Güncelleme Tarihi:
Geçen haftanın en ilginç toplumsal vakası, “Kony 2012” başlıklı yarım saatlik “viral” bir videonun bir hafta içinde, dünyanın dört bir yanında Türkiye nüfusunu aşan sayıda insan tarafından izlenmesiydi.
Amerikalı şöhretler, ünlü işadamları ve politikacılar videonun içeriğini yorumladı, ezici çoğunluğu bu kampanyaya hararetle destek verdi, sosyal medya günlerce bu videoyu konuştu.
Video, savaş suçundan aranan Ugandalı militan lider Joseph Kony’i, 2012’de yakalanabilmesini sağlama hedefiyle dünyaya tanıtmayı amaçlıyordu. Hatta açıkça, Kony’nin yakalanması için askeri müdahale çağrısı yapılıyordu.
Kony’nin eylemleri yüzünden hayatları mahvolan, aileleri dağılan Ugandalı çocukların yanı sıra, yönetmen kendi küçük oğluna da bir rol vermişti. Alabildiğine sadeleştirilmiş bir anlatıyla dokunaklı, neredeyse duygu sömürüsüne varan bir anlatı oluşturulmuştu.
Duygu sömürüsü diyorum; çünkü videoyu yapan Invisible Children adlı ABD merkezli STK’ya yapılan bağışların büyük bölümünün Uganda’ya gitmediği, kuruluşun şeffaf olmadığı, sitesinde tişört vs. satışlarıyla Kony kampanyasını ticarete döktüğü gibi eleştiriler de var.
Ben bu eleştirileri pek önemsemiyorum doğrusu. Elbette, özgül olarak bu vakayla ilgili bir karar verecek herkes için (örneğin Uganda’ya bağış yapmak isteyen biri) bu eleştiriler de anlamlı. Fakat asıl anlam, yani uzun vadede toplumsal değere sahip olan mana başka yerde.
* * *
Joseph Kony, bırakın Uganda’da işlenen savaş suçlarıyla doğrudan ilgisi olan uluslararası hukuk veya siyaset adamlarını, biz dış habercilerin dahi iyi tanıdığı bir isim.
En son geçen ekimde Hürriyet’te, ABD Başkanı Obama’nın, Kony’nin yakalanmasına yardım etmek için Uganda’ya 100 komando göndermeye hazırlandığı haberi yayımlanmıştı.
Hal böyleyken, Kony’nin milyonlarca kişi tarafından tanınmasının Uganda’ya ne gibi bir katkıda bulunabileceği meçhul.
Zira uzmanlara göre Kony bugün Uganda’da bile değil! Ayrıca militan sayısı kadar azaldı ki, artık cangılda yaşayan bir çete liderinden farksız.
Böyle kitlesel seferberlik yaratma çabalarına hep kuşkuyla bakarım. O yüzden, ABD’den yükselen bu “kalkın ey ehl-i vatan” sesini duyunca, kendi kendime sordum:
Uganda ile ilgili böylesine yüksek maliyetli bir film neden durup dururken piyasaya sürülüp, Amerikan eğlence endüstrisinin Twitter kampanyasıyla dünya çapında on milyonlarca insana izlettiriliyor?
* * *
Uganda ve çevresinde son dönemde yaşanan gelişmeleri biraz bilen herkesin aklında yeni kuşkular oluşacaktır.
Kony en tehlikeli olduğu dönemde Irak’a asker gönderen ABD Yönetimi’nin, onun en zararsız olduğu bugünlerde onu yakalamak için muharip birlik yollamaya hazırlandığı Uganda’da, 2009 yılında büyük petrol yatakları bulundu.
New York Times’ın 25 Kasım 2011 tarihli haberine göre Uganda’nın Kongo sınırında birkaç yıl içinde günde 200 bin varil petrol çıkarılmaya başlayacak. Bu petrolün yoksul ülkeye yıllık getirisinin 2 milyar dolar olması bekleniyor. WikiLeaks belgelerine göre özellikle İngiliz ve İtalyan şirketleri bu petrolü kapmak için uzun süre yarıştı.
Oysa mevcut durum şu: Epey gecikenin ardından Uganda hükümeti, ilk aşamada 10 milyar dolarlık bir altyapı yatırım projesi öngören ihaleyi, Çin (CNOOC) ve Fransız (Total) şirketlere vermeyi kararlaştırdı. İngiliz petrol keşif şirketi Heritage Oil ise kendisine kesilen 404 milyon dolarlık vergi cezasını temyize götürdü. Kısacası Uganda, daha bir damla petrol üretmeden, uluslararası enerji sektörünün bir savaş alanı haline geldi.
Bilinmesi gereken bir diğer nokta, Uganda’da yaşananların Sudan’dakilerin bir uzantısı olduğudur. Zira Uganda hükümeti, Batı ile zıtlaşan Ömer El Beşir’in Sudan’ından, petrol zengini Güney Sudan’ın koparılması için bu bölgedeki Beşir karşıtı milisleri desteklemişti. Darfur soykırımıyla suçlanan Beşir de, Uganda hükümetine karşı savaşan Kony’i uzun süre destekledi.
