Güncelleme Tarihi:
İstanbul'a geçmiş devirlerde gelen yabancı elçilere gösterilen izaz ve ikramın, saygının ve ağırlamanın ne yüksek boyutlarda olduğunu, Osmanlı'nın elçiye nasıl değer verdiğini dün bu sayfada herhalde okumuşsunuzdur...
Peki ama gelen elçi ya saygısızlık etse, ters ve küstah bir harekette bulunsa neler olurdu, hiç düşündünüz mü?
Protokol düşkünü Osmanlı, hayatını karartırdı elçinin... İstanbul'da başına öyle şeyler gelirdi ki, yaşadıklarını korkuyla hatırlamadığı bir an bile olmazdı...
İşte, iki küçük örnek:
Yabancı elçilerin ve yanındakilerin padişahın huzurunda yerlere kadar, yeri öpercesine eğilmesi eski bir gelenekti. Ama İstanbul'a 1667'de gelen bir Avusturya elçisi bu geleneğe tam olarak uymadı ve yeri öper gibi eğilmedi. Hükümdarına bu şekilde bir saygısızlık yapıldığını gören saray görevlilerinden biri elçiyi ensesinden tuttuğu gibi hızlıca itti, yere düşen Avusturyalı'nın alnından kanlar fışkırdı ve olup bitenleri gören yanındaki tercümanın da korkudan dili tutuldu. Sadaret kethüdası da, konuşamaz hale gelen tercümanı tekme tokat padişahın huzurundan dışarıya attı.
Daha büyük bir diplomatik kriz ise 17. yüzyılda, Üçüncü Murad zamanında yaşandı. Osmanlı Devleti'yle İngiltere arasındaki ilişkiler gelişiyor, Sultan Murad'la İngiltere Kraliçesi Birinci Elizabeth arasında sürekli mektuplar gidip geliyordu.
Kriz Tophane'de patladı ve Arap Mehmed Paşa yalısında kalan İngiliz elçisi bir anda halkın tepkisini çekti. Elçi namaz vakitlerinde davul, zurna ve çan çaldırıyor, hemen her gece kadınlarla âlem yapıyor, Türklerin elindeki esirleri kaçırtarak elçilikte saklıyor ve çöpünü Müslüman mezarlarına döktürüyordu.
İnfiale gelen Tophaneliler, Galata Kadısı'na bir dilekçe verdiler ve İngiliz elçisi Tophane'den çıkartılmadığı takdirde mahalleyi ateşe vereceklerini söylediler.
Elçi önce sadrazamın konağına davet edildi, orada saatler süren bir hakaret faslından sonra artık Tophane'de yaşamasının yasaklandığını öğrendi ve Galata taraflarındaki eski bir binaya yerleşti. Aradan biraz zaman geçtikten sonra da, ‘‘İngiltere'yle münasebetleri bozduğu’’ gerekçesiyle memleketine gönderildi ve yerini bir başkası aldı.
Osmanlı Devleti batıya açıldıkça, İstanbul'daki yabancı elçiler huzura çıktıklarında daha rahat davranır oldular. 19. yüzyılın ortalarında artık ne Yedikule zindanlarına hapsedilen ne de padişahın elini öpen elçiler vardı. saraylarda hükümdarla yanyana oturuyor ve eski zamanların mehter eşliğindeki pilavla zerdesinin yerine Avrupai orkestraların yaptığı müziğin refakatinde padişahla beraber Avrupa mutfağının gözde yemeklerini tadıyorlardı.
Reşad Ekrem'in giyim kuşam sözlüğü
Biniş
Eski mill; kıyafetlerimiz arasında yüksek tabakanın ve özellikle ulemanın giydiği bir çeşit cüppeydi. Halkın giydiği cüppeden farkı bedeninin daha geniş, kollarinin daha bol ve uzun olmasıyde. Kış için yünlüden, yaz için ketenden veya softan kesilirdi. Rengi ekseriya siyah, bazan da devetüyü olurdu. Eski teşkilâtta meselâ alay çavuşları gibi bir takım kimseler de biniş giyerler, onları ulemadan kavukları ayırdederdi. Bukişilerin binişleri biraz daha değişikti. Gayet geniş olan kolun arka tarafı dirsekten yene kadar yırtmaçlı ve kol aşağı salındığı zaman eli tamamen örtecek kadar uzun olurdu.
iftar yemekleri
Moskof böreği
Bira mayası az un ve su ile yoğrulur, kabarması için ılık bir yere bırakılır, kalan un elekten geçirilip ortası açılır. Tuz, süt, yumurta, tereyağ ve önceden hazırlanmış olan maya ilâve edilir. Un toplanarak hamur yapılır ve üzeri kapatılarak yine ılık bir yerde mayalanmaya bırakılır. Kabarmasından sonra kalın şekilde açılır, çay tabağı ile kesilir, yağ ve sovanla kavrulmuş kıyma ilâve edilir. Ortası azıcık açık bırakılarak etrafı toplanır ve kızgın zeytinyağında kızartılır.
