Güncelleme Tarihi:
- Kitabın kahramanı Feride'nin hüzünlü bir yaÅŸamı var. Aşık olduÄŸu adamla evleniyor ama duygusal anlamda tatmin olduÄŸunu söylemek zor. Çok istediÄŸi halde çocuk sahibi olamıyor. Annelik özlemini kocasının ilk eÅŸinden olan üvey kızıyla gideriyor. Kocasını trajik bir biçimde kaybediyor. Ä°kinci kocasında da aradığını bir türlü bulamıyor. Bir yandan bunlar, bir yandan da ülkenin içinde bulunduÄŸu karmaşık siyasi ortam... Sanki bir kuÅŸağın yaÅŸamını özetliyor Feride'nin öyküsü...Â
- Zor bir hayat Feride'ninki. Fakat pek çok insan benzer şeyler yaşıyor. Bu bir uç örnek değil. Aslında kadınların hayatı, erkeklerle kıyaslandığında biraz hüzünlü. Erkekler her zaman daha şanslı bir grup olagelmiş. İnsanların yarattığı uygarlık böyle. Sadece bizim ülkemiz, bizim içinde bulunduğumuz kültür iklimi için söylemiyorum bunu. İnsanın yarattığı uygarlık kadını bastırmak, kısıtlamak üzere donanmış. O açıdan başkalarına bağımlı, kendi özüne uzak bir yaşam sürüyor kadınlar. Ama kadın olmanın güzel yanları da var o başka. Kendi adıma kadın olduğuma pişman değilim. Bir daha dünyaya gelsem erkek olmayı arzulamam.
YAZARLAR ANKARA'YI TERKETTÄ° |
- Pek çok konuda olduğu gibi kültür- sanat özellikle edebiyat alanında İstanbul bir 'başkent' görünümünde. Bir Ankaralı yazar olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz? - İstanbul edebiyatın da başkenti, bu doğru. 50'li yıllarda çocuktum doğrudan nakledebileceğim bir şey yok bu konuda ama, o yıllarda yaşayan insanlardan dinlediklerimden ya da okuduklarımdan yola çıkarak, 1940'lı, 50'li ya da 60'lı yıllarda Ankara'da daha fazla edebiyatçının yaşadığını görüyoruz. Özellikle Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Ankara kültür açısından çok daha iddialı bir şehirdi. Ama 1980'den sonra iktidara gelen hükümetler "kültür politikası" fikrini terkettikten sonra Ankara'nın başkent olarak bu ayrıcalığı kalmadı. 1980'lerde edebiyat- sanat insanları Ankara'dan göçetti. Ankara onları boğdu, ama o zamanki baskı niye başka yerlerdeki insanları boğmuyordu, buna ne cevap verebilirler bilmiyorum. Bana göre aynı baskı her yerde vardı - Bu, ekonomik süreçle ilgili olabilir mi? - İstanbul, Türkiye'de sermayenin başkenti. Ve yeni dünya düzeninde herşeye karar veren de sermaye. Sermayenin başkenti olduğunuzda herşeyin başkenti oluyorsunuz. Onun için, İstanbul'un kültür- sanatın başkenti haline geldiği doğru. Ama kültür- sanatın kitlelere ne kadar yayıldığına gelince, orada bir durup düşünmek lazım. Bütün bu faaliyetin İstanbul'da yoğunlaşması bu kent adına güzel. Ama başka taraflara ne kadar yayılıyor, yayılmazsa ne olur bunlar da tabi çok ciddi sorular. - Gerektiği kadar yayılıyor mu peki? - Hem evet, hem hayır diye düşünüyorum. Türkiye sanki ikinci bir kentleşme dönemi yaşıyor gibi geliyor bana. Mesela ben Selçuklular'ın çok ileri bir kent uygarlığı yaratmış olduğunu düşünüyorum. O dönemden kalan eserler hareketli bir kentsel hayata işaret ediyor. Ben hep merak ederim, Moğol istilaları, Selçuklular'ı yoketmeseydi Anadolu şimdi nasıl olurdu diye. Bence çok daha iyi olabilirdi. Osmanlı'nın Anadolu kentlerine verdiği fazla bir önem yok bence. Sanki, Anadolu o dönemlerde hızla köylüleşmiş gibi geliyor. Aslında şimdi mesela bir Anadolu kentine 10 yıl arayla gittiğinizde oranın ne kadar değişmiş olduğunu görüyorsunuz. Bu açıdan bakıldığında bir canlanma olduğu söylenebilir. Bu açıdan kültür hiç yayılmıyor değil ama Cumhuriyet'in ilk yıllarını düşünürseniz o dönemle kıyaslandığında biraz zayıf gibi geliyor bana. O dönemde bir avuç aydının girişimiyle üstelik de yıllardır savaşıp yoksul düşmüş bir ülkede, eğitim seferberliğiyle, köy enstitüleriyle, Doğu ve Batı edebiyalarından yapılan çevirilerle ortam bugünkünden daha hareketliydi diye düşünüyorum. |
-Feride'nin yaşamı aslında Türkiye'de bir kuşağın, 80 darbesiyle derin yaralar alan kuşağın yaşam deneyimleriyle örtüşüyor. Romanda otobiyografik unsurlar var mı? Ya da arkadaşlarınızın, çevrenizdeki insanların yaşam deneyimleri.
