Kötü adamların en sevimlisi

Güncelleme Tarihi:

Kötü adamların en sevimlisi
Oluşturulma Tarihi: Mart 24, 1998 00:00

Haberin Devamı

1932, İzmir doğumlu. Bütün fertlerin birbirine büyük bir sevgiyle bağlı olduğu, orta halli bir aileden geliyor. Ağabeyinin fotoğrafçı dükkanındaki çıraklığı, onu fotoğraf dünyasına sokuyor. 14 yaşında evden kaçıp, İstanbul Sirkeci'de Atom Hüseyin lakaplı ortağıyla giriştikleri işportacılık ise onun iş yaşamının ikinci deneyimi. Kulağından tutulup İzmir'e geri götürüldükten sonra yine fotoğrafçılık. Derken onun için Yeşilçam kadar önemli olan foto muhabirliği, gazetecilik, Demokrat İzmir ve Hürriyet gazeteleri. Necdet Bükey'in teklifiyle, 'balıklama' Yeşilçam'a geçiş ve 400'ü aşkın film. Bugün yaşı 30'un üstünde olan herkesin yakından tanıdığı, Türk sinemasının kötü adamı Hüseyin Baradan o. Ama muzip yüz ifadesiyle, kötülerin en sevimlisi... Hüseyin Baradan, 65. yaşında 'Bu gözler neler gördü' adıyla anılarını yayınladı. Biz de onu, halen yaşadığı İzmir'de, Basın ve Halkla İlişikler görevini sürdürdüğü EGE-KOOP'taki bürosunda bulduk.

Siz çok genç yaştan itibaren çalışma hayatına atılmışsınız. Çok sıcak bir aile ortamında büyümenize rağmen, ağabeyinizin bir tokatıyla İstanbul'a kaçmışsınız ve işportacılık günleri başlamış. Girişimci ruh daha o zamandan vardı herhalde.

- Girişimci ruh mu bilmem, gençlik rüzgarı işte. 14, 15 yaşındaydım. Ağabeyimden yediğim o tokat bana çok ağır geldi. Şöyle oldu: Türkiye'de flaş bilinmiyor. İzmir'in ilk fotoğrafçılarından Hamza Rüstem bize telefon edip, flaş denen bir alet geldiğini söylüyor. Gidiyoruz, koca bir karavana, basıyorsun, Allah, şimşek gibi çakıyor. Aldık dükkana getirdik. Rahmetli ağabeyim çok hesabi bir adamdı. ‘‘Ağbi şu makinaya bir film takıp tecrübe edelim’’ dedim. Gerek yok, dedi. Ben aldım 12,5 kiloluk flaşı, Kurban Bayramı, gazino gazino dolaşıp çakıyorum, herkes şaşırıyor. 365 liralık iş yapmışız, büyük para. Bayramdan sonra filmleri bir yıkadık ki, ne görelim? Hepsi bembeyaz. Ben ikna ederim müşteriyi, dedi ağabeyim, burada vesikalık çeker takas ederiz. Olmaz öyle şey, dedim. Herkesin parasını vereceğiz. Öyledir, böyledir derken, bana bir tokat patlattı. Bir anda dünyam yıkıldı. Hemen eve geldim, küçük bir valiz hazırladım, o gece bir otelde kaldım, sabah erkenden İstanbul'a gittim. Sirkeci'de bir otele yerleştim.

Derken Atom Hüseyin'e rastladınız.

