Güncelleme Tarihi:
Prof. Dr. Yavuz, yüksek risk altındaki sağlık çalışanları hariç, hastalığı geçirenlerin 6 ay boyunca aşı olmasına gerek olmadığını belirtti, inaktif aşının 28 gün arayla yapılmasının etkinlik düzeyini çok daha fazla yükselttiğini söyledi.
Geçtiğimiz perşembe günü öncelikli olarak yüksek risk grubundaki sağlık çalışanlarıyla başlanan Kovid 19 aşılamalarında rekor kıran Türkiye’de, araya hafta sonunun girmiş olmasına rağmen şimdiye dek 700 binin üzerinde kişi aşılandı. Birkaç hafta geç başlanmasına rağmen dünyadaki aşılama sıralamasına iki gün içerisinde ilk ondan girmeyi başaran Türkiye’deki aşılamalar, sırasıyla huzurevleri sakinleri ve çalışanları ile yüksek risk grubundaki 65 yaş üstü vatandaşlarla devam edecek.
Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi ve İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, aşıyla ilgili oluşan soru işaretlerine değinerek şunları söyledi:
“Öncelikle, hastalığı geçirenlerin şu ana kadar yapılmış çalışmalarda genellikle 6 aya kadar bağışıklığının kaldığı düşünülüyor. Çok nadir yeniden enfeksiyon olma oranı. Çok çok düşük. O nedenle genellikle hastalığı geçirenlerin 6 aydan önce aşılanmalarına gerek yok deniyor. Dünyada da genel bilgi olarak bu şekilde. Biz de ilk 6 ay zaten aşılamayacağız. Vatandaşların antikor baktırmasına da gerek yok zaten herkesin antikorlarına bakılması da çok uygulanabilir bir şey değil. Ancak sağlık çalışanlarında durum farklı. Özellikle hafif geçirenlerde, antikor oluşmuyor ya da çok az oluşuyor. Bu durumda da T hücre yanıtı dediğimiz savunma mekanizması ile de korunabiliyoruz. Ama sağlık çalışanlarının virüse maruz kalma riskleri çok yüksek. O nedenle de istemeleri halinde ön safhada çalıştıkları için, hastalığı geçirmiş olsalar da aşılanacaklar.”
“İKİNCİ DOZUN 28 GÜN ARAYLA YAPILMASI DAHA YÜKSEK ANTİKOR SAĞLIYOR”
Aşının 14 gün arayla değil de 28 gün sonra ikinci dozunun yapılacak olmasıyla ilgili tartışmalara da yanıt veren Prof. Dr. Yavuz, inaktif aşılarda aşı yapma aralığının birkaç hafta olması gerektiğini ve tüm aşılama programlarında bu şekilde bir uygulamanın tercih edildiğini vurgulayarak şöyle konuştu:
“Bu aşının, 0-14 yerine 28’inci gündeki ikinci doz uygulamalarda antikor seviyesinin iki kat daha yüksek olduğu bilgisine sahibiz Faz 2 çalışmalarından. Öncelikli olarak yüksek risk grubu ve yaşlılara yapılacağı için de daha yüksek antikor oluşturması çok daha önemli. Bu bilgiye dayanarak aşılamanın 28 gün arayla olmasını önerdik. Normal 18-59 yaş arası grupta da antikor seviyesi 28 günde bir yapıldığında çok daha yüksek oluyor. Antikor seviyesinin yüksekliği de büyük olasılıkla daha uzun bir bağışıklık sağlayacak. Türkiye'de vaka sayıları hazır aşağı doğru inmişken ve kısıtlamalarımız da devam ederken bir yandan bunu fırsat olarak kullanalım ve insanları 28 günde (ikinci doz) aşılayarak daha iyi bir bağışıklık oluşturalım diye bu karar alındı. Herkes bundan en iyi şekilde faydalansın, diye yani. Burada bilim dışı bir yaklaşım yok kesinlikle. Tamamen klasik immünoloji bilgisiyle hareket edilerek alınmış bir karar. Zaten bütün aşıların Faz 2 çalışmalarında iki doz arasını biraz daha açtığınızda daha iyi antikor yaptığı biliniyor. Ama pandemi nedeniyle hız kazandırmak gerekiyor sürece. 14 günde bir yapılmasının nedeni de, kısa sürede daha düşük de olsa koruyucu bir antikor yanıtı elde edelim diyeydi aslında. Evet 14 günde de elde ediliyor koruyuculuk ama 28 günde sonuçlar daha iyi.”
“İNGİLTERE’DEKİ MUTASYON ENDİŞE VERİCİ”
Sars Cov-2’de mutasyonların grip salgınlarındaki kadar hızlı beklenmediğini söyleyen Prof. Dr. Yavuz, İngiltere’de ortaya çıkan ve hastalığın bulaşma hızını artırdığı düşünülen yeni mutasyonun endişe yarattığını belirterek “İngiltere'deki mutasyon şu an neden önemli? Çünkü bulaştırıcılığını çok artırdığına yönelik güçlü kanıtlar var. Nitekim İngiltere'de pik çok arttı. Buna bağlı olarak Amerika ve İrlanda’da da sayılar hızla yükseliyor. Bu, bizi de kaygılandırıyor mutasyonlarla ilgili. Ama aşılara bağışıklık geliştiren bir mutasyon henüz tespit edilemedi” dedi.
