sahip olmalarını sağlamak gerekiyor. Bu nedenle karbon vergisi “cap and trade” sistemine göre daha çekici bir çözüm.
İkincisi, salınımdaki azalmanın nerede olacağı ile bunun maliyetini kimin ödeyeceğini birbirinden ayırmak gerekiyor. Azalma en verimli olacak yerde gerçekleşmeli. Bu nedenle gelişmekte olan ülkeler çözüme katılmalı ama bunun maliyetini iki nedenle zengin ülkeler karşılamalı: a) geçmişteki salınımlardan onlar sorumlular, b) maliyetleri karşılama gücü onlarda var.
Üçüncüsü, yeni teknolojiler geliştirilmeli ve bunlar uygulamaya geçirilmeli. Bunun için de büyük destek paketleri devreye sokulmalı.
Küresel ısınma riskine karşı önlem almak insanlığın şimdiye kadar karşılaştığı en karmaşık ortak eylem problemi. Başarı için çok sayıda ülkenin daha doğmamış insanlara yönelik uzun dönemli bir tehdide karşı maliyetli ve uyumlu bir şekilde harekete geçmesi gerekiyor. Harekete geçmemenin maliyeti ise tam belli değil.
Tehdidin doğası ve uygulanabilecek karşı önlemler konusunda belli ölçüde bir görüş birliğine ulaştık. Kopenhag’da hemen anlaşmaya ulaşamayabiliriz belki ama artık çok fazla da gecikemeyiz.
Clifford Kupchan: İran’a karşı bu aşamada ambargolara başvurmak müzakereleri zehirleyerek anlaşma şansını yok edeceği için büyük bir hata olur. Obama geçici anlaşmadaki tıkanıklığı daha geniş çaplı bir paket sunarak aşabilir. Düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumla ilgili çözüm önerisinin iki şartı olmalı.
Bir, İran davetsiz ve izinsiz şekilde teftiş yapabilecek denetçileri kabul etmeli, iki, nükleer programının şekli ve stoklayabileceği uranyum miktarı ile ilgili uzun vadeli taahhütler vermeli. İran yeni zenginleştirme tesisleri inşa etme planlarını rafa kaldırmalı. Bu şartları kabul etmesi halinde İran’a sivil nükleer programı, ticaret anlaşmaları ve bölgesel güvenlikte rol gibi unsurlardan oluşan ödüller verilmeli.
ABD, İran’dan uranyum zenginleştirmeyi durdurmasını istemekten vazgeçmeli.Çünkü Tahran bunu reddeder ve görüşmeler sona erer.ABD ayrıca bu yeni önerilerine cevap alana kadar BM ambargolarını gündeme getirmemeli. Ama bu teklif sadece birkaç ay masada olmalı, daha fazla değil. İran’ın bir yandan nükleer programına devam ederken öte yandan da oyalama taktiklerine başvurmasına karşı uyanık olunmalı.
Şu ana kadar İranlılar uzlaşmaya pek yakın görünmediler. Düşük derecede zenginleştirilmiş uranyumla ilgili öneriye Hamaney başta sıcak bakar gibiydi ama sonradan caydı. Sadece muhafazakarlar değil Musavi gibi muhalif liderler de Batı’ya güvenilemeyeceğini iddia ettiler.
Bu dinamik değiştirilebilir.Eğer Hamaney anlaşmayı desteklediğini net bir şekilde ifade ederse iç tartışma sona erer. İkinci olarak rejim İran’ın seçkinlerini ve kamuoyunu anlaşamaya hazırlamalı. Son olarak Devrim Muhafızları da onay vermeli. Bunlar hemen olmaz.
Protestolar Hamaney’i zayıflattı ve onu Tahran’daki seçkinlere karşı çıkmada isteksiz hale getirdi. Muhafızlar nükleer konularda şahin pozisyonlarını koruyorlar. Ama ilerleyen aylarda Hamaney rejimin hem meşruiyete hem de dış ekonomik ilişkilere ihtiyacı olduğu sonucuna varabilir.O zaman Muhafızlar ona uymak zorunda kalırlar. Karmaşık ekonomik çıkarları da onları daha yumuşak dış ilişkilere yaklaştırabilir.
Bazıları bir nükleer anlaşmanın muhalefeti satmak anlamına geleceğini iddia ediyorlar. Yanılıyorlar. Uzun vadede yumuşama İran toplumunu Amerikan fikirlerine daha açık hale getirecektir.
Diplomasi için çok geç değil. Geçici adımları atlayıp İran rejiminin nihai pozisyonunu anlamak için hamle yapmalıyıyız.
Michael Pettis: Karşılıklı devalüasyonlar sonucunda en çok Amerika ve Avrupa zarar görürken ithalata sınırlama getiren düzenlemeler ve 1930’lara benzeyen bir ticaret savaşı riski arttırıyor.