- Evet, iş araken bir adama rastladım, takla atan bir oyuncak satıyor, hem de iyi satıyor. ‘‘Abi bunları sen nereden alıyorsun,’’ dedim. Adam beni ittirmeye başladı. Ondan küçük olmama rağmen giriştim adama. İnsanlar bizi ayırdılar, ben de oradaki bir kahveye gittim. Birazdan adam çıktı geldi. ‘‘Kusura bakma kardeş’’ dedi. ‘‘Ben bunları Tahtakale'den alıyorum, gel seninle ortak işportacılık yapalım’’. Ertesi gün şıpıdık tabir edilen bir araba aldık, gittik Tahtakale'ye, jilet, elbise fırçası, bir sürü şey aldık. Çıkıyoruz arabanın üstüne bağıra bağıra satıyoruz. İyi de para kazanıyoruz. İşi büyüttük, iki erkete, iki de tırnaka tuttuk. Erkete belediyecileri haber veriyor. Tırnaka da müşteri gibi kalabalığın arasına giriyor. Bu böyle yirmi beş gün kadar devam etti. Ben bir gün yine bağıra çağıra satış yapıyorum, bir başımı kaldırdım, iki ağabeyim karşımda. Ortağım Atom Hüseyin'den ayrılmak çok zor oldu. Hala görüşüyoruz. Şimdi Türkiye'nin en büyük çorap firmasının sahibi.

Sinemaya geçişiniz tesadüfi oldu belki ama, anılarınızda en büyük yeri Yeşilçam'ın tutacağını düşünmüştüm. Sanki Yeşilçam'ı, yaptığınız işler içinde bir iş olarak görmüş, yeterince gönül vermemişsiniz izlenimi aldım.

- Bunu böyle algılamayın. Ben 1958 senesinde İzmir'de film çekmeye başladım. 38 filmden sonra, Yoakim Filmeridis'nin davetiyle İstanbul'a gittim. Oysa ben devrimin en parlak foto muhabirlerinden biriydim. Gazeteciliğe çok gönül vermiştim. Dediğiniz gibi sinemaya tesadüfen girdim ve sizi temin ederim, o ana kadar hiç film seyretmemiştim, seyredememiştim, boş vakit bulamıyordum ki. Tahsilini görmemişim, okuluna gitmemişim, tekniğini bilmem, sinemaya balıklama daldım. Çok sevdim ama gazeteciliği hiç unutmadım. Sonra iki mesleği birleştirdim, Yeşilçam'ı gazeteye taşıdım. O zamanlar paparazzi filan yok, diyelim Orhan Günşiray ‘‘hık’’ dese gazete duyuyor, çünkü haberini yapıyorum, resmini çekiyorum. Belki de Türkiye'deki ilk paparazzi benim. Hayır, ben sinemayı da çok sevdim.

TV DARBE VURDU

Yeşilçam'a vedanız nasıl oldu?

- Sinemaya bu kadar gönülden bağlıyken, belki gazeteciliğin verdiği bir önseziyle sinemanın yavaş yavaş bittiğini gördüm. 70'li yılların başında bir kovboy furyası başladı. Cüneyt Arkın, Tamer Yiğit sayısız kovboy filmi çektiler. Arkadan televizyon da işin içine girdi. Sinema televizyonla başedemez oldu. Dünyada her milletin sineması, televizyonla birlikte bir sarsıntı geçirmiştir. Ama mücadele etmesini bilmişlerdir.

Sizin kuşak niye bilemedi?

- Her şeyden evvel sinema demek teknik demek. Karşımıza dev Amerikan prodüksiyonları çıktı. Ayrıca bizim prodüktörlerimiz -bir kısmını tenzih ederim- tarlasını, davarını satıp İstanbul'a gelip, filmcilik yapmaya kalkıştı. Taşradan film prodüktörlüğü yapmak için gelen bu insanlar da sinemayı berbat etmek için ellerinden geleni yaptılar. Çok komik, akıl almaz şeyler oluyordu. Mesela Cemil Uyanık diye biri, bir film yapmıştı, afişine ‘‘Bu film peşin parayla çekilmiştir’’ diye yazdı. Daha neler neler. İnsanlar bir gitti, iki gitti, derken seks filmleri furyası geldi, gitmez oldu artık ve küstü. Ben de gazeteye zamanında dönüş yaptım.

Televizyona da yüz vermediniz.

