Güncelleme Tarihi:
(www.alltheweb sitesinde ‘aydınlık yarınlar’ yazıp ara komutu verince, karşıma yandaki çizim çıktı. Allah’ın bir işareti değildir inşallah! J)
GELECEK KISA-VADECİLİK KARŞISINDA YOK OLUP GİDERKEN...
Son yirmi otuz senede ‘zaman kavramımız’ ne kadar da değişti, diyor Yves Michaud. 20.yüzyıl ne kadar barbar olsa da, ‘aydınlık yarınlar’ inancı, 1970’lerde hâlâ o kadar güçlüydü ki (Aleksandr Zinoviev’in alaycı kitabı Aydınlık Yarınlar’ın yayın tarihi 1978’dir) bu faciaların tam da şuurunda değildi insanlar, Yahudi Soykırımı ve 1.Dünya Savaşı sırasında yaşanan katliamlar yarı-bilinçaltına itiliyor, ikiyüzlü tereddütlerle (‘Tamam, yaşanan acıları biliyorum ama...’) hafifletiliyordu, diyor. “Sonra, göz açıp kapayana kadar, herşey alt üst oldu ve kendimizi ‘geleceği olmayan bir şimdi’nin ortasında bulduk, geçmişimiz de giderek silindi.”
Ütopya krizi, proje krizi, model krizi, kurgu haline gelen tarih krizi... Kollektif açıdan, kapitalizm ve küreselleşme ‘içinde yaşamak zorunda olduğumuz, ‘dışsız bir çevre’ haline geldi. Alternatifsizlik bizi ‘katılmaksızın kabule’ mecbur ediyor. (Filozof, anti veya alter-küreselleşmecilerin de ‘soyut’ tezler savunduğunu düşünüyor.)
Yarın da bugün gibi olacak, yahut da yarın gibi olacak işte... (‘2006’dan kendiniz için ne bekliyorsunuz?’ diyen mini-anketime cevabınızı hatırlayın: 2005’ten kötü olmasın yeter diyenler % 42.9 - Bir şey değişmeyecek yeter diyenler ise % 15.8 idi.)
Toplumsal açıdan böyle, bireysel açıdan da durum farklı değil... Gelecek yani proje olmayınca, insanlar ‘gerçek hayatın başka yerde olduğu’ vehmine kapılıyorlar ve bu da ‘kaçma güdünüse’ ve gerçekleştirmeyi umduğumuz projelere dönüşüyor: rejim yapmak, çocuk yapmak, tatile çıkmak, her şeyi bırakıp Bodrum’a yerleşmek, hayatını bir sivil davaya vakfetmek...
“Devamlı yer değiştiren bir şimdiki zamanda yaşayan ve boş şeylerin peşinde koşan bireyler” diyor Amerikalı sanatçı Nan Goldin...
“Kulağında Bluettoth işitme proteziyle çağımızın bireyi, bu tercihsizliğine kaçamak çareler arıyor, shuffling (iPod’unda random müzik parçaları dinlemek demekmiş) davranış modeli haline geliyor ve grubun diğer bireyleriyle cep sayesinde iletişim sürdürülüyor. Sürekli herkes birbirine nerede olduğunu soruyor-söylüyor ve yarım saati aşmayan gelecek için randevular tespit ediliyor. Ayrıca günlük fal, SMS’le takip edilebiliyor...” diye tamamlayor Michaud ve ekliyor:
“Bugüne anlam katacak bir yarının olmayışı, İslami Cihad savaşçıları gibilerinin öteki dünyayla ilişkileri de etkiliyor; (canlı bombalar) şimdiki zamanı, kendilerinin ve kurbanlarının ölümünü haklı gösterecek bir ‘öteki dünya’ ile ilişkilendiriyorlar.”
Toplumsal hayatta özellikle de siyasette, bu durum kısa-vadecilik ve genelleştirme doğuruyor; kısa vâdede, sorunlar (kuş gribi, obezite vs) ortaya çıktıkça hal çareleri aranıyor; tsunamiden salgın hastalıklara, halk hareketlerinden intihar saldırılarına, televizyon destekli duygusal tartışmalar yaşanıyor.
“Bu arada” diyor filozof “geleceği düşünür gibi yapmamız da gerekiyor...” (çocuklarımıza bırakacağımız dünya... edebiyatı)
Toplum olarak ileriye dönük hesaplar ve genellemeler yapıyoruz. (Kalkınmanın sürmesi lazım onun için bir yandan eleştirip bir yandan da şakıp şakır reklamını yaptığımız) 4x4 ciplerin yaydığı CO2 gazının 2100 senesinde sebep olacağı ozon deliğinden tutun da, Pireneler’deki ayı nüfusuna, eğer Çin’in ekonomik kalkınması sürer ve Fransa turizm politikasında bir değişiklik yapmazsa 2015’te Mont Saint Michel’i ziyaret edecek turist sayısına kadar hababam hesaplıyoruz, diyor.
Bireyler de - gelecek olmadığı, bugün de hiç değişmediği için - eğlenceye, zevke yöneliyor. Tıp ve teknoloji desteğiyle. Yahut da, ‘hayatına anlam vermeye çalışan niş gruplara’ hitap eden tarikatlara bel bağlıyorlar.
Peki (umudunu ‘öteki dünyaya’ bağlamış, metod olarak şiddeti seçmiş dini aktivistler dışında) artık proje veya hayal üreten kalmadı?
Aynı filozof diyor ki “Bir de geçmişten bulup çıkardığımızı zannettiğimiz kimliklere dayanan projeler ve vizyonlar var tabii ki. Aaaah, ah kimlik takıntısı. Ama ne yazık ki geçmiş de gelecek kadar güvensiz. Gelecekle ilgili inançlar yok olup gidince, selâmet ümidi kalmayınca, geçmiş kurguya, din ise Da Vinci Şifresi’ndeki polisiye entrikaya dönüşüyor. Zaten bu geçmişe-dönüş yeni bir çare değil, 19.yüzyılda milliyetçiliğin ve ulus-devletlerin harcını oluşturmuştu.”
Bugün de (özelikle küreselleşme karşıtı) benzer ‘ulusalcı’ tepkiler yok değil.
Bireyler de geleceği geçmişte arıyor...
Peki şimdi ne olacak? Ne diyor filozof Yves Michaud?
“Gelecek yeniden bir anlam kazanabilir, zihinsel anlamda değil geleceğin ‘gerçekten’ ortadan kalkması şeklinde. Yani ‘boşluk’ yerine ‘felaket’ gelirse. Filozof Ernst Bloch’un ‘prensip umut’ dediği şey artık mümkün değil. Hans Jonas’ın ‘prensip sorumluluk’ adını verdiği ise, insanoğlunun karşılaştığı veya sebep olduğu krizleri çözme kapasitesine fazla güveniyor...”
“Demografik, teknolojik, ekonomik gelişme ve güç hırsı belki de yakın bir gelecekte (eksik olan) ‘dış’a yeniden gelip dayanacak ve bu dış... Kıyamet şeklinde tecelli edecek. Bu geleceği hissedip adını koyabilenler (Dick’ten Dantec’e) sadece bilim-kurgu yazarları. Bu durumda gelecek yeniden anlam kazanacak... çünkü gelecek olmayacak!”
Bu felsefi yazının finali olarak biraz amiyane kaçacak biliyorum ama:
BUYRUN BURADAN YAKIN!