Güncelleme Tarihi:
Sokaklara bayılıyor, sokaktakilere de. Belki de sevgiyi hissetmenin en iyi yolu bu. Kasetini dinlerken yüzünüzde oluşan ifadeyi ya da konserinde kalabalıklar içinde gözünüzün parladığını göremiyor ki. Sokak ‘‘sevgi’’yi eliyle tuttuğu yer.
Bir akşam üstü yürüyüşe çıktık. Ortaköy'e doğru. Yolumuzun üstünde iki mekána uğradık. Birinde oturup kahve içtik. Tam karşıda Kuleli Askeri Lisesi. En istediği şeylerden biriymiş orada oturmak. Bence teklif etse geri çevirmezler.
Diğer mekána kapıdan başımızı uzattık. Daha sonra gelmek üzere bilgiler aldık. Sorularımız zabıta memurunu hatırlatıyordu. Garsonların yüzüyse cin çarpmış gibiydi. Düşünsenize aniden kapı açılıyor, içeriye bir baş uzanıyor: Sezen Aksu.
Ortaköy'ü çok seviyor. Bütün sokaklarını gezmek niyetindeyiz; ama bir tezgáhtan diğerine geçebilmemiz esnafın ve ahalinin takdirine bağlı. Etrafımız sarılmış durumda.
Kiminin içli köftesini müstehcen buluyor, kiminin gözlemesini satmaya kalkıyor. Ama satamıyor. Sanıyorum ‘‘Ver ordan bir tane’’ demek saygısızlık olur düşüncesiyle sadece seyretmekle yetiniyorlar.
İmzalar, fotoğraflar, öpücükler derken beşinci tezgáhtan gezimizi nihayetlendirip Ertekin'e oturuyoruz.
Kartpostal satan 7-8 yaşlarında bir çocuk okul önlüğü istiyor. Hemen ertesi gün için randevulaşıyor çocukla. Bütün ihtiyaçları alınacak.
Ertekin'le Hıncal ikiz gibiler. Birini görünce diğerini hatırlıyor insan ister istemez. Biz de öyle yaptık. Sezen uzun süredir görmemiş Hıncal'ı, Ertekin'i de aldık doğru Hıncal'a.
Hıncal ne yapar? Bilemediniz, yanında bir çıtırla davete falan gitmiyordu. Maç seyrediyordu. Altay-BJK maçını. Altay İzmir takımı, İzmir'liyiz ya, Sezen bir okudu üfledi, Altay gol attı. Böylece misyonunu tamamlamış oldu, kalktık. Sezen'in o bankaların para taşıdıkları arabalara benzeyen minibüsüne bindik.
Karnımız aç. Doğru kokoreççiye. Kokoreç, köfte, biftek yiyoruz. Yanında da salata, ayran, cola.
Her şeye gülüyoruz. Bifteğe bile güldük. Gözümüzden yaş geliyor gülmekten. Sezen ‘‘Allah gülmekten ayırmasın’’ diyor suçlu suçlu. Küçüklüğümüzde çok gülmenin iyi bir şey olmadığı öğretilmiş çünkü.
Tekrar minibüse biniyoruz. Dondurmacıya uğrasak mı derken aniden uykusu geliyor. Eve dönüyoruz.
SEZEN VE ALTERNATİF TIP
Hiç ilaç kullanmıyor. Beden denen şeyin bir görüntü olduğuna, bir yanılsama olduğuna inanıyor.
‘‘Çok ciddi bir bilgisayar sistemi olduğunu düşünüyorum. En son MATRİX'i seyrettikten sonra... Zaten ilgileniyorum bu konuyla. Olmayan şeyin ağrısı olmaz diye düşünüyorum. Nerem ağrırsa ben onu geçiriyorum. Mesela bacağım tutuldu ve acaip bir şekilde ağrıyordu, 'Hadi be olmayan şeyin ağrısı olur mu?' dedim, ilacı da kestim. Vallahi geçti. Beynimle emir veriyorum.’’
Haklısın Sezen'im; demiri kesen emir, ağrıyı haydi haydi keser.
‘‘Yaşlılık göreceli bir şey. Hepimizi var eden moleküler yapı 15-16 milyar yıl önce dünya parçalandığında olmuş. Hiçbir şey yeni değil. Zaman ve mekán kavramı da o zaman oluşmuş.
Daha önce yok böyle bir şey. Öyle olunca biçimi bir kenara bırakıp öze takıyorsun. O zaman da beynimle emir veriyorum. Ne enerjiden bir şey kaybedeceksin ne fiziğinden. Hatta, 'daha da güzelleşeceksin kadın' diyorum kendime, kadın uysal ve beni dinliyor.’’
Moleküler yapı için bir şey diyemeyeceğim ama son cümleyi anladım. Emir, komuta durumları. Şimdi ben bunu öğrendim ya, emir vermek ne demek, tehdit bile ederim.