- TRT'ye 13 bölümlük bir dizi çektim yeni. Son derece pişmanım. Fakat şu kapıdan girip beni ikna eden 40 yıllık bir arkadaşımdı. 67 gün, gece gündüz çalışarak ‘‘Sizinkiler’’ dizisini çektik. Filmin akibeti belli değil. Televizyon programlarına çıkmıyorum. Söyleşi talebiyle gelen televizyoncuya şunu diyorum: Kaç para vereceksin? Ya abi, veremiyoruz filan diyor. Ben kendim için istemiyorum, diyorum. Şu köşede Türk Eğitim Vakfı var, ama beş lira ama on lira gider yatırırsın, makbuzunu da getirirsin, o zaman ben karşında bin takla atarım. Nitekim bu akıbeti belli olmayan dizi için de vakfa bağış yaptılar bana verecekleri parayla.

Sizin aslında muzip bir yüzünüz var. Niye genellikle kötü adam oynadınız?

- Bu insanın elinde olan bir şey değil. Distribüsyon yapılırken, sizi o role layık görmüşlerse, söyleyecek bir şey yok. Belki bıyıktan. Benim saçlarım da çok uzundu o zaman. Hippilikten değil, vakitsizlikten, berbere gidememekten.

Ama siz de boylu boslu ve yakışıklıydınız. Niye ben de jön değilim, demediniz mi hiç? Ya da jönleri kıskanmadınız mı?

- Hayır, hiçbir zaman. Rahmetli babamın bir lafı vardı: 'Gaye eğer hırsa dönerse, o hırs insanı öldürür.' Ben hiç hırslı olmadım. Paraya da önem vermedim. Fazlası belki beni azdırırdı.

Anılarınızda iki jöne, Orhan Günşiray ve Cüneyt Arkın'a ilişkin pek iyi şeyler söylemiyorsunuz.

- Cüneyt kontrolsüzdü. (Çenesini bir sola bir sağa oynatıyor.) Kitapta çenemi kırdığını yazmadım. Orhan Günşiray da kontrolsüzdür. Vurur arkasından da 'Affedersin' derdi. Şimdi çok zor durumda. Şöhret çok zor taşınacak bir yüktür. Orhan şöhretini kendisi öldürmüş biridir. Dağda çalışırız, atıyla gelirdi. Deniz kenarındaysak yatıyla gelirdi. Sete üç saat geç gelir. Kendisinden önce, Migros arabaları gibi açılan bir kamyon gelir, içinde buzdolabı, gölgelik, şezlong, içki, yemek... O günkü hesapla, Orhan Günşiray yatağında gözlerini açtığı andan yeniden yumuncaya kadar her geçen saati 1850 liraydı. Kaç saat ayakta kalırsa bu miktar taksimetre gibi yazılıyordu. Çok kazandı. Akarken tutmadı. Bu bir çağdı çünkü, geçecekti. Oysa çok akıllı arkadaşlarımız çıktı, İzzet Günay, Ekrem Bora gibi. Yeşilçam'da bugün çok zor durumda olan arkadaşlarımız var.

İlk film teklifi

... Yine bir öğle yemeğindeyim. Herkesle dostum ve arkadaşım. Yemek sırasında karşımda bir adam bana dik dik bakıyor. Ben bakışlarından bayağı rahatsız olmaya başladım. O arada Şükran Lokantası'nın en kıdemli garsonu Cemal Efendi yanıma gelerek ‘‘Ağabey, karşıdaki bey seni masasına davet ediyor’’ demez mi! Kan beynime sıçradı. Ben adamı cinsi sapık zannettim. ‘‘Git o beye söyle, canı isterse o benim masama gelsin’’ diye haber yolladım. Şimdi rahmetle andığım Necdet Bükey masama gelerek bana ‘‘Özür dilerim, beni yanlış anladınız. Ben İzmir Film'in sahibi Necdet Bükey'im, çevireceğim bir film için sizin tipinizde birine ihtiyacımız var, acaba kabul eder misiniz?’’ deyince varın bendeki şaşkınlığı siz hesap edin.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!