Güncelleme Tarihi:
4. TABİAT KANUNLARI
Kur'an’ın verdiği üçüncü adres, sünnetullah ve kader kelimeleriyle ifade ettiği tabiat kanunlarıdır.
Sünnetullahta, bozulma, değişme, yozlaşma bulunmaz.
Kader, sanıldığı gibi, bizim fiillerimizle ilgili bir kavram değildir. Kur'an'ın anlattığı ‘kader,’ varlıkta egemen olan yasalar yani tabiat kanunları anlamındadır. (Bu konuda geniş bilgiler, yakında yayınlanacak olan ‘Kur’an Açısından Küresel Âfetler’ adlı eserimizde verilmiştir.)
Kur'an’da, insanın fiillerinin önceden belirlenmesi, özgürlüklerinin kısılması anlamında bir kader anlayışı yoktur; bu anlayış İslam'a sonradan sokulmuştur.
‘Kadere iman’ kavramı da İslam’a sonradan sokulmuştur. İman şartlarının Kur’an’da sayılanları içinde ‘Kadere iman’ diye bir şart yoktur. Bu gerçek, asırlar önce, Ebul Muîn en-Nesefî (ölm. 508/1115) tarafından anıt eseri ‘Tabsıratü’l-Edille’de ortaya konmuş ve bu eser Prof. Dr. Hüseyin Atay tarafından Türkiye’de de yayınlanmıştır.
Tabiat kanunlarına, varlığın değişmezlerine karşı gelerek bir yere varmak asla mümkün değildir. Evangelistlerle işbirliği yapan bazı ‘Müslüman’ fırkaların, İsa’nın geri geleceği iddiası, değişmez tabiat kanunlarıyla çelişmektedir. Pavlus Hıristiyanlı’ğından İslam’a aktarılan bu hurafe tezine göre, İsa, beyaz bir minareye inecektir. Bunun gerçekleşmeyeceğini bilen bu ekip, hurafeciliğine bir de küstahlık ekleyerek, beyaz minarenin anlamının, ABD'deki ‘Beyaz Saray’ olabileceğini iddia etmektedir.
Tam bir Haçlı uşağı tevili.
Bu uşaklık tezi, bugünkü ABD’nin kurmayları görüşü ama Hıristiyan söylemle ya da siyasal terimlerle ifade etmektedir. Bu tezi İslamlaştıranlar aslında, Müslümanları Allah ile aldatma konusunda Haçlılar'a yardım etmekten başka bir şey yapmamaktalar.
Bu iddiaya göre, İsa'nın Beyaz Saray’a inişi, oradaki büyük ruhların dünyadaki özgürlük ve barışı kurmadaki gayretlerini sembolize eder. Bazı Müslümanların bu tür inançları benimsemeleri, Hıristiyan kurmaylar için sevindiricidir; bunun içindir ki, bu satılmış kişileri ödüllendirmelerine şaşmamak gerekir.
5. MÂRUF (EVRENSEL İNSANLIK DEĞERLERİ)
Kur'an’ın verdiği beşinci adres ‘mâruf’ olarak ifade edilmiştir. Onlarca ayette vurgulanan mâruf, örf kökünden bir kelimedir. Ortak, evrensel insanlık geleneği, insanlık değerleri anlamına gelir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi tipik bir mâruf örneğidir.
Bir rivayete göre, Hz. Peygamber, “Benim ümmetim şerde ittifak etmez” demiştir. Bunu açıklarken, ümmet kavramını iyi bilmek gerekir. Hz. Peygamber, ümmet kelimesi ile bütün insanlığı kasteder. Peygamberimizin zaman zaman kullandığı, “Benim ümmetimin Hıristiyanları, Yahudileri” ifadeleri bunu gösterir.
Ümmetin sadece kelime-i şehadet getirenler olarak anlaşılması yanlıştır. İslam ilahiyat dilinin Arapça bütün büyük lügatleri (örneğin, İbn Manzûr’un Lisanü’l-Arab’ı), ümmeti, ‘bir peygamberin hitap ettiği insanlık camiası’ olarak tarif eder. Hz. Muhammed'den sonra peygamber gelmeyecek olduğuna göre, onun muhatapları bütün insanlıktır.
Ümmetin itaat edenleri olduğu gibi, isyan edenleri olması ayrı bir meseledir.
Hz. Peygamber, “Benim ümmetim dalalette ittifak etmez,” bir başka deyişle, “Benim ümmetim karanlık ve kötülük üzerinde oybirliği sağlamaz” derken, bütün insanlığı kastetmektedir.
İnsanlık, teoride hiçbir zaman karanlık üzerine oybirliği etmez. Örneğin, Birleşmiş Milletler’in, karanlıkta, şerde, kan dökücülükte ittifak ifade eden bir ilkesi veya kararı yoktur. Birleşmiş Milletler’in kararlarının uygulanmaması başka bir meseledir. ABD’nin, uygulamada, Birleşmiş Milletler’in ilkelerini görmezlikten gelip yeniden hukuksuzluğu egemen kılması ise ayrı bir konudur.
Gerçek şu ki, insanlık, teorik olarak, şerde ittifak etmez. Uygulama şerri öne çıkarabilir ama bunun böyle olması, üzerinde olduğumuz gerçeği değiştirmez.
Kur'an, insanlığın, üzerinde fikir birliğine vardığı konuları takip edin, bunları çiğnemeyin, demektedir. Oysa 1948 yılında imzalanan ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin altında bir tane Müslüman ülkenin imzası bulunmaktadır; o da Atatürk Türkiyesi'dir. Ortadoğu'daki despot, çağdışı ülkeler, bu bildirgeyi imzaladıkları zaman kendilerini inkâr edeceklerinden, bildirgeye imza atamazlar. Atatürk Türkiyesi böyle bir kaygı taşımadığı için bunun altını imzalamıştır.
Ne gariptir ki, AB'ye üyeliğe başvurarak bütünleşmek istediğimiz Batı, bize Atatürk’ten vazgeçmemiz gerektiğini söylemektedir. Bu, yalnızca herhangi birinin önerisi ya da herhangi birinin herhangi bir konferansta söylediği bir söz değil, Avrupa Parlamentosu’nun raportörlük görevi verdiği Arie Oostlander’ın iki raporunda da vurgulanan bir istektir.
Oostlander’ın, birinci raporunda, “Atatürk'ten vazgeçin, sizi içimize alalım”, ikinci raporunda ise “Laiklikten vazgeçin sizi içimize alalım” anlamında sözler söylenmiştir.
İslam dünyası, Mustafa Kemal Atatürk'ü, Müslümanları ve İslam’ı Batı’ya bağladığı için eleştirmiştir. Oysa Atatürk, “Batılılaşacağız” ifadesini hiç kullanmamıştır. Tam tersine, her fırsatta, emperyalizmi, kapitalizmi, sömürgeciliği eleştirmiş; Batı'nın ruhsuzluğunu, ikiyüzlülüğünü, hatta zaman zaman namussuzluğunu en ağır ifadelerle göstermiştir.
Atatürk’ü doğru ve dikkatle okumak gerekmektedir. Atatürk, İslam ülkelerindeki siyaset dincilerinin iddia ettiği gibi, İslam'ı ve Müslümanları Batı’ya teslim etseydi, 2000'li yıllarda Avrupa Parlamentosu, Türkiye’yi kabul etmek için, “Atatürk’ten vazgeçin” demek yerine, bunun tam tersini söylemez miydi?