Kısa hayatını telaşla ama dolu dolu yaşadı

Güncelleme Tarihi:

Kısa hayatını telaşla ama dolu dolu yaşadı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 16, 2002 00:00

12 Mart edebiyatı denilince ilk akla gelen isimlerden Sevgi Soysal. Ama sadece bu tanımla sınırlanmayı haketmeyen bir yazar. Ä°htilal günlerinde düzeni eleÅŸtirirken, gündelik hayatı, getirdiklerini ve götürdüklerini es geçmeyen, Türkiye'de kadınların yıllar sonra söyleyeceklerini erkenden, tek başına söyleyebilen bir edebiyatçı. Hayata 40'ında veda etmese zaten ‘‘12 Mart yazarı’’ kalıbında dondurulamayacak, didaktik olmadan sorgulayabilen, yer yer ironik anlatımıyla çok daha ilerilere gidecekti belli ki. Özellikle henüz Adalet AÄŸaoÄŸlu, Füruzan gibi kadın yazarlar parlamamışken, çok satan listelerinin tepelerini Çetin Altan'la paylaÅŸtığı düşünülürse... 22 Kasım Sevgi Soysal'ın ölümünün 26. yıldönümü. Ä°letiÅŸim Yayınları, yazarın bütün eserlerini yayımlamaya, bu hafta Tante Rosa ile baÅŸlıyor. Ardından, Yürümek, YeniÅŸehir'de Bir Öğle Vakti, Åžafak, Yıldırım Bölge Kadınlar KoÄŸuÅŸu, Barış Adlı Çocuk, Tutkulu Perçem, Bakmak gelecek. Ve yazarken ölüm geldiÄŸi için yarım kalan HoÅŸgeldin Ölüm ve onunla ilgili tanıklıklarla Venüslü Kadınlar adlı oyunu... Böylece yeni kuÅŸaklar da onun edebiyatını, sanatçı kiÅŸiliÄŸini ve kısacık hayatına neler sığdırdığını öğrenecek.30 Eylül 1936 Ä°stanbul doÄŸumlu. Ama Ankara YeniÅŸehir'de büyür. YeniÅŸehir'de Bir Öğle Vakti'ni yazmadan çok önce, Ä°kinci Dünya Savaşı'na denk gelen çocukluÄŸu, biraz, annesinin savaÅŸ korkusuyla aÄŸzına kadar erzak doldurduÄŸu karanlık kilere kapatılarak geçer. ‘‘Kıtlık günleri ve çocuk terbiyesi aynı kapatma metoduyla aşılacaktır demek ki.’’ Biraz da ev içindeki rekabet ortamıyla: Her biri kendi dünyasında iddialı, aralarındaki yaÅŸ farkı çeÅŸit çeÅŸit altı kardeÅŸle ve bir yandan gözüne girmeye çalıştığı annesiyle rekabettir burada sözkonusu olan. Asıl adı Anneliese Rupp olan Alman annesi, Türk vatandaÅŸlığına geçip Aliye adını alan, dansa, edebiyata düşkün, becerikli bir kadın. Piyano çalar, ÅŸiir yazar. Åžiirleri, ailesine düşkün ama biraz hovarda ve şımarık yapılı kocasınadır. Mithat ve Aliye Yenen'in üçüncü çocuÄŸu Sevgi, bir yandan bütün gün ÅŸiir hecelediÄŸi için sürekli dalgın olan annesinin gözüne girmeye çalışmakta, bir yandan da kıskaçlığından o da babasına ÅŸiir yazmaktadır. Sonuç olarak kıvrak zekası ve alaycılığını babasından, sorumluluk duygusu ve geniÅŸ görüşlülüğünü, soyut düşünme yeteneÄŸini annesinden alır.Güzel Türkçesi'nin temelini oluÅŸturan Ankara Kız Lisesi yıllarında ise ablası Gönül faktörü vardır. Örnek bir öğrenci olan ablasının tersine, kurallara fazla uymayışı ve dalgınlığıyla öğretmenlerin sık sık kızdığı bir öğrencidir. Ankara Ãœniversitesi Dil Tarih CoÄŸrafya Fakültesi'nin Arkeoloji bölümünü, ‘‘derslerde tuttuÄŸu notları sınavdan sınava ezberleyerek, hiçbir konu üstüne doÄŸru dürüst tartışmadan, bütün aşık arkadaÅŸların daha önce bol bol cigara içerek kalınlaÅŸtırdıkları sesleriyle ÅŸiir okudukları edebiyat matineleriyle’’ bitirir. Bu yıllarda yazarlık aklının ucundan geçmez. Ekrem Akurgal'ın parlak öğrencilerindendir ama gönlü arkeolojiden çok sanattadır. Özellikle, o yıllarda varoluşçuluÄŸun yoÄŸun olarak tartışıldığı sanat çevrelerinde.MECBUREN BOHEM Ä°lk evliliÄŸini de o çevreden Özdemir Nutku ile yapar (1956), onunla birlikte Almanya'ya uçar. Göttingen Ãœniversitesi'nde arkeoloji ve tiyatro derslerine devam