Korkmuyordu çünkü o bir Türk kedisiydi

Güncelleme Tarihi:

Korkmuyordu çünkü o bir Türk kedisiydi
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 09, 2006 00:00

Arkadaşımız Sefa Kaplan’ın yeni yayımlanan "Batılı Gezginlerin Gözüyle İstanbul" kitabında, Cağaloğlu’ndaki ünlü caddeye adını veren Claude Farrere ile ilgili ilginç bir anı da yer alıyor.

Farrere, İstanbul’da Türk kedileriyle Rum ve Ermeni kedileri arasında belirgin farklar bulunduğunu iddia etmekle kalmıyor, İttihat ve Terakki’yi de 80 bin köpeği katlettiği için vicdansızlıkla suçluyor.

1902-1904 yılları arasında İstanbul’da yaşayan Claude Farrere’, "1902 yazında Fransa’dan ayrılırken Türklerden ölesiye hoşlanmadığımı söylersem bana inanın. Zaten koleji bitiren bütün Fransızlar öyledir" itirafından sonra, "Ve 1904 sonbaharında tepeden tırnağa kadar Türk dostu olarak vatana döndüğümü söylersem yine bana inanın" demekten çekinmeyecektir.

TÜRK İÇİN SAVAŞIRDIM

Aynı Claude Farrere, İstiklal Savaşı’nın başladığı günlerde, "Eğer Fransız olmasaydım, Yunanistan’a karşı, İngiltere’ye karşı, hemen hemen bütün Avrupa’ya karşı Ankaralı dostum (Mustafa) Kemal Paşa’nın yanında öyle candan savaşırdım ki" diyebilecek kadar adaletten yana olan bir askerdir de aynı zamanda.

Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce, L’Intransigeant adlı Fransız gazetesinde yayımlanan, "Hazırlanan bu kavgada ben, kuvvetliye karşı zayıfın, zalime karşı mazlumun, Hıristiyan’a karşı Müslüman’ın tarafındayım" manifestosu da Claude Farrere imzasını taşıyordu. Cağaloğlu’nda her gün binlerce kişinin zerre merak duymadan adımladığı o caddeye bütün bunlar dolayısıyla Claude Farrere’in adı verilmişti işte.

KEDİNİN MİLLİYETİ...

"Bir askerin, kedilerin milliyetiyle ne işi olur" sualinin cevabına gelirsek, Claude Farrere’in, bugünün zihniyet dünyasından bakılınca hafif tertip "ırkçılık" kokan sözlerinin gerisinde, mesleğinden kaynaklanan kaygılar yer alıyor anlaşıldığı kadarıyla.

Daha açık bir ifadeyle, Katolik olduğunu her fırsatta dile getiren Claude Farrere, Rumları ve Ermenileri sevmediğini hiç mi hiç gizlemiyor. Bunun arkasında, onların Ortodoks, kendisinin ise Katolik olmasının yattığını da gizlemiyor.

"Kruvazörümüzün sandalı rıhtımdaydı. İçinde gemiye dönmek üzere olan üç subaydık. Tam rıhtımdan ayrılmak üzereyken, nereden çıktıysa, bir tekir kedi peyda oluverdi. Sandalımıza yaklaştı, kürekleri koklamaya başladı. Arkadaşlardan biri:

- Hele bak, dedi, bir Türk kedisi!

Evet, bizden korkmadığına göre, hiç şüphesiz bir Türk kedisiydi. Gerçekten, İstanbul’un kedileri çok bariz şekilde ikiye ayrılır: Müslüman mahallelerinde yaşayan Türk kedileri -bu mahallelerde herkes hayvanlara karşı daima iyi davranır- ve Rum yahut Ermeni kedileri; bunlar reaya mahallelerinde yaşar; buralardaki Doğu Hıristiyanları, Gregoryenler yahut Ortodokslar zayıf olan her şeye karşı alçakcasına zalim davranırlar. Bu mahallelerde yaşayan kediler, daha insan yüzü görür görmez selameti kaçmakta bulur. Tophane’deki tekir kedi, bir Türk kedisiydi."

DOKTORA TEŞEKKÜR

Tekir kediyi alıp gemiye giderler. Yemek esnasında verilen balığın kılçığı boğazında kalınca kedi çırpınmaya başlar. Bunun üzerine geminin doktoru küçük bir operasyon yapar ve kedinin saldırabileceği endişesiyle dikkatli olmalarını ister. Oysa, zavallı kedinin hiçbir şey yapacak hali yoktur. Claude Farrere, "Bir çeyrek dakika sonra, ağır ağır hayretler içindeki doktora doğru yürüdü ve güzel yeşil gözleriyle ona bakarak, arka arkaya ellerini yalamaya başladı. Bu bir Türk kedisiydi" yorumunu yapmaktan alamayacaktır kendisini.

(Batılı Gezginlerin Gözüyle İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları)

100 yıl sonra o kediHürriyet

İşte, Claude Farrere’in tanımına uygun bir Türk sokak kedisi... Aradan yüzyıl geçmiş ama hálá korkusuz, meraklı, sevgi dolu... Daha ilk karşılaşmada kurmuş dostluğu, vermiş kuyruğu eline... O gün bu gündür Baran Batur’un can yoldaşı. Sadece onun mu; tüm mahalle üzerine titriyor. Herkesin sevgilisi, herkesin sokağının kedisi o.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!