OluÅŸturulma Tarihi: Haziran 14, 2003 00:00
Onu yakından tanıyanların, röportaj yapma şansına erişenlerin ya da Gökhan Aya ve Münir Tireli gibi adına kitap yazanların (Erkin Koray Kitabı, Ada Müzik) üzerinde en çok birleştiği nokta ‘‘ağır mevzu’’ olması. Türkiye'nin ilk uzun saçlı müzisyeni, rock'çısı, hippisi, elektrogitar sahibi gibi pek çok unvana sahip olan ve de aynı zamanda sert ve zor bir adam olarak tanınan Erkin Koray, bende de ağır ve derin bir mevzu tadı bıraktı. Ama başarıp da içindeki filozofu ortaya çıkarabilene, yanında sürpriz hediyesi var: Çocuksu yanını ve Asım Ekren'in deyimiyle Kalamış Sahil Sineması'ndaki ruhunu kaybetmemiş şeker bir adam. Ben de geleneği bozmayıp sordum elbette: ‘‘1971'de, Cannes'da hiçbir dünya gazetecisi yanaşamazken, John Lennon'ın kulağına ne fısıldadınız da Arda Uskan için randevu koparttınız?’’ Bana da cevap vermedi tabii. O bu ülkenin gelmiş geçmiş iki baba babasından biri biliyorsunuz. Süleyman Demirel de böyle sorulara cevap vermez. Ama Erkin Baba'ya Süleyman Baba'yı sorup cevap almayı başardım: ‘‘Kendisi büyük bir atraksiyon ve ekoldür. Yalnız, verdimse ben verdim ne olmuş yani'den itibaren bir-iki basamak aşağıdan takip ediyorum onu. Benim henüz böyle bir sloganım olmadı!’’ dedi. Bir de ‘‘baba’’ lakabından sıkılmak bir yana şeref duyduğunu söyledi. ‘‘Bazen soruyorlar, bu ülke sana ne verdi, diye. Daha ne verecek? Ne kadar para verdi anlamında soruyorlar ama ben öyle almıyorum. Yani para verip bana baba deyin olmaz.’’Demiryolları müfettişi, klasik müzik tutkunu Enver Bey ile Şehir ve Radyo Senfoni Orkestrası piyanisti Vecihe Hanım'ın ilk oğlu olarak İstanbul Ethemefendi'de, Yeşilçam'ın neredeyse tüm köşklü filmlerinin çekildiği meşhur Kani Bey arazisinde doğduğunda takvimler 24 Haziran 1941'i gösterir. Annesi tarafından piyano başına oturtulduğunda beş yaşındadır. Ancak, klasik müzik alanında bir zamanların ‘‘harika çocuk’’larından biri olmasına ramak kalmışken, o rock dünyasına atıverir kendini; ‘‘bir genç olarak evini geçmek mecburiyetinde olduğundan.’’ Sevgili anne-babası, rock'ın sadece müzik kısmıyla değil, hayat tarzıyla da bütünleşen; o zamanlar hiç görülmediği üzre saçını uzatan, acayip kolyeler takıp klasik bir ruhun hakim olduğu eve pek uymayan oğullarını ilk başlarda hayretle karşılar tabii. Hatta, kafasında olmasa da gitarı kırılır. Ancak modern insanlardır, kısa zamanda toparlarlar. Enver bey, gitarını kırdıktan bir hafta sonra yenisini alır. Derslerini boşvermesine yaptığı itirazları, ‘‘canım böyle bir adam okula gitmeyebilir’’e dönüşür. Saçı yüzünden reddetmeye kalksa da bir süre sonra ‘‘bizim oğlana da yakışıyor’’ demeye başlar. Yine de muhafazası mümkün olmaz, ‘‘daha fazla rahatsız etmeyeyim’’ diyerek 17 yaşında terk eder evi. Sözünü ettiğimiz dönem 1955-56. Rock Türkiye'de sadece Durul Gence, Erkut Taçkın, Erkan Gürsal gibi gençlerin Deniz Harp Okulu Orkestrası repertuvarına kıyıdan kıyıdan aldığı parçalarla seslendirilmekte. Elektrikli gitar mı? Akustik gitar bile gençlerin sadece hayalini süslemekte. Deniz Harp Okulu'ndan izin alamadığı için adını Somer Soyata olarak değiştiren Erkan Gürsal rock konserleri vermeye başladığı sıralarda o da Alman Lisesi'nde iki arkadaşıyla birlikte rock yapar ve rock ufaktan fenomen olmaya başlar. Türkiye'ye ilk elektrogitarın girdiği tarihlerdir onlar. Bir onun elinde görülmüştür; bir de Somer Soyata'nın. Ama ‘‘Türk rock tarihçileri’’, onun adını düşer bu tarihi olayın yanına. UNDERGROUND NİHANSIN DİDEDENSonraları elektrosazı ‘‘icad eden’’ kişi olarak da geçer adı. Ve onun, davulda kardeşi Korkut, kontrbasta Barlas Gürkanlar'la birlikte