Hattın ustaları
Hoca Mehmed Efendi
1687'de İstanbul'da doğdu. İlk hat derslerini hattat olan babası Yusuf Efendi'den aldı, sonra Yedikuleli Seyyid Abdullah'tan meşketti, 18 yaşına geldiğinde altı çeşit yazıdan icazet sahibi oldu. Peygamberin ‘‘İlmi pazartesi günleri arayınız. O gün talebeye kendisini daha kolay gösterir’’ hadisine uyarak öğrencilerine sadece pazartesi günleri ders verirdi. Pek çok sayıda talebe yetiştirmiş olan Mehmed Rasim 1755'te vefat etti. Mezartaşını talebelerinin en kıdemlisi olan Mestçizade Ahmed Efendi yazdı.
Tarihin tuhaflıkları
Gümüşten araba
Dördüncü Sultan Mehmed, karısı Hatice Gülnuş Emetullah Sultan'ı çok severdi. Sarayda hemen her anını Gülnuş Sultan'la geçirmek isteyen hükümdar av merakı dolayısıyla sık sık gittiği Edirne'ye karısını da götürürdü. Dördüncü Mehmed, bir defasında Macaristan seferine çıkarken karısı için som gümüşten bir araba yaptırdı ve sultanını da yanında savaşa götürdü.
Abdülbaki Gölpınarlı
Kürsi nedir?
Arapça ‘‘kirs’’ sözünden gelir, toplu anlamınadır. Kitabın yaprakları forma hâline getirilip bir araya toplanınca, bu kâğıtlara ‘‘kürrâse’’ denir. Kirs, bir şeyin aslı anlamını da verir.
Örfte, üstüne çıkılıp oturulan yüksek yerdir. Kürsiye seyyar, yahut sâbit merdivenle çıkılır. Vaaz verenler, kürsiye çıkıp vaaz verirler. Mevlevi semâhanelerinde sağ tarafta ve türbeye karşı bulunan kürside Mesnevi şerhedildiği için, bu kürsiye ‘‘Mesnevi kürsisi’’ denir.
Kur'ân-ı Mecid'in II. suresinin (Bakara) 255. âyet-i kerimesinde Allah'ın kürsisinin gökleri ve yeryüzünü kapladığı bildirilmektedir. ‘‘Áyetu'l-kürsi-Kürsi âyeti’’ diye anılan bu ayetteki kürsi, Allah'ın bilgisi, tedbir ve tasarrufu olarak tefsir edilmiştir. Zâhide çatan bir şair ‘‘Değil kürsiye vâiz, Arş'a çıksan âdem olmazsın’’ mısraını söylemiş ve bu mısra, tasavvuf ehli arasında atasözü gibi söylenir olmuştur.
Güzel sözler
Áşıklar, biz yıldız gibi tamamiyle ateş kesilmişiz. Hâsılı bütün gece o ay parçası güzelin etrafında oynayıp dönmeye koyulmuşuz. Güneş ortada olunca yıldız görünmez. Güneşimiz gideli ortaya çıktık, çırıl-çıplağız, âvâreyiz biz.
Gelin ey âşıklar, gelin ey iş erleri, işe yarar şarap burada. Onun için biz de bu işe koyulmuşuz zaten. Her sabah bu güzeller peygamberinden haber gelir, ‘‘Gelin ey çâresizler’’ der, ‘‘Gelin, biz âşıklara dermânız, onların çâresi biziz’’.
Gökyüzünün harman yerinde yıldızız ama, parça parça kesilsek, her parçamız arpa kadar olsa, yine sırrından bir zerre bile söylemeyiz.
Bizi şu cüz'i aklımızın içinde arama. Çünki onun aşkının ovasında cüz'i şeylerden çıkmışız biz. Aşk delidir ama biz zırdeliyiz. Fefiz kötülükleri emreder ama biz ona emreder, onu hükmümüz altına alırız.
Mevlana