Hollanda’da görülen ve vizon türü olan Minklerden insanlara Koronavirüs bulaşması üzerine yapılan incelemelerde bu hayvanlardan insanlara geçen mutasyonda bağışıklıktan bir miktar kaçabildiğinin tespit edildiğini de vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, “Yine Güney Afrika'daki yeni mutasyonla ilgili böyle şeyler söyleniyor ama bunlar henüz yaygınlık kazanmadığı, sınırlı kaldığı için, şu an çok kaygı yaratmıyor. Şimdiye kadar yaygınlaşan mutasyonlarda belirgin olarak elimizdeki aşılardan kaçabilen bir türü henüz tespit edilemedi” diye konuştu.
“DÜZENLİ VİRÜS SEKANSLAMASI PCR TESTLERİNİN DOĞRULUĞUNU DA ETKİLER”
Virüsün geçirdiği mutasyonların tespit edilebilmesi için, belli periyotlarla virüs sekanslaması denilen bir gen taraması yapılması gerekiyor. Prof. Dr. Yavuz, Türkiye’de şimdiye dek maalesef düzenli olarak virüs sekanslaması yapılamadığını ancak İngiltere’de görülen mutasyonun ardından belli merkezlerin belirlenip bu taramaların gerçekleştirilmesi için bir çalışma başlatıldığını söyledi. Prof. Dr. Yavuz, “Türkiye'de virüs sekanslamasını yapan bildiğim birkaç merkez var ama düzenli yapılmıyordu. Örneğin Cerrahpaşa'nın bu işi yapabildiğini biliyorum. Ancak rutin, düzenli olarak İngiltere'deki mutasyondan sonra birkaç laboratuvar belirlenip onların düzenli olarak yapması yönünde bir çalışma başlatıldığını biliyorum” dedi. Bu genetik değişimler PCR sonuçlarını da etkileyebiliyor. Virüsün belli gen bölgelerini tespit etmek üzere tasarlanan PCR testleri, virüsteki genetik değişimlerden sonra bu bölgeleri göremediği için yalancı negatif sonuçlar verebiliyor. İngiltere’deki mutasyonun da bu şekilde tespit edildiğine işaret eden Prof. Dr. Yavuz, “Türkiye'deki PCR testlerinde bu genetik mutasyonlardan kaçış yönünde şimdilik herhangi bir sıkıntı yok. Ama mesela İngiltere'de bunu tespit için kullanılıyor şu anda. Diyelim PCR testinde virüsün 3 genetik bölgesi kullanıyorlar; değişim nedeniyle bir tanesinden kaçış oluyordu. (Semptom, hastalık olduğu halde) Negatif çıkıyordu sonuçlar. Oradan yakaladılar zaten şüphelenip. Doğru tanı için bunların tabii ki düzenli olarak takip edilmesi lazım. Dünya Sağlık Örgütü de zaten bunu öneriyor” şeklinde konuştu.
“ÖNCELİĞİMİZ OKULLARI AÇMAK OLMALI”
Şimdiki bilgilerimizle toplumun ancak yüzde 70’inin aşılanmasıyla toplumsal bağışıklıktan söz edilebileceğini ve bunun da yıl sonunu bulabileceğini belirten Prof. Dr. Yavuz, bu yıl da önlemlere devam etmek zorunda olduğumuzun altını çizdi. Kısıtlamaların ise ancak Şubat ayından sonra gevşetilmeye başlanabileceğini söyleyerek burada da önceliğin okulların açılmasına verilmesi gerektiğini belirtti ve sözlerini şöyle noktaladı: “6 aydan önce bunu (toplumsal bağışıklığı) sağlamak mümkün değil. Hatta yıl sonunu bile bulabilir. Biz öncelikle okulları açmayı hedefliyoruz. Günlük vaka sayıları onbinlerden biraz düşüp de test pozitiflik oranlarımız yüzde 5’in altına indiğinde bunu düşünebileceğiz. Yani rakamların günlük binlerin altına indiğini görmemiz gerekiyor. Ancak o şekilde okul açarak serbestleşmeye gitmek gerekiyor. Şu an çocukların durumu gerçekten çok kötü. Eğitim yönünden çok eksik kaldılar. Çok sıkıntılı bir durum. Bana kalırsa önceliği okullara vermek gerekiyor. Bunun da Şubat'tan sonrası için olabileceğini düşünüyorum. Bu dönem zaten herkes için kayıp bir dönem oldu.”
MİLLİ EĞİTİM BAKANI YÜZ YÜZE EĞİTİMLE İLGİLİ ŞUNLARI DEMİŞTİ
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, televizyonda katıldığı bir programda, 15 Şubat'tan itibaren yüz yüze eğitimin başlayıp başlamayacağına dair yöneltilen soruya, "Başlangıçta açılsın veya açılmasın gibi tartışmalar oldukça yoğundu ama şu anda açılsın noktasında ciddi bir beklenti var. Bizim asıl baktığımız yer Sağlık Bakanlığı, Bilim Kurulu, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde kabinenin alacağı kararlarla bağlantılı" diyerek, 15 Şubat'ta okulları açmakla ilgili ilke kararı aldıklarını ifade etmişti.