Galatasaray Lisesi'nde verdiÄŸi konser, Türkiye'de rock'ın miladı kabul edilir. Tarih 29 Aralık 1957. Sahne hayatı böyle baÅŸlar ya, o aslında atom fiziÄŸi okumak istemiÅŸtir! Ancak teknik, fiziÄŸe, matematiÄŸe olan merakından dolayı müziÄŸine hep yansıyacaktır. Yıllar sonra türküleri bile ‘‘elektronik’’ yapan adam, sadece öyle tellere vurup ÅŸarkı söylemez, çaldığı enstrümanın içini, düğmenin arkasındakini de hep bilir. Nitekim daha da yıllar sonra bütün bunlardan sadece kendisinden oluÅŸan bir orkestra kuracaktır. Yazdığı sözler her ne kadar romantik olsa da doÄŸal müzik, akustik vesaire gibi ÅŸeylere hiç takılmaz, elektronik sever ve iddiasını bu alanda da koyar. Ä°lk düzenli programlarını Moda Rainbow Oteli'nde yapar ve 1958'den itibaren sahne teklifleri yaÄŸmur gibi yaÄŸar. Halk arasında ‘‘ye ye müziÄŸi’’ denilen rock'ın, insanın sinir sisteminde etkili olduÄŸunu düşünür ama yatıştırır mı sinirleri, yoksa oynatır mı bilinmez. Ona göre ikisi de. Ama onlar oynatma yönünü seçtiklerinden, sahneye çıktıkları salonların hali pür melali şöyledir: ‘‘Rock müziÄŸin deÅŸarj olma isteÄŸini harekete geçirmesi nedeniyle’’ kırılan sandalyeler, izdiham nedeniyle parçalanan kapılar. Giderek sözleÅŸmelere ‘‘kulübün hasarı tazmin edilir’’ gibi maddeler konur ve çok tazminat öder. Bu yüzden kovulduÄŸu ya da salon bulamadığı da çoktur. Ä°lk 45'liÄŸi 1962 yılında çıkar: Bir yüzünde Bir Eylül AkÅŸamı, diÄŸer yüzünde It's So Long olan, Türkiye'nin ilk rock plağı. Türküleri rock tarzı yorumlama iÅŸi de ‘‘Ceviz oynamaya geldim odana’’ adlı denemesiyle baÅŸlar. BaÅŸlar da... onun ‘‘felsefe ziyaretleri’’ zamanı gelmiÅŸtir. Beatles müziÄŸinin peÅŸinden çıktığı ilk Ä°ngiltere ve Almanya yolculuÄŸu, herkesinkinden farklı bir ‘‘istikbal’’ arayışıdır. Sadece dünyada yapılan müzikleri tanımak deÄŸil, aynı zamanda sorularının cevabını bulmaktır derdi. Ä°lk yolculuktan hard-rock yaparak döner.Ama '68'in Çiçek Çocukları hippilerle, görüşleri, giysileri, müzikleri kapıdadır. Dünyada fazla bir örneÄŸi olmayan psychedelic-rock'a dalar. Nedir derseniz, ‘‘ruhsal müzik’’ gibi bir ÅŸey. Ancak rock tarzı. Pink Floyd'un ilk dönemlerinde yaptığı, Türkiye'de, deyim yerindeyse sufiliÄŸin rock versiyonu. Bir Türk Sanat MüziÄŸi klasiÄŸi olan Nihansın Dideden'i bile psychedelic-rock tarzında söyler. Köprüden geçti gelin'i, Kendim ettim kendim buldum'u, Kıskanırım'ı, dönemin Ä°ngiliz, Amerikan underground'ının en iyilerini cebinden çıkaracak ÅŸekilde yorumlar. Sonraki dünya ziyaretlerinde hippiler gibi yaÅŸar, geri dönme garantisi olmasın diye uçak biletini satıp, cebinde kalan son parayla metroya binmeyip yürürken tanıdığı biriyle iki bira içtiÄŸi günlerdir onlar. Kanada'da rakı almak için trenle 700 kilometre gidip gelen adam, para kazanmak için metroda çalmayı reddeder; o gitara uygun görmediÄŸi için!