Kitap okumak seks yapmaya benzer

Güncelleme Tarihi:

Kitap okumak seks yapmaya benzer
Oluşturulma Tarihi: Aralık 14, 2002 02:01

Paul Auster (55) çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak temsilcilerinden. Yazmaya 12 yaşında başladı. Columbia Üniversitesi'nde Fransız, İngiliz ve İtalyan edebiyatı okudu. 1971-75 arasında Fransa'da oturdu. 1979'da babasının ölümünden sonra, onu konu aldığı yaşamöyküsel romanı Yalnızlığın Keşfi'ni yazdı.

21 yıldır yazar Siri Hustvedt'le evli. Eşi ve iki çocuğuyla New York'ta, Brooklyn'de oturuyor. Türkçe'de 12 kitabı yayınlandı.

Romanlarınıza başlarken bütün kitap kafanızda oluyor mu?

- Yanılsamalar, 15 yıldır var kafamda. Hector Mann diye bir karakter düşmüştü aklıma. Bir yıl filan düşündüm üzerinde. Hector'un kim olacağına karar veremedim. Sonra yazmaya başladım. Yazdıkça yeniden yeniden yarattım onu. Ortaya çıkanla kafamdaki çok farklıydı.

Hep böyle mi olur, yoksa bu kitaba özel bir durum mu bu?

- Hep böyle olur. Bütün öteki romanlarım da kendi tuhaf çizgilerinde gelişmişlerdir. Ve bir teki bile, başlangıçta olacağını düşündüğüm biçimine benzemez. Yükseklik Korkusu 40 sayfalık bir öykü olacaktı ama uzadı da uzadı. Ay Sarayı üzerinde, son halini alana kadar 15 yıl çalıştım. Timbuktu'yu yazmaya 1993'te başlamıştım, beş yılımı aldı.

Yanılsamalar Kitabı'ndaki David Zimmer çok güçlü bir karakter. Timbuktu da öyle. Biliyor musunuz Timbuktu'yu çevirmeyi bitirince ağlamıştım.

- Kendinizi kitaba verirseniz sizi etkiler. Pek çok kişi kitaba direnir. Kuşkuyla okumaya başlar; sevgiyle okumazsanız, kuşkuyla yaklaşırsanız bitiremezsiniz. Baştan çıkarılmaya hazır olmalısınız ve baştan çıkarılmanıza izin vermelisiniz. Siri, (eşi) bazen kitap okumanın sekse benzediğini söyler.

Kitabı bitirdikten sonra ne hissedersiniz? Boşlukta mı kalırsınız?

- Yanılsamalar Kitabı bittiğinde içim kurumuş gibiydi. Sonra 11 Eylül oldu. New Yorklular için korkunç bir deneyimdi. Beni perişan etti bu olay ve kendime gelmem aylar sürdü. Çalışamadım. Bereket ilk birkaç hafta, hiç yapmadığım bir şey yaptım. Söyleşi isteklerini kabul ettim. Söyleşilerin beni meşgul edeceğini düşündüm. Şu ulusal öyküler kitabını biliyor musunuz?

Babamın Tanrı Olduğunu Sanıyordum'u mu?

- Yayın tarihi olarak 12 Eylül düşünülmüştü. Saldırının hemen ertesinde Ekim ve Kasım'da insanlarla buluştum, onları dinledim. Pek çok kişi, bizi o saldırganlardan ayıran nedir? Onların dünyasıyla bizimki arasındaki fark nedir, diye soruyordu. Çoğu şu sonuca vardı: Her zaman doğru dürüst uygulayamasak da biz burada demokrasiye inanıyoruz. Bu, bana çok iyi geldi. Çünkü bu kitap gerçekten bir demokrasi deneyimi. İnsanın onuru. Sonra bu yeni kitap üzerinde çalışmaya başladım, ancak annem ansızın ölüverdi, Mayıs ayında. Kendimi çok kötü hissettim. Babamı çok önce kaybetmiştim. Bundan 20 yıl önce de üvey babamı kaybettim. Çok severdim onu. Herkes gitti. Herkes. Bu yılın Ağustos ayında da biz korkunç bir trafik kazası geçirdik. Ölümden döndük. Hayat ne tuhaf, sürprizler birbirini kovalıyor.

