Güncelleme Tarihi:
313 yılında doğunun hâkimi Licinius ile yayınladığı Milano Fermanı ile tarihte ilk defa Hristiyanlara din özgürlüğü tanıdı. 324 yılında ise Licinius’u Khrysopolis’te (bugünkü Üsküdar’da) yenerek tüm Roma’nın tek hâkimi oldu ve tetrarşi sistemine son verdi. Bu işaretle muzaffer olacaksın (In hoc signo vinces) 28 Ekim 312’de Konstantin’in Milvi Köprüsü Savaşı, Hristiyanlık için büyük önem taşır.
272’de Niş’te (Naissus) doğdu. 306’da imparator oldu. 312’de Batı Roma’nın tek hâkimi haline geldi. 324’de Licinius’u yenerek Batı ve Doğu Roma’nın tek hâkimi olarak tetrarşi sistemine son verdi. 330’da İstanbul’u başkent yaptı. 337’de hayata gözlerini yumdu.
Savaştan beş yıl sonra Lactantius’un yazıya geçirdiğine göre Konstantin, bu savaştan önce bir vizyon görmüştür. Konstantin güneşin üzerinde ışıktan bir Chi-Ro işareti görür (Bugün Vatikan’ın sembolü olan çapraz işareti. Bugünkü versiyonunun ortasında bir de ‘P’ harfi bulunur) ve Konstantin’in aklına Latince şu sözler düşer: “In hoc signo vinces.” (Bu işaretle muzaffer olacaksın.) Ama Konstantin, gördüğü işaretin anlamını çözemez. Aynı günün gecesi (ertesi sabah savaş başlayacaktır) Konstantin’e bu kez Hz. İsa görünür ve ona koruyucu ve zafer işareti olarak bir öneride bulunur.
Bu işaret, etrafı hristogramlarla (Chi-Ro, yani Hristiyanlarca haç kadar kutsal sayılan ama artık pek kullanılmayan çarpı işaretleriyle) süslenmiş bir kare haçtır. Bu işaret, bir Vexilium (Roma birliklerinin kare şeklindeki bayrağı) formunda derhal hazırlanıp, Konstantin’in hayatının bundan sonrasına, Güneş Tanrısı Sol ile tek Tanrı arasında gidip gelen, ama ölmeden önce vaftiz olacağı bir dindarlık süreci hâkim olacaktır. Konstantin, Hristiyanların ayin gününün adını koyan kişidir aynı zamanda: “Sonntag/Sunday” ve türevleri “Güneşin günü” anlamına gelir ve bugün de tatil ve ibadet günüdür.
Tam adı Flavius Valerius Aurelius Constantinus Augustus, Roma imparatoru. Constantius Chlorus’un oğludur. Genç yaşta eğitilmek üzere imparator Diocletianus’un sarayına gönderildi. Burada bir asker gibi yetiştirildi. Latin kültürü aldı, yeni yayılmaya başlayan Hristiyanlıkla tanıştı ve bu dine yakınlık duydu. Diocletianus 305’te Maksimianus ile birlikte tahttan çekilince Konstantin imparatorluğun batı kesiminin imparatoru oldu. Ancak sezar olması gereken Konstantin, doğunun augustusu olan Galerius’un sarayında rehin kaldı. Constantinus, Britanya’ya yapacağı bir seferde kendisine yardımcı olması için Galerius’tan oğluna izin vermesini istedi. Bu izin verilmeyince Konstantin saraydan kaçtı ve Bolonya’da babasıyla buluştu. Constantinus Britanya seferkindeyken 306’da York kentinde öldü. Ordu Konstantin’i imparator ilan etti. 307-310 arası imparator olmak için mücadele eden altı kişinin çarpışmalarıyla geçti. 310’da Maksimianus, 311’de Galerius öldü. Roma’yı ele geçirmiş olan Maksentius üzerine yürüyen Konstantin 312’de onu öldürerek İtalya’nın tümünü ele geçirdi. Öteki imparatorlar Licinus ile Maksimianus Daia, Campus Serenus’ta savaşa tutuştular. Yenilen Maksimianus Daia Anadolu’ya kaçtı ve 313’te Tarsus’ta öldü.
Böylece imparatorluğun batısı Konstantin’e, doğusu da Licinus’a kaldı. Bu arada Konstantin kız kardeşi Constantia ile Licinus’u evlendirerek ilişkilerini sağlama aldı. Konstantin’in 313’te yayınladığı ve din özgürlüğünü içeren “Milano Fermanı”,
Licinus ile aralarının açılmasına neden oldu. Hristiyanlığa yakınlık duyan Konstantin’e karşılık Licinus çok tanrılı dinden yanaydı. Aralarındaki gerginlik 314’te Balkanlar’da yapılan bir dizi savaşla su üstüne çıktı. Savaşı Konstantin kazanmasına karşın Licinus ile anlaşmayı yeğledi. Batı topraklarından yalnız Trakya’yı Licinus’a verdi ve barbar akınları dışında birbirlerinin topraklarına girmemeyi kararlaştırdılar.
