Korkunun ilahı

Güncelleme Tarihi:

Korkunun ilahı
Oluşturulma Tarihi: Mart 23, 1999 00:00

Haberin Devamı

Gösterimdeki ‘‘Vampirler’’in yönetmeni John Carpenter, 1948 doğumlu. Kendisi aynı zamanda besteci, senarist, oyuncu, yapımcı ve montajcı. İlk filmi, öğrenciyken kısa metraj olarak çektiği, 1974'te uzun metraja çevirdiği bir bilimkurgu olan ‘‘Dark Star/Karanlık Yıldız’’. Bilimkurgu, korku, gerilim, fantastik sinema türlerinde ürünler veren ve inişli çıkışlı bir sinema kariyeri izleyen Carpenter, 1976'da bir gerilim filmi, ‘‘Assault on Precint 13/13. Bölgeye Saldırı’’yı yaptı. 1978 yapımı ‘‘Halloween’’ korku sinemasının doruklarından biri olarak kabul edildi. İkinci korku filmi ‘‘The Fog/ Sis’’ 1979 yapımı. ‘‘Escape from New York/ New York'tan Kaçış’’ ile bilimkurguya dönen yönetmen, 1982'de yine bir korku filmi çekti: ‘‘The Thing/Şey’’. 1986'da bir fantastik film, ‘‘Big Trouble in Little China/Küçük Çin'de Büyük Bela’’; 1987'de bir korku filmi, ‘‘Prince of Darkness/Karanlıklar Prensi’’ne imza atan Carpenter, iki fantastik film daha yaptı: ‘‘They Live!/Yaşıyorlar!’’ (1988) ve ‘‘Memories of an Invisible Man/Görünmez Adamın Anıları’’ (1992). Son olarak ‘‘Village of Damned / Lanetliler Köyü’’ (1995) ve ‘‘Escape from L.A./Los Angeles'tan Kaçış’’ı (1996) çeken yönetmenin ‘‘Vampirler’’i western ve korku filmi karışımı. Fransız Premiere dergisi John Carpenter'la konuştu.

Premiere -Bütün filmleriniz arasında ‘‘Vampirler’’ bir western'e en çok benzeyeni.

John Carpenter - Filmi çevirirken aklımda Sam Peckinpah vardı. Peckinpah benim en beğendiğim sinemacılardan biri olmuştur daima. Bir vampir filmi yapmayı düşündüğümde, folklorik görüntülerden kesinlikle kaçınmayı istiyordum. Hammer filmlerinin hayranıyım, ama ‘‘Vampirle Görüşme’’ ya da Coppola'nın ‘‘Dracula’’sı gibi şatolu, sisli ve yarasalı gotik klişelerle dolu yeni filmlerin hayranı değilim. Kendimi kostümlü bir film yaparken hayal edemiyordum. John Steakley'nin romanı o sırada elime geçti, romanda olay Amerika'nın güneybatısında geçer. Bana ‘‘Şafağın Kapılarında’’yı hatırlattı. Kathryn Bigelow, vampirleri çağımıza getirmekle müthiş bir iş yapmıştı. Bu fikirden hareketli filmi kafamda kurmaya başladım. Sonra ‘‘The Wild Bunch/Vahşi Belde’’ geldi aklıma, çünkü bu filmde Peckinpah iyileri bir tarafa, kötüleri diğer tarafa koymaz; birbirine karışmışlardır. Michael Mann'ın da ‘‘Heat’’te yaptığı buydu biraz. Düşündüğü, polislerle hırsızların birbirine benzemesiydi. Yani yeni bir şey değil, polisiye olsun, western olsun, bütün karanlık filmlere özgü ortak bir eğilim.

Burada düşmanlar Kızılderili değil vampir. Günümüzde kötü Kızılderililerin olduğu bir western düşünülemez.

Hayır! Mesela ‘‘Kurtlarla Dans’’ı ele alın. Bildiğim kadarıyla bu filmden nefret eden tek kişi benim. İnsanlar doğru davranmamaktan öyle korkuyor ki... Neden kötü adamlar Kızılderililer olamazmış? Bakın, laf aramızda, şunu itiraf etmeliyim ki, ben de Kızılderililere kötü adam rolü veremem! ‘‘13. Bölgeye Saldırı’’yı yapmak daha kolay oldu, çünkü çetenin üyeleri (düşmanlar) farklı etnik grupları temsil ediyorlardı. Sırf bir ırkı gösterseydim, beni çarmıha gererlerdi. Üstelik, neredeyse bir yüzleri bile yoktu; gölgeydiler. Seyirci kabul etti. Bir etnik grubu olumsuz olarak algılanabilecek bir şekilde gösteremezsiniz. Bu imkansız.

Vampir avcısı Jack Crow, önceki kahramanlarınızı hatırlatıyor: John Nada (Los Angeles'tan Kaçış), Snake Plissken (New York'tan Kaçış) ya da Napoleon Wilson'u (13. Bölgeye Saldırı).

Her seferinde aynı kişi çünkü. Benim idealize edilmiş halim. Bu karakterle işimi bitirmedim henüz, bir iki çeşitlemesi daha kaldı. Sanırım bu şekilde her yönetmen kendi hakkında bir şeyler keşfedebilir.

Jack Crow karakteri senaryodaki hali ile James Woods tarafından canlandırılması arasında nasıl biçimlendi?

Yapımcılar, bana projeyi önermeden önce Patrick Swayze'yi düşünmüşler. Ben onu bu rolde hiç tahayyül edemiyordum ve bir vampir katilinin neye benzeyebileceği hayal etmeye çalıştım. Karakter benim bilinçaltımdan çıktı. Onda insan olmak ve canlı olmak durumuyla ilgili olarak derin bir ikilik var. Ahlaki olarak da iki yanlı. Bir tür bıkkınlık ve sertlik var onda. Senaryoyu James Woods'a yolladım ve rolü kabul etti. O karaktere benziyor ve onu çok keskinleştirdi. Kıza tokat attığı sahne, kendi fikriydi.

‘‘Vampirler’’de Jack Crow'un ağzında hep bir puro var. Tütün kullanımı filmlerinizde hiçbir zaman sebepsiz değil...

Genellikle sigara bir bağ kurmaya yarar. Ya da kahramanın sıkıntılı olduğunu ifade eder.

Günümüz filmlerinde bir karakter sigara içmeye başladığı an kötüler safında sınıflandırılıyor. Bu bir kural halini aldı.

Çağdaş bir Amerikan klişesi bu. Kabul edilir olanı ve olmayanı yeniden tanımlayan bir dönemden geçiyoruz. Durmadan değişiyor bu. Tuhaf bir halkız. Los Angeles barlarında sigara içmeyi yasaklayan yeni bir kanun bile var.

‘‘Vampirler’’de alışılmıştan daha çok seks ve kan var.

Sahi mi? İyi öyleyse. Filmin seyircinin beklediğinden daha kuvvetli ve sert olmasını istiyordum. Vampirler orada ve kanınızı emecekler. Onları öldürmek için parçalara ayırmak lazım, tamam mı? Film tamamlandığında buna öyle alışmıştım ki, artık beni sarsmıyordu.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!