Güncelleme Tarihi:
En son açıklamaları üzerinden bir değerlendirme yaparsak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Suriye ve Mısır’daki çalkantı ortamında ortak bir nokta gördüğünü söyleyebiliriz. ABD televizyonu PBS’te katıldığı programda, “Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, ulusunun barış ve demokrasi taleplerini görmezden gelmemeli” diyen Erdoğan, aşağı yukarı aynı sözleri iki ay önce de Mısır’ın devrik lideri Hüsnü Mübarek için söylemişti.
Ancak Erdoğan’ın bu iki liderle ilişkilerindeki benzerlikler burada sona eriyor. Erdoğan’ın, Mübarek ile olan ilişkisi gergindi. Mübarek Erdoğan’ın Ortadoğu’daki çatışmalara müdahale etmesine izin vermiyordu, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nın Osmanlıcı eğilimlerinden de nefret ediyordu. Öte yandan, Türkiye’nin Suriye ve İran ile olan yakın ilişkisi, Ankara’nın Kahire tarafından şüpheyle karşılanmasına neden oldu.
MÜBAREK VE KADDAFİ
Erdoğan ile Esad arasındaki şahsi yakınlığın aksine, Erdoğan-Mübarek ilişkileri soğuktu. Bu yüzden, Mısır’daki isyan hareketinin patlak vermesinden iki hafta sonra Erdoğan’ın Mübarek’e hem reform yapması hem de görevini terk etmesi için çağrı yapması şaşırtıcı değil.
Diğer yandan, Erdoğan, Türkiye’nin 1.5 milyar dolarlık yatırımı bulunan Libya’ya NATO’nun harekat başlatmasını eleştirse de Ankara, Arap Birliği’nin bu ülkede uçuşa yasak bölge oluşturulması kararını destekledi. Ancak 3 Mayıs günü, Venezüella ve Afrika ülkelerinin bile Libya lideri Muammer Kaddafi’nin koltuğunu terk etmesini istediğini gören Türkiye, bu koroya katılmaya karar verdi.
Türkiye’nin Suriye’yle olan ilişkisi daha karmaşık. Erdoğan, geçen hafta kendisine yöneltilen “Esad’ın istifasını isteme zamanı gelmedi mi?” sorusuna “Bu konuda karar almak için henüz erken çünkü son kararı Suriye halkı verecek. Suriye’nin bütünlüğünün korunması gerekiyor” yanıtını verdi.
HAMA GÖNDERMESİ SURİYELİLERİ KIZDIRDI
Erdoğan basına Suriye Devlet Başkanı’yla şahsen dost olduklarını ve Esad’a daha gösteriler başlamadan reform yapmasını tavsiye ettiğini söyledi. Ancak Suriyelileri asıl rahatsız eden, Erdoğan’ın güç kullanımıyla ilgili “yeni Halepçeler, Hamalar istemiyoruz” sözleriydi.
Beşar Esad’ın kuzeni ve Suriye’nin en zengin adamı Rami Makluf’un sahip olduğu El Vatan gazetesi, Türkiye’nin açıklamalarına karşı eşi benzeri görülmemiş bir saldırı başlattı. Gazete, “ Suriye’deki son olayların başlamasından bu yana Türk yetkililerin tereddüt ve doğaçlamayla hareket ettiğini” yazdı.
Gazetede, “Erdoğan’ın ve onun yeni Osmanlı mühendisi Davutoğlu’nun Avrupa’da verdiği reform vaazları, yapay zorluklara bu olaylarla açık açık yüzleşmekten daha iyi bir çözüm getirmiyor. Eğer Türkiye’nin siyasi ve ekonomik refahı laik tarihine ve Davutoğlu’nun stratejik düzeltmelerine atfedilecekse, o zaman Suriye sorunu karşısındaki uygulamalar bir adım geri gidilmesi anlamına gelecektir” denildi.
“MÜSLÜMAN KARDEŞLER İSTANBUL’DA NE ARIYOR?”
Geçen hafta Suriye’den İstanbul’a gelen Müslüman Kardeşler temsilcisi Muhamme Riyad Şafeka, Türk basınına Suriye’deki protestoların arkasında itici gücün kendileri olduğunu söyledi. Böylece, ülkesindeki düzensizliğin İslami radikallerin ve bölücülerin işi olduğunu öne süren Esad’ın ekmeğine yağ sürmüş oldu.
Suriye, Türkiye’nin neden Yemen’de sürgünde bulunan Şafeka’nın İstanbul’a gitmesine ve basının kendisiyle röportaj yapılmasına izin verdiğini anlamadı. Erdoğan, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü aracılığıyla, “Türkiye, Müslüman Kardeşler’in Suriye’deki reformlara zarar vermesine izin vermeyecektir” açıklamasını yaptı.
Türk basınındaki haberlere göre, Suriye MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a bilgi göndererek, Müslüman Kardeşler’in Suriyeli güvenlik güçleriyle çatışmaya girdiğini iletti. Böylece, Erdoğan’ın “Suriye’de çeteler yok” açıklamasına da karşılık verilmiş oldu.
ANKARA’NIN ENDİŞELERİ
Türkiye, hem Esad rejiminin çökmesi, hem de bu olasılık halinde kimin lider olacağıyla ilgili kaygılı. Öte yandan, Erdoğan yönetimi, başlatmış olduğu herkesi kapsayan bir dış politika yaklaşımının başarısız olmasından ve bunun 12 Haziran’daki seçimlere yansımasından endişe duyuyor gibi görünüyor.
“Komşularla sıfır sorun” düsturu üzerinden ilerleyen bu politika, Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen fırtınalı sularda sarsıldığı, olayların gidişatına nüfuzunu koyamadığı ve Arap diktatörlüğünü desteklermiş gibi göründüğü beklenmedik bir durumla karşı karşıya.