- İnsan yazarken, kendi yaşadıklarından da tanık olduğu yaşanmışlıklardan da etkileniyor. Ama birebir bir yansıma yok. Kitaptaki hiç bir karakter, gerçek hayattaki bir karakterin yansıması değil. Ama Feride'nin bazı deneyimleri benim deneyimlerim. Mesela ameliyat olması. Burada da birebir bir anlatım yok. Olamaz da zaten. Çünkü yazarken, metnin kendisinin dayattığı bazı noktalar oluyor. Onun için birebir bir yansıma mümkün değil.
- Romanda dikkat çeken bir unsur da 'mutfak'. Feride ve Sedat, evliliklerinin uyumlu günlerinde mutfakta birlikte yemek yapıyorlar. Sonra evliliklerinin kopuşu da mutfakta oluyor. Feride üvey kızı Şirin ve arkadaşlarıyla birlikte mutfakta yemek yapıyor. "Mutfak" bir simge mi?
- Evet. Mutfak bir yerde belki de ailenin simgesi. Yaratıcı faaliyetin yürütüldüğü, sıcak bir mekan. Ben, yemek yapmak da dahil ev işlerinden pek hoşlanmam. Ama yine de ev işleri arasında en yaratıcı olan, en çok sevilebilecek olan yemek pişirmektir diye düşünüyorum. Mutfakta güzel ilişkiler de yaşanıyor, yıkıcı ilişkiler de. Bir yerde, birlikte yaşayan insanların ilişkilerinin bir simgesi gibi mutfağı kullandım. Hem yakın ilişkilerdeki sıcaklığın, hem de çatışmaların mekanı olarak. Diğer mutfak sohbetleri bölümüne gelince, oradaki metafor çok açık zaten. Bizim kültürümüzdeki çoğulluğa bir gönderme var. Aslında Türkiye'nin saklı kültürlerin, birbirine çok da uzak olmayan kültürlerin birarada kaynaştığı bir yer olmasına bir gönderme var.
GENÇLERLE ARAMIZDA 'TARİHSEL SÜREÇ' FARKI VAR
- Feride öğretmen. ama onun nasıl bir öğretmen olduğunu pek öğrenemiyoruz. Arkadaşlarıyla, öğrencileriyle olan ilişkilerini de..
- Feride'nin öğretmenlik yaşamına girmiyoruz. Çünkü onun iç yolculuğu bu. Feride'nin kendini keşfetmesinin öyküsü. Diğer sosyal ilişkileri de çok fazla yok. En içteki, en dipteki, en temel benliğini oluşturan ilişkiler var. Annesiyle- babasıyla, en yakın arkadaşlarıyla, onun bilinçaltını etkilemiş olan insanlarla yaşadığı ilişkilere göndermeler var. Öğretmenliği daha dışta, hayatın daha yüzeyinde geçen bir olay. Onun için öğretmenliğine bir atıf yok.
- Bir de Feride'nin ameliyat olduÄŸu bölüm var, ve doktor hatası nedeniyle yaÅŸadığı zorluklar. BaÅŸtan beri bir kadın olarak duygusal anlamda zaten 'eksik' olan Feride, bu ameliyattan sonra biyolojik olarak da eksik bir kadın haline geliyor. Bir kadın için geri dönüşsüz ve atlatılması güç bir süreç. Bu ameliyat deneyiminin ve Feride'nin ruhsal durumunun bunca ayrıntılı anlatılması gerekli miydi? Â
- Gerekliydi. Hayır ben de bu tür bir ameliyat geçirdiğim için değil, olayların akışı anlamında gerekliydi. Baştan beri Feride'de bir eksiklik var. Hayatının cinsel bölümünü doyasıya yaşayabilmiş bir insan değil. Ferhat'a aşık olup evleniyor ama onunla güzel bir cinsellik yaşamıyor. Ferhat onu tutkuyla sevse de hoyrat bir adam. İkinci kocasında ise Ferhat'ta bulamadığı şefkati buluyor. Ama ikinci kocası da cinsel olarak fazla aktif bir adam değil. Dolayısıyla şefkati ve şehveti birlikte yaşayamıyor hiç. Onun eksikliğini hissediyor. Belki o yokluk ondaki annelik duygularını yoğunlaştırıyor. Biyolojik bir çocuğunun olmaması onu acılaştırmıyor, tam tersine annelik duygularını daha yoğun bir şekilde üvey kızına yönlendirebilmesine sebep oluyor.