THE NEW YORK TIMES
Bob Herbert: Obama’nın Afganistan’a ek asker gönderme kararı şaşırtıcı değil. Başkan kendisi için kolay olanı yapıyor. Amerikan halkına niye bu savaştan çekilmemiz gerektiğini açıklamak cesaret gerektirirdi. Ama bu durumda da Cumhuriyetçiler bayram yapardı. Halbuki savaşı esas kaybeden Cumhuriyetçi Bush’un kendisiydi.
David Brooks: Ordunun General Petreaus tarafından yazılan Taliban türü unsurlara karşı mücadele doktrini genelde kabul gören düşünceyi tersine çevirdi. Belgeye göre savaş köylülere güvenlik vererek ve yerel hükümetlerin önce oluşmasına yardım ederek sonra da yetkiyi bunlara devrederek kazanılır.
Ama Obama yönetimi bu tür bir yaklaşıma olan heyecanını kaybetti çünkü bu pahalı bir yöntem, yetkiyi devredecek meşru bir otorite yok, halk coğrafi olarak çok dağılmış durumda ve bu anlayışın çok Afgan merkezli olduğu ve Pakistan’da işe yaramayacağı düşünülüyor. Bunun yerine karma bir strateji öne çıkıyor.
Paul Krugman: Washington’ın ekonomi konusundaki pasifliği yanlış ve kabul edilemez. Finansal sistemin tamamen çökmesi riski belki atlatıldı ama yeni açılan her bir istihdam fırsatına karşılık iş arayan altı Amerikalı var. Genelde işsizliğin düzelmesi durgunluktan çıktıktan en az birkaç yıl sonra olur.
Thomas Friedman: Bir ulus inşası olacaksa bu Afganistan’dan önce Amerika’da olmalı. Afganistan’da aşiretlere dayalı Obama’nınkine göre daha sınırlı bir yaklaşımı tercih ederdim.
Sahip olduğumuz fırsatları çocuklarımıza da verme gibi bir sorumluluğumuz var. Eğer borç batağına saplanır ve ekonomik olarak gerilersek ileride dünya için yapabileceğimiz iyi şeyler azalır.
Müslümanların bize kızmalarının en önemli nedeni içinde yaşadıkları ortamdır. Arap-Müslüman dünyanın siyasi reforma ve değişime bu kadar dirençli olmasının en önemli nedeni rejimlerin petrol gelirleri ile halkı bastıran istihbarat ve güvenlik kurumları oluşturmaları. Eğer petrole vergi koyabilir ona alternatifler geliştirebilirsek fiyatları düşürür ve bu rejimlerin altından halıyı çekebiliriz.
Irak’ta yapılan yanlışlar yeni bir ulus inşası denemesine ihtiyatlı yaklaşmamız gerektiğini gösteriyor. Irak’ın geleceği halen belirsiz. Eğer bu ülkedeki deneme başarısız olursa bunun sonucu dini çatışma, ekonomik çöküş, otoriter yönetimler ve terörizm olur.
Irak terörizme karşı bir savaştı. Afganistan ise teröristlere yani El Kaide’ye karşı bir savaş. Bin Laden’i yakala, ülkenin örgüte bir sığınak olmasını sağla. Bu kadar. Afganistan’ı Norveç yapacak değiliz. Zaten yapsak bile bunun Irak’taki gibi bölgesel yankıları olmayacak.
Afganistan’da ulus inşasına soyunmak çılgınca değil ama çok maliyetli. Ben o kaynakların içeride kendi yeniden ulus inşamıza harcanmasını tercih ederim. Ancak kendimizi tekrar inşa edebilirsek ileride küresel rol oynamaya devam edebiliriz. Bu nedenle Afganistan’daki varlığımızı sınırlı tutmalıydık.
THE WASHINGTON POST
Ivan Krastev: Rusya’nın güven ve saygısını kazanmak istiyorsak hürmet değil güç göstermeli, İran’a karşı durmalı ve Taliban’ı yenmeliyiz. Ruslar Amerika’nın durumunu 1980’lerdeki Sovyetler Birliği’ne benzetiyor ve Obama’yı Amerika’nın Gorbaçev’i olarak görüyor.
Çin’in yükselişi ve enerji piyasalarının geleceğinin belirsiz olması nedeniyle Rusya’nın gücü azalıyor.
Eugene Robinson: Avrupa’nın 1997 Kyoto Anlaşması’ndan bu yana karbon salınımlarını azaltma çabalarına rağmen Amerika ile Çin ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerdeki artış yüzde 30’ a ulaştı. ABD ve Çin Kopenhag’a ihtiraslı indirim hedefleriyle geliyorlar. Ama bu planların istisnaları ve boşlukları da var.