Noam Chomsky’nin, Washington’ın askeri müdahalelere kamuoyu desteği sağlamak (“rızanın üretimi”) için ana akım medyayı nasıl kullandığını açıklayan çözümlemesini hatırlayalım…
Öyleyse Kony 2012, uluslararası düzeyde etkin güç odaklarının, aynı amaçla bu kez sosyal medyayı yönlendirdiği ilk ciddi vaka sayılabilir mi?
Askeri müdahaleleri meşru göstermek için de “crowd-sourcing” ve “crowd-funding” dönemi mi başladı yoksa?
* * *
Petrolü de düşününce, Kony 2012 filmi biraz da Avatar’ı hatırlatıyor.
Yani “yerlilerin” her tür felaketten, hatta kendi içlerinden çıkan bir canavardan bile kurtuluşunun, ancak genç beyaz adamların “erdemli” yardımıyla mümkün olabileceğini ima eden o gizli-ırkçı söylemi…
Zaten Ugandalıların yazdığı bloglara baktığınızda da, Kony 2012 yapımcılarını, Uganda halkıyla hiçbir bağları olmadığı halde, ABD askerlerini ülkeye davet eden bir kampanya yapmakla suçladıklarını görüyorsunuz.
* * *
Güç odaklarının, kamuoylarını savaşlara hazırlamasında bir şablon var.
Aslen “saldırgan” olan, kimi akademisyenlerin “yeni sömürgeci” diye nitelediği bu savaşlar başlatılmadan önce, Hollywood tarzı bir anlatı oluşturuluyor.
Bu anlatı, siyah-beyaz keskinliğinde. Yani “İyi biziz” denirken, müdahale edilecek ülkede bütünüyle kötü, insanlık dışı olarak tanımlanan bir lider figürü yaratılıyor…
Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi ve şimdi de Beşar Esad…
Devrilmelerinden birkaç yıl, hatta aylar önce dünya liderlerinin hemen hepsinin kol kola gezdiği bu liderler, savaş tamtamları çalınırken nasıl oluyorsa aniden şeytanlaşıyorlar.
(Slovak düşünür Zizek bir farka dikkat çeker: Ona göre Batı, askeri müdahalede bulunmak istediği bölgelerde böylesine keskin bir iyi-kötü ayrımı yaparken, çoğu kez ırkçı nedenlerle müdahale etmek istemediği başka yerlerde -örneğin Bosna’da- bu bölgenin tarihi ve sosyolojik yapısını en ince ayrıntısına kadar işleyerek ortada bir iyi-kötü savaşı olmadığını savunur, oradaki katliamları normal diye sunar, soykırımlara -Srebrenitsa vs- bile göz yumarlar.)
Joseph Kony, Adolf Hitler ile beraber, böyle bir propaganda sonucu şeytanlaştırılmayı en çok hak eden isimlerden. Zira uluslararası savcılarca da delillendirildiği gibi, yaptıklarının korkunçluğu, İdi Amin ve Pol Pot gibilerle yarışır. Ama bugün o mezalimi sürdüremeyecek kadar güç kaybeden bu caniyi yakalamak amacıyla bir ülkeyi fiilen işgal etme hakkını, uluslararası hukuk kimseye vermiyor.
Aslında Kony 2012 kampanyasının, olayın arka planını bilenlerde yarattığı rahatsızlık uzun vâdede pek de önemli olmayabilir. Asıl ürkütücü olan, askeri müdahaleleri meşrulaştıran gizli propagandanın sosyal medyada da etkin biçimde kullanılmaya başladığı ihtimali.
Bir videoyu izleyerek veya Facebook’ta “Beğen” düğmesine tıklayarak bu tür sorunlardaki sosyal sorumluğunu yerine getirdiğini sanan kitlelerin edilgenliğinin ötesinde, medyanın toplumsal sorunsallara dair içeriği bu denli “basitleştirmesinde” de ciddi sakıncalar mevcut değil mi?
Harvard Üniversitesi sosyologu ve internet uzmanı Ethan Zuckerman’ın vurguladığı gibi, Kony 2012 benzeri videolar şu soruyu doğuruyor: “İnsanların rahatça yayabilmesi, kitlelerin seferber olması için muhakkak basit anlatılar oluşturmamız gerekiyorsa, Yeni Medya sayesinde sadece en basit sorunlara mı angaje olabiliriz?”
Ama dünyada, ulusal ve uluslararası düzeyde hangi sorun karmaşık değil ki?
Bu yüzden Türkiye’de eğitim sisteminde reformun tartışıldığı bugünlerde çocuklara tablet bilgisayar dağıtmaktan çok daha önemli olan, onları “Yeni Medya okuryazarı” yapabilmek.
Yani bilhassa sosyal medyadan yayılan içerik karşısında onların, edilgen nesneler değil, sorgulayan ve çözümleyen özgür bireyler olmalarını sağlayacak yolu açmak.
Aksi halde Abdullah Öcalan’ı idam etmekle PKK’nın biteceğini sanan milyonlar gibi, Kony’i avlamak için ABD askeriyle birlikte Uganda’ya gitmeye gönüllü olacak Türk gençleri de çıkabilir.
Ve böylece vicdanlarımız gibi, cüzdanlarımız da sömürülür gider…