- Roman kahramanı Feride'nin genç kuşaklara yaklaşımı, kızının arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde ortaya çıkıyor. Peki siz yazar Erendiz Atasü olarak yeni kuşağa nasıl bakıyorsunuz?
- Gençlerle bizim aramızda kuşak farkından öte bir fark oluştuğunu düşünüyorum. Kuşaklar arasında her zaman belli bir fark olur, bu doğal. Zaman geçiyor, hayat değişiyor. Fakat, genç kuşakla biz, sanki apayrı tarihsel dönemlerin insanları gibi olduk. Bunun bir sebebi, teknolojinin çok fazla ilerlemesi olabilir. Benim kuşağım, yani biz teknoloji insanları değiliz. Bilgisayar kullanmaktan hoşlanmayan çok insan var benim kuşağımda. Ama benim kızımın kuşağında öyle bir insan hemen hemen hiç yok. Bir diğer nedeni de Türkiye'nin tarihsel, sosyal macerası. 80'den sonra Türkiye'nin seçtiği ya da dayatılan yol, tüketim ekonomisi. Sadece kendi bireysel çıkarlarını düşünen insanlar çıktı ortaya. Bu gençlerimizin hatası değil. Bu ortamın içinde doğdular, orada büyüyorlar ve bu ortam tarafından şekillendiriliyorlar. Bütün bunlar arada bir uçurum yaratıyor. Ama bunun yanında gençler, eğer çok büyük mali sıkıntılar altında ezilmiyorlarsa, bireysel ilişkilerini daha özgür yaşayabiliyorlar. Teknolojinin gelişmesi de biraz insanı eşyalaştırıyor. Bu teknoloji ve tüketim ilişkisi herşeyi değersizleştiriyor. Böyle bir şanssızlık da var gençlerin karşısında diye düşünüyorum. Tabi başka bir hayatı bilmedikleri için onlar bunu algılayamayabilirler. Ama insanın doğasını töpüleyen bir şey bu.
* Erendiz Atasü'nün 'Bir Yaş Dönümü Rüyası' adlı kitabı 5 Eylül'de Can Yayınları tarafından okura sunulacak.
Kimdir? |
Erendiz Atasü, 1947 yılında Ankara'da doğdu. 1964'te Ankara Koleji'ni, 1968'de A.Ü. Eczacılık Fakültesi'ni bitirdi. Mezun olduğu fakültede akademik kariyer yaptı. 1974'te Dr. Pharm., 1980'de doçent ve 1988'de profesör unvanlarını aldı. Emekli olduğu Mart 1997'ye dek, farmakognozi dalında öğretim üyesi olarak çalıştı. Erendiz Atasü'nün ilk öyküsü 1981 yılında yayınlandı. Öykü dosyası "Kadınlar da Vardır" amatör yazarlara yönelik Akademi Kitabevi Yarışması'nda birinci olarak 1983'te kitaplaştı. Bunu "Lanetliler" (1985), "Dullara Yas Yakışır" (1988), "Onunla Güzeldim" (1991) adlı öykü kitapları izledi. Yazarın ilk romanı "Dağın Öteki Yüzü", 1996 Orhan Kemal Roman Ödülü'nü aldı. "Taş Üstüne Gül Oyması" adlı öykü kitabı ise 1997 Yunus Nadi ve 1998 Haldun Taner Öykü ödüllerine değer bulundu. Öykü kitabı "Uçu" 1998'de, "Gençliğin O Yakıcı Mevsimi" adlı romanı 1999'da, yazınsal denemelerini topladığı "Benim Yazarlarım" 2000 yılında yayınlandı. "Dağın Öteki Yüzü" İngilizce'ye çevrildi ve 2000'de İngiltere'de yayınlandı. Yazarın ayrıca, kadın sorunları ve kadın özgürlüğü, toplumsal ve yazınsal sorunlar üzerine makaleleri ve denemelerini çeşitli yazın dergilerinde yer almaktadır. Bunların bir kısmı 2001'de "Kadınlığım, Yazarlığım, Yurdum" adı altında yayınlanmıştır. Erendiz Atasü'nün kimi öyküleri İngilizce, Fransızca, Almanca ve Flemenkçe'ye çevrilmiş ve çeviriler antolojilerde yayınlandı |