Neden yazıyorsunuz?

- Bunu yanıtlayamam. Nedenini bilmiyorum. Sanırım bir tür zorunluluk hissediyorum, bir hastalık bu. Bana kalırsa normal, mutlu, dengeli insanlar yazar olmazlar. Yazmazsam hayatta olduğumu hissetmem.

Yazamadığınız ya da yazdıklarınızın sizi tatmin etmediği günler oldu mu?

- Çok oldu. İnsanın karamsar dönemleri oluyor, güç dönemleri. Yazdıklarımın çoğunu atmak istiyorum o zaman. Böyle kötü zamanlar mutlaka gelir. Yaşım ilerledikçe böyle bir durumdan bir yolunu bulup kurtulacağıma olan inancım artıyor. Gençken daha çok paniğe kapılırdım.

Kitabı bitirince, tamam oldu der misiniz, yoksa yeniden yazmam gereken yerler var mı dersiniz?

- Durmadan yeniden yazarım, yazarım, sonunda artık yapabileceğim bir şey kalmadığını hissederim. Tatmin duygusu değil de bir tükenmişlik duygusu oluşur içimde. Hatta karamsar olurum. Coşkulu olmam. Daha çok bir yenilgi duygusu bu. Bitirdikten sonra bir daha okumam kitabı. Düşünmem. Bitirdikten sonra artık o kitap bana ait değildir. Okura aittir, insanlara aittir, ne isterlerse onu yaparlar.

Nereden esinlenirsiniz?

- Bir kitabın esininin nereden geldiğini hiçbir zaman tam olarak bilemedim. Bir kitabın içimde tam olarak bir öykü olarak değil de bir tür müzik olarak doğup büyümeye başladığını söyleyebilirim. İlk önce sözcüklerin ritmini duyarım, kitabın şiirini. Yazarken benim yapmaya çalıştığım, duyduğum bu müziği yakalamak. Bu yüzden, bir hata yapınca bilirsiniz bunu, çünkü o istediğiniz müzik değildir. Farklı bir müziktir.

Son Şeyler Ülkesinde bir kadının ağzından yazmak zor oldu mu?

- Yo, pek olmadı. Zihnimi belli bir konuma getirmem gerekiyordu o kadının sesini duymam için. Duyunca yazabildim. Yeniden bir kadının gözüyle yazmak isterdim.

Çok yolculuk eder misiniz?

- Hayır. Evde kalmayı yeğlerim. Yanılsamalar Kitabı için çok yolculuk ettim ama hoşlanmıyorum bundan.

Türkiye'ye gelir misiniz?

- Belki bir gün. Aslında pek çok yolculuk ettim. Şimdi evde kalıp yazmak istiyorum ben. Hem yaşım ilerliyor. 55 beş yaşındayım, artık genç sayılmam.

Gençsiniz.

- Şöyle diyelim: Geride bıraktığım zaman önümdekinden daha az. Sonunun ne zaman geleceğini bilemez ki insan.

Paul Auster'in elinden çay içmek

3 Aralık öğleden sonra, New York'un Brooklyn semtinde metrodan çıkıyor ve yüzüme bıçak gibi inen sert rüzgára rağmen hızlı adımlarla yürümeye çalışıyorum. Bir yandan da heyecanımı bastırmaya çalışıyorum. Ünlü yazar Paul Auster, saat dörtte çaya bekliyor beni. Ve ben sonuncusu, Yanılsamalar Kitabı, olmak üzere onun tam dört kitabının (Diğerleri: Yükseklik Korkusu (Vertigo), Yalnızlığın Keşfi, Timbuktu) çevirmeniyim. Yanımda oğlum da var, fotoğraf çekiminde bana yardımcı olacak.

Evinin bulunduğu sokağa sapıp, kahverengi kumtaşından yapılma üç katlı bir binanın önünde duruyoruz. Kapıyı Siri Hustvedt açıyor, Paul Auster'in karısı. O da yazar. Altı-yedi yıl önce onun Gözbağının Ardında adlı kitabını Türkçe'ye çevirtip yayınlamıştık. İnce, uzun boylu sarışın kadın gülümseyerek içeri buyur ediyor bizi. ‘‘Paul şimdi gelir’’ diyor.

