Güncelleme Tarihi:
Sayanora Tokyo...
Hayatım boyunca veda etmektan hep kaçındım. Birçok kez kimseye veda etmeden çekip gittiğim için arkadaşlarım tarafından eleştirildim. Ama ne yapayım huy işte, kimseye veda edemiyorum. Hiçbir yerden ayrılamıyorum. İnsan en kötü günlerinin geçtiği hapishaneden bile buruk ayrılırmış. Bense beş güzel yıl geçirdiğim Tokyo'dan ayrılıyorum. Doğal olarak hüzünlüyüm.
Sanki dün gibi 24 Temmuz 1994 günü sırtıma yüklenen çok ağır bir sorumlulukla Japonya'ya merhaba dedim. Genel Yayın Yönetmenim Ertuğrul Özkök, bana inanıp, güvenerek beni gazetenin Tokyo temsilcisi olarak görevlendirmişti. Dilini kültürünü bilmediğin, hiçbir haber kaynağına sahip olmadığın, senden önce sana yol gösterecek hiçbir Türk gazetecisinin bulunmadığı bir uzak diyara. Hürriyet, Türk basınında yine bir ilke imza atarak, Tokyo'da büro açmıştı. 5 yıl boyunca Tokyo'da ilk ve tek Türk gazeteci olmanın önce güçlüklerini sonra keyfini yaşadım.
Belki de dünyanın en ilginç insanları olan Japonları yakından tanımak, onlar üzerinde incelemeler yapmak imkanı buldum. Türkiye'de herkes Japon teknolojisi ve Japon Yen'i ile ilgilenirken ben Japonların insani yanlarıyla ilgilendim. Çok keyifli 5 yıl geçirdim.
Bu süre içinde Japonların günlük yaşantıları ile ilgili iki kitap yazma imkanına kavuştum. Ayrıca bu kadar yıllık gazetecilik döneminden sonra haberlerin arkasında kalan bilgi kırıntılarından yola çıkarak, Japonya'yı ve Japon toplumunu tanımlamaya çalışan Japonya'nın 21. yüzyılda dünyadaki yerini belirlemeyi amaçlayan bir araştırma yaptım. ‘‘Samuray, Sam Amca'nın tahtını istiyor’’ ismiyle bu ay sonunda Bilgi Yayınevi'nden piyasaya çıkacak olan kitapta, Japonların, Amerika'nın sahip olduğu gücü istediğini ve tüm sistemleriyle bunu elde etmeye uğraştıklarını anlatmaya çalıştım.
Türk insanına her yönüyle Japonya'yı tanıtmaya çalıştım. Bu arada Japonlara da Türkiye'yi tanıtmayı ihmal etmeden. Hürriyet, Tokyo'da satılmaya başladı. Japonlar tüm dünya gazeteleriyle birlikte Hürriyet'le tanıştılar. Türkiye'yi Hürriyet'ten açılan pencere ile tanıdılar.
Tokyo'da kaldığım süre içinde başta gazetem Hürriyet ve yöneticileri olmak üzere yüzlerce kişi bana destek oldu. Şimdi burada isim vermeye kalksam sayfalar dolusu yazı yazmam gerekecek, bu yüzden hiç kimse kusura bakmasın isim yazamayacağım. Ama bana yardım eden herkese minnettarım.
Her neyse işte, koskoca 5 sene geldi geçti, çok yakında tekrar kürkçü dükkanında olacağım. Bir sürü tatlı anı ile Tokyo'ya Sayanora demenin burukluğunu yaşıyorum.
Tokyo'dan ayrılıyorum ama sizlerden ayrılmaya hiç niyetim yok. Aynı yerde yine sizinle beraber olacağım. Bu sefer konumuz Türkiye olacak, artık Keiko yerine de Hatçe fıkraları yazarız.
Lütfen ayakkabılarınızı çıkarın
Yok öyle kardeşim ayakkabıyla girilmez. Ayakkabılarınızı kapının önünde bırakın öyle girin. İşyerinde mutlaka ayakkabı ile dolaşılır diye bir kural da tanımıyorum. Çıkartın ayakkabılarınızı, giyin rahat terliklerinizi gün boyu ferah ferah çalışın. Bakın Japonlara, sabah sabah işyerine geldiler mi hemen ayakkabılarını çıkartıp iş terliklerini giyiyorlar. Sonra da gün boyu terlikleriyle dolaşıyorlar.
Bu terlik saplantısı aslında Japonlar'da çok eskilere dayanıyor. 1923 büyük Tokyo depremine kadar, bırakın işyerlerine mağazalara bile ayakkabı ile girilemiyormuş. Mağazalar ayakkabılı müşteri kabul etmiyormuş. Ne kadar hatırlı müşteri olurlarsa olsunlar ya girişte ayakkabılarını çıkartıp terlik giyiyorlar ve öyle dolaşıyorlarmış, ya da mağaza girişinde küçük bir alanda sergilen mallardan istediklerini tezgahtarlara söyleyip onların getirmesini bekliyorlarmış. Öyle çamurlu pis ayakkabılarla içeri dalıp orayı burayı kirletmek yok.
İşyerinde terlikle dolaşmak aslında hiç de fena bir fikir değil. Gerçi biz alışmamışız ama olsun biraz zorlarsak pekala yapabiliriz. Çocukluğumuzdan beri bize öğretmişler yok efendim işyerinde ayakkabı ile dolaşılır, ancak evde terlik giyilir. Tokyo'da işyerim evimin içinde bir oda olmasına rağmen çocukluğumuzdan beri bize öğretilenler öyle içimize işlemiş ki büro olarak kullandığımız odaya girerken bile terliklerimi çıkartıp ayakkabı giyerek giriyorum.
Giy terliğini çalış işte ne olacak. Ama yok alışmışız bir kere işyerinin bir ciddiyeti vardır, terlikle dolaşılmaz. Ama mutlaka yapacağım İstanbul'a döndüğümde ben de gazetede artık terlikle dolaşacağım.
Bizim Medya Towers içinde terlikle dolaşşam ne derler, merak ediyorum.
Keiko
Keiko çalıntı bir otomobille yakalanır ve karakola götürülür. Komiser sert bir şekilde Keiko'ya sorar:
‘‘Kızım efendi birine benziyorsun. Söyle bakayım niçin çaldın bu arabayı?’’
Keiko biraz mahçup ‘‘Vallahi çalmadım komiser bey. Araba mezarlığının kenarında duruyordu. Baktım içinde de kimse yok. Sahibi ölmüş zannettim.’’