ederken, ilk çocuÄŸu Korkut doÄŸar (1958). Parasızlıktan biraz da zor geçen o yıllarda, bohem hayatı sever. EÄŸik taktığı beresini başından eksik etmeden, cesur, çarpıcı giysileri, güzel yemekleri ve hoÅŸsohbetiyle sanatçı misafirlerine çok güzel evsahiplikleri yapar. Hep kıt kanaat geçinse de, oturduÄŸu her eve kendi özgünlüğünü katmayı bilmiÅŸtir. O yıllara iliÅŸkin en belirgin acı, Korkut'un sorunlu bir çocuk olmasıdır; kısa hayatı boyunca onu en çok üzen ÅŸeylerden biri olacaktır bu.25 yaşında yazmaya baÅŸlar. Bunun nedenini sonraları kısaca şöyle açıklayacaktır: ‘‘MusluÄŸumun lastiÄŸi bozulmuÅŸtu sanırım, baÅŸladım.’’ Ankara Radyosu'nda çalışırken, ilk öykü kitabı Tutkulu Perçem çıkar (1962). Bu arada tiyatroya heveslenmiÅŸ, konservatuvara devam ederken Ankara Meydan Sahnesi'nde Haldun Dormen'in yönettiÄŸi Zafer Madalyası adlı oyunda rol almıştır. BaÅŸar Sabuncu'yla orada tanışır, üç yıl sonra Özdemir Nutku'dan ayrılıp onunla evlenir (1965). Aynı yıl, program uzmanı olarak TRT'de çalışmaya baÅŸlar. Öyküleri dergilerde yayımlanmaya devam eder, o yılların sosyal ve siyasal olaylarıyla ilgili, kadın erkek meselelerine deÄŸinen röportajları, çevirileri de yayımlanır.Teyzesinin hayatından yola çıkarak yazdığı Tante Rosa, 1968'de piyasaya çıkar. Ama bugünden bakınca anlaşılıyor ki, hakettiÄŸi ilgiyi göremez. Biraz ‘‘uçuk’’, ‘‘çeviri gibi’’ bulunur. Kadın kahraman Alman'dır ya... Oysa, Bavyera'nın bir köyünde yaÅŸayıp at cambazı olmak isteyen, sorduÄŸu sorular ve özgürlük duygusu nedeniyle rahibeler okulundan aforoz edilen, sonra kocasını ve çocuklarını bırakıp hayallerinin peÅŸine düşen Tante Rosa, anneannesi Rosa'dan baÅŸlayıp, teyzesi Rosel'den, annesinden geçip, kendine uzanan bir çizgidir. Varolmaya çalışan bir 20. Yüzyıl kadınıdır. Tek suçu Türkiye'ye biraz erken gelmiÅŸ olmasıdır belki de... Bu kitabı, sadece ‘‘kendini çok beceriksiz, varlığını anlamsız, hiçbir ÅŸeyi gerçekleÅŸtirememiÅŸ bulduÄŸu, deneylerini yazarak boÅŸalacağını sandığı bir anda’’ yazdığını söyler, o zamanki adıyla Sevgi Sabuncu. Ama sonraları, Sevgi Soysal olarak, Türk edebiyatında kendine özgü bir yer edinecektir.HAPÄ°SHANEDE 3. EVLÄ°LÄ°KÄ°lk romanı Yürümek 1970'te yayımlanır ve TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda BaÅŸarı Ödülü'nü kazanır. Ne var ki, toplumsal olaylarla birlikte kadın-erkek iliÅŸkilerini ve evliliÄŸi incelediÄŸi bu kitabı, müstehcenlikten yargılanır. Bu arada yanında iki kimlik olmasına raÄŸmen, kimliksiz diye tutuklanır, özgür kaldıktan kısa bir süre sonra da ‘‘orduya hakaret ettiÄŸi’’ iddiasıyla hapse atılır. Bütün bunlar ödül aldığı TRT'den de atılmasına neden olur (1971). Ä°ÅŸte yargıçla müthiÅŸ diyaloÄŸu o günlere denk gelir: Kimlik tespiti sırasında, meslek hanesine ‘‘ev kadını’’ yazan yargıca itiraz eder, zılgıtı yer: ‘‘Ev kadını deÄŸilmiÅŸ! Nesin ya? TRT'den atılmışsın iÅŸte...’’ Dilini tutamaz: ‘‘Siz yargıçlıktan atılırsanız, ev erkeÄŸi mi sayılacaksınız?’’O gün duruÅŸmadan atılır ama kadın olarak karşı çıkışları, Behice Boran, Oya Baydar ve bir sürü genç solcu kızla birlikte geçen Yıldırım Bölge Kadınlar KoÄŸuÅŸu'ndaki sekiz ayında, tutuklu solcu erkeklere karşı da devam eder. Mesela, kadın tutukluların ‘‘jimnastik yapmamasının iyi olacağı’’ haberi gönderen solcu erkekleri dinleyen arkadaÅŸlarına ‘‘Erkek tayfasının buyruÄŸuna uyup durmasanıza, sizin kafanız yok mu?’’ diye çıkışır.Ama, henüz içeri girmeden, o tutuklulardan biriyle, Anayasa'ya GiriÅŸ ders