Kraliçe kaprisi, maraton koşu mesafesini artırdı

Güncelleme Tarihi:

Kraliçe kaprisi, maraton koşu mesafesini artırdı
Oluşturulma Tarihi: Mart 10, 2001 00:00


Haberin Devamı

Maraton koşanlar, sonlara yaklaşınca her adımın ondan önceki bütün adımlardan daha ıstırap verici olduğunu bilirler. Koşucular MÖ 49'da Marathon'daki savaş alanından Atina'ya Yunan zaferini bildiren eski Yunanlı ulağın efsanevi mesafesini koştuklarını sanmaktadırlar. Ancak aslında çağdaş maratoncular Pheidippides'ten çok daha uzun bir mesafeyi koşmaktadırlar. Ve bunu bir İngiliz kraliçesinin kaprisine borçludurlar.

Gerçekte bugün tarihçiler Marathon'dan Atina'ya kadar birinin koşup koşmadığını da sorgulamaktadırlar. Ancak efsane popüler olduğu için 1896'da Atina'da ilk modern olimpiyatları düzenleyenler oyunların son koşusu olarak 24 millik bu yarışı da programa almışlardı. Ondan sonraki 25 yıl boyunca maratonun mesafesi yapıldığı kente göre değişmişse de, genelde 25 mil civarında kalmıştır.

1908'de maraton Londra'da Windsor'dan yaklaşık 26 mil uzakta olan White City Stadyumu'na kadar koşulacaktı. Ancak Kraliçe Alexandra'nın bir fikri vardı. Kral VII. Edward'ın karısı ve Danimarka Kralı IX. Christian'ın kızı olan Alexandra yarışın sonunu stadyumdaki locasından seyredecekti. Ama çocuklarının ve torunlarının da yarışın başlangıcını seyretmelerini istiyordu. Böylece başlangıç çizgisi Alexandra'nın ailesinin pencereden izleyebilecekleri Windsor Şatosu'nun bahçesine çekildi.

Londra maratonu böylece 26 mil ve 385 yarda olmuştu. Bu küçük bir ekleme sayılırsa da yarışı başta götüren 23 yaşındaki İtalyan Dorando Pietri için hiç de öyle sayılmazdı.

Pietri, stadyuma girdikten sonra bitiş çizgisine 100 yarda kala yere yığıldı. Seyirciler bağırmaya ve Kraliçe Alexandra heyecanından şemsiyesini yere vurmaya başladı. Pietri güçlükle doğruldu, bir-iki adım sendeledi, sonra yine düştü. Amerikalı John Hayes kendisini geçecekken Pietri'nin İtalyan arkadaşları bitkin yarışçıyı yakalayıp bitiş çizgisine taşıdılar.

Bu şimdiye kadar yapılan maratonların en dramatik olanıydı. Pietri son metreleri tek başına koşmadığı için diskalifiye edildiyse de, Kraliçe Alexandra gösterdiği çaba için kendisini altın bir kupayla ödüllendirdi. Kraliçe yarışın başlangıcını izlemeleri için ailesine saraydan çıkma izni vermiş olsaydı, Pietri tükenmesine neden olan o son metreleri koşmak zorunda kalmayacaktı.

Maraton mesafesi çeşitli değişikliklere uğradıktan sonra Uluslararası Amatör Atletizm Federasyonu 1921'de Londra Olimpiyat maratonunun mesafesini -26 mil ve 385 yarda- resmen kabul etti. Bu nedenle bir daha maratonun o en güç gelen son dakikalarını koşar ya da izlerseniz aklınıza o kahraman Yunanlı koşucu değil, kaprisli kraliçe gelsin.

Efsanevi kadın papa

PAPALAR listesine bakacak olursanız, Papa IV. Leo'nun 855'te ölmesinden sonra yerine III. Benedict'in geçtiğini görürsünüz. Ancak bazı ortaçağ yazarlarına göre bu liste eksiktir. 11. yüzyılda yazan bir keşiş şöyle diyor: ‘‘Papa Leo 1 Ağustos'ta öldü. Onun yerine geçen ve bir kadın olan John iki yıl beş ay ve dört gün papalık yaptı.’’

Papa Joan, ya da VIII. John efsanesi Katolik Kilisesi'ni yüzyıllardır rahatsız etmektedir. 9. yüzyılda bir kadın papanın varlığını kanıtlayacak herhangi bir şey olmamasına rağmen daha sonraki yüzyıllarda bu hikáye öyle yaygınlaşmıştır ki, 1601'de Papa VIII. Clement olayın uydurma olduğunu ilan etmek zorunluluğu hissetmiştir. Ve hatta 1886'da Papa Joan hakkında bir roman yazan Yunanlı Emmanuel Roydis aforoz edilmiştir.

Papa Joan hakkındaki ilk yazılı metin o 11. yüzyıl keşişinin yazdığı iki basit satırdır: 13. yüzyıl geldiğinde ise kadın papanın artık tüm yaşamı dillerde dolaşıyordu. Bir İngiliz rahibinin kızı olduğu söyleniyordu. Bir keşişe áşık olmuş, gizlenmek için erkek kılığına girerek onu Atina'ya kadar izlemişti. Orada da erkek kılığında kalarak ünlü bir bilgin olmuş ve ‘‘çeşitli bilim alanlarında bir eşiti olmayacak kadar yükselmişti’’. Joan daha sonra Roma'ya gitmiş, başarıları nedeniyle kardinal yapılmıştı. IV. Leo ölünce de oybirliği ile papa seçilmişti.

Papa Joan'ın bu arada bir aşk ilişkisi olmuştu. Bir 14. yüzyıl belgesinde bu şöyle anlatılmaktadır: ‘‘Bir gün at binerken bir çocuk doğurdu ve Roma yasalarına uygun olarak ayakları atın kuyruğuna bağlandı, yerde sürüklenirken insanlar kendisini taşladılar.’’ Bir başka keşiş de olayın bir resmi geçitte yer aldığını ve ‘‘St. Peter'den Lateran Kilisesi'ne gidilirken doğum sancılarının başladığını ve çocuğun Coliseum ile St. Clement Kilisesi arasında doğduğunu’’ yazmaktadır. Bazıları Papa Joan'ın taşlanarak değil, bebeği ile şoktan öldüğünü ileri sürdüler.

Papa Joan efsanesi öylesine yaygındı ki, onun sözde çocuğunu doğurduğu dar sokakta bebek emziren bir kadın heykelinin bulunduğu söylenirdi. Papaların bundan sonra o sokaktan geçmediği de iddia edilmektedir.

Kuşkusuz burada sorulacak soru böyle bir hikáyenin nasıl başladığıdır. Bazı tarihçiler aynı yıllarda Konstantinopolis'te yaşayan gerçek bir kadın patrik olduğunu iddia ederler. Ya da 10. yüzyılda papalığın denetimini ellerinde tutan ama papa olmayan bir dizi güçlü kadının varlığından söz edilir.

Daha yakın çağlarda iki feminist yazar bu hikáyenin başka bir amaca yönelik olduğunu iddia etmişlerdir. ‘‘A History of Their Own’’da Bonnie Anderson ve Judith Zinsser hamile Papa Joan efsanesinin kadınların kiliseyi yönetemeyeceklerini kanıtlamak için uydurulduğunu söylemektedirler. ‘‘Böylece yalan bir masal uydurulup büyük rahibelerin ve diğer kadın bilginlerin eserleri ile yaşamları unutturulmuştur.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!