Jackson Diehl: Kahire konuşmasından Arapların ABD’nin bölgede demokrasiyi destekleyeceğine dair oluşan umutlar boşa çıktı. Barack Obama Arap reform hareketinin varlığını bile dile getirmiyor. Hillary Clinton’ın bölge ile ilgili konuşmalarında reform ve demokrasi sözü geçmiyor.
THE WALL STREET JOURNAL
Jody Greenstone Miller: Geçici istihdamdaki artış bir sorun olarak değil ekonomimizin kendini yenileme yeteneğinin yeni bir işareti görülmeli. Gelecek böyle olacak.
Bret Stephens: Nasıl bir papaz Tanrı’nın varlığına inanıyorsa iklim araştırmacıları da küresel ısınmaya öyle iman ediyor. Önde gelen iklim araştırmacıları kendilerine yapılan bilgi taleplerini reddediyor, farklı düşünen araştırmacıları dışlıyor, araştırmaların yayılması sürecindeki eş-denetimi (peer-review) yönlendiriyor ve işlerine gelmeyen verileri karartıyor, yok ediyor veya “masajlıyorlar.” Bu kişilerin küresel ısınmada çıkarları var. Çünkü ısınma yoksa onlarda işlerini, fonlarını ve pozisyonlarını kaybedebilirler.
Fouad Ajami: Araplar artık Obama’yı takdir etmiyor. Obama’nın seçilmesi Ortadoğu’daki Amerikan aleyhtarlığı “bataklığı” kurumuş değil. Amerika birçok ülke liderine mazeret ve günah keçisi sağlıyor. Bunun geçmişi Bush öncesine dayanıyor ve Obama sonrasında da devam edecek.
THE GUARDIAN
Mark Leonard: ABD dış politikasını Clinton’ın “çok ortaklı dünya” diye tanımladığı dönem için yeniden kavramsallaştırıyor. Çin mali ve siyasi bir süper güç olması durumuyla yüzleşiyor.
Rusya “Putin uzlaşması”nı sürekli yeniden tanımlıyor. Türkiye bile “yeni Osmanlı” dış politikası ile “stratejik derinlik” arayışı içinde. Duvarın yıkılmasından beri geçen 20 yılda genel stratejisi hakkında en az düşünme yapmış olan büyük güç ise Avrupa Birliği.
AB gücünü göstermemenin bahanesi olarak kurumsal problemlerin arkasına sığınıyor. AB kendi bölgesinde, küresel ölçekte ve genel standartlar belirleme konusunda çok daha etkin bir rol oynayabilir. Eskiden ABD korumasındayken belki Avrupa’nın kendine ait bir genel strateji oluşturmama lüksü vardı. Şimdi ABD’nin başka dertleri ve öncelikleri varken artık bu durum değişti.
NEWSWEEK
Niall Ferguson: İzlanda ya da İrlanda’daki kriz yerel bir meseledir. Ama Amerikan krizi küresel ekonomik dengeleri değiştirir. Herkes Obama’nın Afganistan’a göndereceği askerlerle ilgili kararın hayati olduğunu iddia ediyor. Halbuki Başkan’ın bütçe açıklarıyla ilgili kararı ülkenin uzun dönemli güvenliği açısından çok daha önemli. ABD’nin mali durumunu yönetme becerisi uzun vadede askeri statüsünü de belirleyecek.
Son çeyrekteki büyümenin belki üçte ikisi canlandırma paketleri sayesinde gerçekleşti. Keynes’in bugünkü takipçileri canlandırma paketinin çok daha büyük olması gerektiğini savundular. Ama 2009 bütçe açığı 1.4 trilyon dolarla ekonominin yüzde 11.4’üne ulaştı. Bu oran en son 1942’de görülmüştü. ABD şu anda benzeri büyüklükte bir savaşta olamamasına rağmen dünya savaşı ölçeğinde açıklar veren bir ülke. Irak ve Afganistan’ın getirdiği yük ekonominin sadece yüzde 1.8’i.
Görülebilir bir gelecekte ABD hep borçla yaşayacak. Kamu borcu 2019’da ekonominin yüzde 41’inden yüzde 68’ine yükselecek. Tabii eğer vergiler artmaz ve hak edilmiş haklarda kesintiye gidilmezse. 30 yıl daha yaşayıp 2039’da ölsem, o zaman kamu borcu ekonominin iyimser tahminle yüzde 91’ine, kötümser tahminle yüzde 215’ine ulaşmış olacak. Paul Krugman gibilere göre bu problem değil. Peki buna ne dersiniz: Amerikan devletinin fonlanmamış, yani daha karşılığı olmayan Sosyal Güvenlik ve Sağlık Yardımı yükümlülükleri 104 trilyon dolara ulaşıyor.