Güncelleme Tarihi:
M.S. 530 yılından kalma yapı yumuşayan toprak zemin nedeniyle her an yıkılabilir
1950'lerde sahil yolu yapımı için doldurulan deniz, intikamını 20 yıl sonra Küçük Ayasofya'dan almaya başladı. Zemininde su biriken ve zamanla sıvılaşan toprak, kubbede çatlaklara, binanın güney kısmında da bölgesel çökmelere neden oldu. Hazırlanan araştırma projesine ise, kulak veren çıkmadı.
‘‘Eğer bir kurtarma çalışması yapılmazsa yapı tekniği açısından bir örneği daha bulunmayan kubbe, binadan ayrılacak ve Küçük Ayasofya kaybedilecek. Yakınından geçen trenlerin yarattığı titreşim, çatlakların ve çökmenin ana kaynağı değil, ancak bina bu haldeyken titreşimden daha çok etkileniyor ve çöküş süreci hızlanıyor. İstanbul'daki bir depremde zayıf düşmüş Küçük Ayasofya'nın nasıl ayakta kalacağı da ayrı bir konu. Bu kötü gidişe son verilmeli.’’
Bu sözler, 1992-97 yılları arasında Küçük Ayasofya'da meydana gelen çatlaklar konusunda bir araştırma yapan ekipten Prof. Dr. Görün Özşen'e ait. Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden Özşen, ‘‘İlk bakışta binanın malzemesi ve geometrisi sağlam görünüyor, ancak kısmi bir çökme göze çarpıyordu. Akla ilk gelen suçlu, çok yakından geçen ve sıvaları döken trenlerdi. Titreşimle ilgili olarak Kandilli Rasathanesi'yle ölçümler yaptık, ama trenlerin bu kadar büyük bir zarar veremeyeceği ortaya çıktı’’ diyor.
Bunun üzerine iki muayene çukuru açılmış ve elde edilen bilgiler ışığında, yapıdaki çökme ve topraktaki sıvılaşma tesbit edilmiş. Özşen, ‘‘Küçük Ayasofya hálá ayakta, ancak gözle görülür bir bozulma var. Yumuşayan zemin, ana kubbenin güneye doğru dönerek toprağa oturmasına neden oluyor. Bina bütün halinde otursaydı sorun bu kadar ciddi sayılmazdı, ama çökme bölgesel nitelikli ve yapıyı tehdit ediyor.’’ değerlendirmesini yapıyor.
1950'lerde sahil yolu yapımı için bilinçsizce doldurulan deniz, Küçük Ayasofya'nın bu hale gelmesindeki en büyük etken.
1970’lerde başladı
Ciddi bir zemin etüdünün şart olduğunu, bunun için de zeminde 40 metre kadar sondaj yapılması ve suyun nerede biriktiğinin tesbit edilmesi gerektiğini kaydeden Özşen, ‘‘Küçük Ayasofya'ya zarar veren ana su kaynakları kurutulmadığı sürece bozulma devam edecek. Gerçekçi bir çözüm için bütçe bulunarak zemin etüdlerine hemen başlanmalı’’ diyor.
İnceledikleri fotoğraflara tarih atılmadığı için, bozulmanın ne zaman başladığıyla ilgili kesin bir tarih veremediklerini belirten Prof. Özşen, ‘‘Kaynak olarak kırk yıldır orada çalışan imamı gösterirsek, bozulmaların 1970'lerde başladığını söyleyebiliriz. Bunu engellemek için o yıllarda binanın zemini ahşapla döşenmiş. Bugün de su nedeniyle ortaya çıkan çatlakları, kabarmaları, çiçeklenmeleri rahatça görmek mümkün’’ şeklinde konuşuyor.
Özşen, Küçük Ayasofya'daki bozulma konusunda kendilerine bir talep gelmemesine rağmen 1992'de bu araştırmayı yaptıklarını, araştırmada kendisinin yanısıra Doç. Dr. Fevziye Aköz, Arş. Gör. Nabi Yücer ve Mine Özkaraman'ın da görev aldığını söylüyor. 1997'ye kadar sürdürülen çalışmalar, zemin etüdü için gerekli bütçenin denkleştirilememesi nedeniyle tıkanmış ve çalışma grubu, bu işi daha fazla devam ettiremeyeceğine karar vererek pes etmiş. Yıldız Teknik Üniversitesi Araştırma Fonu'nun verdiği destek ve ekiptekilerin kişisel katkılarıyla yürütülen çalışmayı Başbakanlığa bağlı Tanıtma Fonu, sonuçları yurtdışına duyurma amacıyla desteklemiş. Kurtarılması için mücadele verilen Küçük Ayasofya'nın mülk sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, çalışmalara izin vermekle yetinmiş. ‘‘Bu izni vermeleri de çok önemli’’ diyor Özşen, ‘‘Aksi halde hiçbir çalışma yapılamazdı.’’
Kimseden çıt çıkmıyor
Hazırlanan bütün raporlar Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne, Kültür Bakanlığı'na ve zemin etüdü yapılması hususunda yardım istenen Eminönü Belediyesi'ne sunulmuş. Fakat şu ana kadar, başta bu konuda en büyük sorumluluk sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü olmak üzere, Kültür Bakanlığı'ndan ve zemin etüdü için yardım istenen Eminönü Belediyesi'nden ses çıkmamış.
Bu çalışmalar ayrıca, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde, uluslararası bir sempozyumla da değerlendirilmiş. Temmuz 1997'de bütün dünyadan, 105 bilim adamının katıldığı ‘‘Küçük Ayasofya International Studies in Ancient Structures’’ adlı sempozyum, Küçük Ayasofya merkezliydi, ama tüm tarihi eserleri kapsıyordu. Sempozyum ve varılan sonuçlar da kitap haline getirildi.
Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz İÜ Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümü emekli öğretim üyelerinden Dr. İhsan Tunay, ‘‘Küçük Ayasofya şu anda yıkılma tehlikesi yaşıyor. Yapıdaki bozulmayı, kubbedeki çatlakları fark etmek için uzman olmaya gerek yok. Küçük Ayasofya'nın mülk sahibi Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün konuyu ciddiye alıp kurtarma çalışmasına bir an önce başlaması gerek’’ diyor.
M.S. 530'larda inşa edilen Küçük Ayasofya'nın, sekiz dilimli, merkez planlı çok önemli bir yapı olduğunu dile getiren Tunay, ‘‘Yapının orijinal adı Sergios ve Bakhos Kilisesi. Sergios özellikle Kuzey Suriye'deki kiliselere ismi verilen bir aziz, Bakhos ise şarap tanrısıdır. Bakhos'un ismi kilisedeki yazıtta yok, ancak kabartmalarda bolca üzüm salkımı yer alıyor. Ayrıca şimdiye kadar bilinen en eski Grekçe yazıt da Küçük Ayasofya'da bulunuyor.’’ diyor.