kitabında komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklanan Mümtaz Soysal'la, hem de cezaevinde, evlenir. Yıllar sonra Ahmet Oktay şöyle anlatır onu: ‘‘Onun evliliklerinde görülen bu telaÅŸ bu hız, kısa bir ömrü olacağına iliÅŸkin melankolik bir önseziden mi kaynaklanıyordu bilmiyorum. Ama ilk gençliÄŸinden itibaren bir ritim, bir tempo açlığı vardı, Ankara Kız Lisesi'ne, Fenerbahçe Kulübü'ne, sinema ve tiyatroya giderken, hep gecikecekmiÅŸ gibi çabuk ve büyük adımlarla yürürdü. Yazısında da aynı hızla ilerledi.’’ Üçüncü evliliÄŸini yaptığında 35 yaşındadır ve hemen ardından girer cezaevine, ardından Adana'da 2,5 aylık sürgün... Cezaevinde yazdığı YeniÅŸehir'de Bir Öğle Vakti 1974'te yayımlanır ve Orhan Kemal Roman ArmaÄŸanı'nı kazanır. Sürgünde başına gelen olaylar etrafında dönen Åžafak (1975) ve cezaevi anılarından oluÅŸan Yıldırım Bölge Kadınlar KoÄŸuÅŸu (1976), onu takip eder. ‘‘12 Mart koÅŸullarını kadın olarak yaÅŸar, kadın olarak aktarır’’ der AyÅŸegül Yaraman. Ne günlük yaÅŸamında, ne eserlerinde kadın olmaktan vazgeçmiÅŸtir! Batıda 1960'larda, Türkiye'de ise ancak 1980'den sonra yükselen ikinci dalga kadın mücadelesi arasında, o zamanlar pek farkına varılamamış bir köprüdür belki de. Bu arada kızları Defne (1973) ve Funda (1975) doÄŸar. Bir kadın yazar için birbirine bu kadar yakın yaÅŸlarda iki çocuk büyütmek çok özveri gerektirecektir. ‘‘Yemek yandı'yla, çocuk altını ıslattı arasında’’ yazar yazılarını, kitaplarını. İçini kemirmekte olan kanserden habersiz... 1975'te bir kist için yattığı ameliyat masasından, bir memesi alınmış olarak kalkar. Geç kalınmış bir kanser vakasıdır; sonrasında da ihmal edilmiÅŸ. Bir yıl sonra daha iyi tedavi umuduyla Londra'ya gider. (Orada oturdukları küçük daireyi de ‘‘eÄŸreti bir durak’’ gibi deÄŸil de, sürekli bir mekan gibi dekore edecektir) Ä°ki ameliyat arası Ankara'da, Thomas Mann'ın metin ustalığı üzerine sohbet ettiÄŸi Attila Ä°lhan'a oradan şöyle yazacaktır: ‘‘SaÄŸlığım iyiye giderse, burada bazı Ä°ngiliz edebiyatı kurları falan var... Öyle çok ÅŸey düşünüyorum ki, deÄŸil hayatı ÅŸimdilik fazla uzun olmayacaÄŸa benzer birinin zamanına, iki ömre bile sığmaz. İçimde bir türlü gem vuramadığım bir yaÅŸama hızı, geceleri plan kurmalardan gözlerime uykular girmiyor.’’ KELLÄ°K ÖLMEKTEN BÄ°N BETERHastalık izlenimleri ve 12 Mart sonrası deÄŸiÅŸimi anlatan öykülerden oluÅŸan Barış Adlı Çocuk, 1976'da yayımlanır; son romanı HoÅŸgeldin Ölüm'ü ise tamamlayamaz. Hastalığı öyle hızlı geliÅŸir ki, doktorlar yapacak bir ÅŸey kalmadığını söylediÄŸi için eÅŸinin Ä°stanbul'a getirdiÄŸi günün ertesinde hayata veda eder (22 Kasım 1976). Zincirlikuyu'ya gömülür.O, hani her ortamda merkezde olanlar vardır, onlardandır. Sık sık cümbür cemaat biraraya gelinen aile toplantılarında habire herkese takılan, ince ince uÄŸraÅŸan odur. Hatta hastalığı sırasında kendiyle... Arkadaşı Sezer Duru'ya yazdığı son mektuplardan birinde şöyle der: ‘‘Ankara'da bana verilen ilaçları da hepten deÄŸiÅŸtirdiler. Åžimdi yeni bir ilaç deneniyor bende. Ä°ngiliz Kraliyet kobayı Sevgi Soysal! Yine de son Türk Devleti kurbanı olmaktan iyidir deÄŸil mi? Canım Sezer, bir de ne desinler bana! Bu ilaçları böyle aladuraymışım hepten saçlarımı dökecekmiÅŸim. Yahu, bu kellik ölmekten bin beter, ölümden korkmam ama, kellik!’’ KardeÅŸlerinden Mine KazmaoÄŸlu'nun, ‘‘ablam ölünce bizim ailenin feri söndü’’ demesi boÅŸuna deÄŸildir.Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!