323’e kadar anlaşmış görünen iki imparator, sezarların seçiminde anlaşmazlığa düştüler. Üsküdar’da yapılan savaşı Licinus kaybetti. Ancak eşi Constantia’nın ricasıyla yaşamı bağışlandıysa da 325’te devlete ihanetle suçlanarak öldürüldü. Böylece 306-325 arasında sürüp giden imparatorlar savaşı son buldu ve Konstantin tek başına imparator oldu. 325-337 arasında Roma İmparatorluğu için bir barış dönemi oldu. Konstantin kendini imparatorluğun bayındırlığına adadı. 326’da imparator oluşunun 20. yıl törenleri için Roma’ya gitti. Bu gidişinde Roma’nın başkent olmaktan çıktığını iyice anladı. Gerçekten 324’te Bizans’ın (İstanbul) yeniden yapımına başlanmıştı. 11 Mayıs 330’da İstanbul büyük törenlerle başkent oldu.
326’dan ölümüne kadar Konstantin bir daha Roma’ya gitmedi. Bizans’ın adını değiştirdi ve kendi adını verdi: Konstantinopolis. İleride Doğu dünyası, Müslümanlar ve Türkler de onu Konstantiniyye diye telaffuz edecekti. İyi bir askerin ve Tanrı inancına ulaşmış bir hükümdarın adı kimseyi rahatsız etmiyordu. 332’de Gotları yendiğinde ve sonraki kuşatmalarda şehrin savunma sisteminin yararı görüldü. 334’te de Sarmatları yendi; üstelik yendiklerini de devşirme askerler olarak ordusuna aldı. Çok da işe yaradılar.
Arius’un mezhebi onun pagan ruhuna ve Yunanlı mantığına daha uygundu ama 325’te topladığı İznik Konsili’nde Arius’un
aforoz edilip harcanmasına ve Kilise’nin öylece şekillenmesine canı gönülden katıldı. Mühim olan Kilise’nin onun elinde
olmasıydı. Konstantin dönemine kadar Roma’da Hristiyanlık azınlıktı, rahatsız edici bir azınlığın diniydi. Varlıklarına
ve ibadetlerine kâh göz yumulurdu, kâh takip edilip zulüm görürlerdi. Onunla birlikte Hristiyanlık bu imparatorluğun dini olmadı ama üstün konuma yükseldi; en azından orduda askerler arasında durum buydu. 337’de İznik’te ölene kadar önce ortakları ve sonra düşmanları olan Licinius ve Maxentius’u ordusundaki Hristiyan asker ve subaylar sayesinde bertaraf etti. Üstelik bu olayları; rüyasında haçlarıyla zafer kazanmış bir ordu gördüğünü söyleyerek Hıristiyan kitleler nezdinde ününü pekiştirdi. 326’da ihanet ve tertiplerinden şüphe ettiği oğlu ve karısı Faustina’yı öldürttü. Konstantin kendi koruduğu cemaat için İtalya Roma’sında ve İstanbul’da birçok kilise yaptırmıştır. Roma’dakiler St. Paul Katedrali gibi ayakta, İstanbul’dakilerin temelleri ortada. Çoğu sonradan yenilenmiştir. Ayasofya’nın imperial narteksindeki (giriş) mozaikte görüldüğü gibi İsa’ya o bu şehri, Justinian da Ayasofya’yı hediye ediyordu.
Roma imparatorlarının en büyüklerinden biri olan Büyük Konstantin, tek başına ülkeyi yönettiği dönemde toprakları güvence altına aldı, güçlü bir sivil yönetim kurdu, İstanbul’u başkent yaparak doğuya daha fazla önem verdi. Hristiyanlık resmi din oldu. İmparatorluğun başta İstanbul olmak üzere büyük kentleri bayındır bir hale geldi. Ölümünden sonra yerine oğulları II. Constantinus, II. Constatius ve Constans geçtiler. İngiliz yazar John J. Norwich Byzantium-The Early Centuries adlı kitabında şöyle yazıyor: “Tarihin hiçbir döneminde, ne ondan önce ve ne de ondan sonra imparator, kral ve çar unvanı ile hüküm sürenler, tam anlamı ile ‘Büyük’ unvanına onun kadar layık olmamışlardır. Çünkü o, 15 yıl gibi kısa bir süre içinde iki karar alarak bütün dünyanın kaderini değiştirmiştir. Bunlardan ilki Hıristiyanlığı kabul edip Roma İmparatorluğu’nun resmi dini haline getirmesi, ikincisiyse imparatorluğun başkentini Roma’dan, yeniden inşa edilen bir şehre, Byzantium’a (İstanbul) taşıması ve sonraki 16 yüzyıl boyunca şehrin onun ismiyle, Constantinople olarak anılmasıdır. Bu iki karar, onun tarihin en etkili kişisi olduğunu göstermektedir.” Konstantin, paganizmle Hristiyanlığın bir arada yaşamasını sağlamıştır. Bunu bazı sembolleri ortaklaştırarak yapmıştır. O dönem Roma’da yaygın olan Mithra inancında ilahi bir varlığın 25 Aralık’ta doğması söz konusuydu. Bu tarih aynı zamanda İsa’nın da doğum günüydü. Konstantin Hristiyanların kutsal günü olan pazarı tatil ilan ederken onların dediği gibi Rabbin günü olarak değil Dies Solis (Güneşin günü, İngilizce Sunday) olarak adlandırmıştır. Hristiyanlıktan önce Sol Invictus (Yenilmez Güneş) kültüne bağlanmıştı.