BENİ ORHAN PAMUK TANITTI

O daha sözünü tamamlamadan, koridorun ortasında, alt kata inen merdivenin başında Paul Auster beliriveriyor. Gülümseyerek, ‘hello, diyor. Birden heyecanım yatışıyor, ben de gülümseyerek merhaba, diyorum. Çok soğuk değil mi, diyor, mantomu alırken. Dondum doğrusu, diyorum.

Siz aynı zamanda Can Yayınları'nın editörüsünüz, değil mi, diye soruyor Evet, diyorum, hem editörü hem de dört kitabınızın çevirmeniyim.

Çay içer misiniz, diye soruyor bize. Çok üşüdük, iyi olur, deyince bizi yemek odasında bırakıp mutfağa geçiyor. Pek becerikli sayılmayacak hareketlerle çay hazırlamaya koyuluyor. Tepsiyi buluyor, çaydanlığı ve fincanları üzerine diziyor, çay demlenirken bir yandan da benimle konuşuyor. Alçak sesle konuşmaya gayret ediyor. Yan odada karısının bir gazeteciyle söyleşisi var.

Fransa'dan sonra en çok Türkiye'de seviliyor olmalısınız, diyorum. New York'ta yaptığı her okuma toplantısına mutlaka bir Türk gelmesinden sözerken şaşkınlığını belli ediyor: Ya bir yazar geliyor, ya okurlar, ama mutlaka Türkler oluyor. Bir Türk arkadaşım da var, Orhan Pamuk. New York'a geldikçe beni ziyaret eder, onu çok takdir ediyorum. Zaten beni Türkiye'de tanıtan, Türk yayıncıma öneren de odur.

Alt katta esas çalışma odası var. Her taraf kitap dolu, odanın üç duvarını kaplamış, camlı dolaplarda ya da açıkta bir sürü kitap: Bütün kitaplarımın çevirilerinin birer kopyasını burada saklıyorum, diyor. Bakıyorum. Can Yayınları'nda çıkan kitaplarının birer kopyası da raftan bana bakıyor. Götürdüğüm kitabı da onların yanına ekliyor. Kitapların arasında senaryoları da var. Auster'in üç senaryosu filme çekildi. Bu çalışmalara kendisi de katıldı: Duman, Surat Mosmor ve Lulu Köprüde. Bu filmlerle ilgili afişler ve başka belgeler de rafları, duvarları süslüyor.

Yeni romanım da burada, diyerek bir dosyayı açıyor. Üst üste konulmuş bir öbek daktilo sayfası. Ama hemen kapatıyor dosyayı. Çok heyecanlanıyorum, yazılmakta olan romana göz atmak çok hoş bir duygu. Biraz anlatır mısınız, diyorum. Bu kitap üzerinde henüz konuşmak istemiyorum, diyor ama dayanamayıp ekliyor: 1980'lerin başında geçiyor konusu. Üç ayrı katmanda sürüyor. Yine bir yazar var, orta yaşlı. Bir öykü var, bir yazar bu öykü üzerinde çalışıyor. Hayatının yansımaları bu öyküye giriyor. Kasıtlı olarak, hayatındaki olayları yazdığı romana karıştırıyor. Aynı zamanda ben de bunu yapıyorum, hayatımdaki bazı gerçekleri, kişileri romanlarıma katıyorum. Tuhaf bir roman olacak bu. Yine bir gizem çevresinde dönüyor olaylar. Hınzırca gülümsüyor: Ve elbette yine New York'ta geçiyor.

Ne zaman okuyabileceğiz bu romanı? Önümüzdeki Eylül'de bitirmeyi umuyorum, diyor. Yukarı çıkmadan önce bana kendi derlediği öykü kitabını imzalayarak armağan ediyor.

Yolculuk etmeyi pek sevmeseniz de bir gün yolunuzun Türkiye'ye düşmesi bizi çok mutlu eder, diyorum ayrılmadan önce. Ben de mutlu olurum, diyor. O sıcacık evden ve Auster'den istemeyerek olsa da ayrılıyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!