Ä°ÅŸin felsefesi her daim önemli olmuÅŸtur onun için. 1969'da kurulan Yeraltı Dörtlüsü'nün bir yaptığı müzikse, kalan zamanda yaptığı tek ÅŸey, aynı evin içinde yaÅŸayıp, sürekli aynı sorulara cevap aramaktır: Biz kimiz, evrende nasıl bir yer kaplıyoruz, nereye gidiyoruz? Müzik grubu olmadan önce felsefe grubu olarak kabul etmiÅŸlerdir kendilerini. Özellikle Cihangir'deki Köşe Palas çok çekmiÅŸtir ellerinden. Bir gece kar bastırdığında evsahibinin tüm mobilyalarını şöminede yaktıları bile olmuÅŸtur. Bir dolu beste o evde yapılır. Bu arada bir yaptıkları daha vardır; konser çıkışlarında uzun saçlar ve giysileri nedeniyle saldırıya uÄŸramak. BaÅŸta çok dayak yiyen Koray, giderek dayak atmaya baÅŸlar. Hatta, Cüneyt Arkın gibi, peÅŸine takılanları, sokak sokak, haklaya haklaya eve döndüğü anlatılır. NE SAÄžDA, NE SOLDA, YUKARIDAEtiler, Gayrettepe, Levent üçgeninde yaÅŸanan bir efsanenin de içindedir o. Hani, arabeskçi Orhan Gencebay ve Burhan Tonguç, cazcı Ä°smet Sıral, asit Orhan Atasoy ve rock'çıların biraraya geldiÄŸi alemlerin. Herhalde o zamandır, ‘‘uzayda bir elektrik hasıl oldu, bütün dünyayı kapladı, biz de ÅŸans eseri denk geldik’’ dediÄŸi. Bir akÅŸam deÄŸiÅŸiklik olsun diye rakı içtikleri, Fesupanallah, ÅžaÅŸkın ve KomÅŸu Kızı'nın o gece ortaya çıktığı rivayet edilir. Orhan Gencebay'la birbirlerini takdir eder, müzikleriyle etkilerler. Sonradan müziÄŸine arabesk rock ya da sadece arabesk diyenler olacak, Gencebay'ın Hor Görme Garibi ÅŸarkısını yorumlayışı, ‘‘arabesk hardrock baÅŸeseri’’ olarak anılacaktır, o itiraz etmez. Sadece o parçaları rock -hatta bazen heavy metal- ruhuyla yaptığını söyler. Sentezci ve deneysel ÅŸarkıları folk-rock, psychedelic-progressive rock ve daha saf rock normlarının içiçe olduÄŸu dünyalarda dolanır durur. Birlikte çaldıkları arasında NeÅŸet ErtaÅŸ bile vardır ya kimi zaman daha önce Ron Wood, David Bowie, Alice Cooper'ın yaptığı yüz makyajıyla çıkar sahneye. Arap olduÄŸu kadar Hint müziÄŸinden de etkilenir. Sonuçta, kısaca ‘‘Turkish Rock’’ mıdır yaptığı? Öyle ‘‘Mezopotamya modu’’ gibi terimleri ukalaca bulur. Ona göre OrtadoÄŸu melodileridir onlar, arabesk de doÄŸunun rock'ı. O ise dönemin yapmacıksız, yerli ve underground rocker'ı. Cem Karaca sol grupların konserlerine çıkar, Barış Manço ülkücülere yakın dururken, o ‘‘ne saÄŸdayım, ne solda, ben yukardayım’’ diyendir.BÃœYÃœK GÃœRÃœLTÃœ ÇOK YAKINDA 1980 sonrası o artık ‘‘baba’’dır. Yeni rock dinleyicileri eski rock'çıları merak ederken, 48 yaşında yeniden yükselir. Sahnede synth-klavyesiyle tek başınadır artık. Ama eskiden ortam daha heyecanlıdır sanki. Biraz da yapmacık heyecanlar görür gözleri. Onun çok önemsediÄŸi ‘‘felsefi taraf’’ta ise büyük eksiklik sözkonusudur. Hatta eksiklikten öte, kaybolma. Kimi yapımcılar, dinleyiciyi aptal etmek için elinden geleni yapar ona göre. Ãœstelik onun romantik sözlerine karşın, ÅŸimdiki rock'a daha bir ÅŸiddet, küfür, argo hakimdir. Rock'ı özünden uzaklaÅŸtıran bu zıpırlıklara ne gerek vardır yani; isyan etmek illa ki küfürle mi olur? AÅŸk ÅŸarkısıyla da isyan edebilir insan. Ama asıl isyan ruhundadır. Mesele budur. FanatiÄŸi olduÄŸu Ä°stanbul'u birkaç yıl önce pat diye terkeder; son dönem görüntülerine tahammül edemediÄŸi için. Ve bir gün Taksim'in ortasında bir-iki kiÅŸiyi durdurup, ‘‘sizin ne iÅŸiniz var burada?’’ diye sormak normal olmadığından. ‘‘Bu eÄŸitim sistemine güvenmiyorum, onu ben eÄŸiteceÄŸim’’ diyerek okula göndermediÄŸi kızı Damla'yla Ä°zmir Bornova'ya yerleÅŸir. Ä°nziva mı? HaÅŸa! Her zaman söylediÄŸi bir cümle deÄŸildir ama: ‘‘Çok yakında büyük gürültü çıkaracaktır. Nereden çıkacağı da belirsiz. Bakarsınız dünyanın öbür ucundan çıkabilir!’’Â
button