Güncelleme Tarihi:
Eee, hani ‘Tanrı öldü’ diyorlardı bize? (Nietzche)
Hatta ‘Tanrı öldü, Marx öldü, ben de kendimi çok iyi hissetmiyorum!’ diye dalga geçiyorlardı? (Woody Allen) Buradan bakınca, hiç de öyle gibi gelmiyor insana... Haydi, diyelim ki, 20.yüzyılın en popüler (biraz da -ist) papasının ölümü, Katolik dünyasında büyük üzüntüye sebep oldu, bu sevgi gösterisi, bu ‘communion’ (inan birliği) normaldir... O zaman meseleye biraz daha yukarıdan bakalım isterseniz. Bizi de ilgilendiren bir açıdan: Avrupa ile ABD arasında giderek derinleşen ‘ruhanî’ uçurum açısından mesela...
Avrupa Birliği, anayasasında ‘Hıristiyanlık referansını’ yahut da en azından ‘Hıristiyan geçmişini’ zirketmeyi reddedip, laikleşme (secularization) yolunda bir önemli adım daha atarken, ABD ters yönde sağlam adımlarla ilerliyor.
Nouvel Obs’un yazarlarından Jacques Juliard soruyor:
‘Bugün bir Fransız, Amerika’ya gittiğinde karşısına çıkan ilk soru nedir biliyor musunuz? Hayır, Fransa’nın Irak konusunda ABD’ye ters düşen tutumu değil, Amerikalılar bu konuda Fransa’yı anlıyor, anlayışla karşılıyor. Asıl sorun, Fransız okullarında türban ve benzer dini göstergelere getirilen yasak! Fransa’nın bu tutumunu bir Amerikalının anlaması mümkün değil. Devletin bir dine, bir mezhebe düzenleme getirmesi mi? Deli misiniz siz!...’
‘Tartışmayı bir yana bırakalım, diyor (Bu yazıda neredeyse bire bir alıntı yaptığım) Julliard, eğilimlere bakalım...’
Eğilimlere bakalım deyince, eğilimin yönü belli. Amerika’da herşey dini duyguların yeniden canlandığını (revivals) gösteriyor, tarihin birçok döneminde olduğu gibi.
- Amerikalıların % 96’sı Tanrı’ya inanıyor
- % 67’si bir dini cemaat mensubu
- % 46’sı ibadetini düzenli olarak yapıyor (Fransa’da % 10)
- Amerikalı öğrencilerin her sabah derse girmeden önce söylediği ant (bizim ‘Türküm doğruyum’un muadiliz yani) Tanrı’ya ve dine gönderme yapıyor
- 1952’de tesis edilen Ulusal Dua Günü (mayısın ilk perşembesi) hâlâ kutlanıyor...
Ancak, son yıllarda ÇOK ÖNEMLİ BİR DEĞİŞİM yaşanıyor Amerika’da. (Sébastien Fath’ın ‘Dieu bénisse Amérique. La religion de la Maison-Blanche’, yani ‘Tanrı Amerika’yı kutsasın. Beyaz Saray’ın dini’ adlı kitabı çok güzel ve çok önemli bilgiler içeriyor...)
Amerikalılar, eski (Katoliklik, İskoç Protestanlığı, İngiliz Kilisesi gibi) geleneksel inançlarını (yahut kiliselerini, tarikatlerini, ‘communities’ ... artık ne isim vermek gerekirse) terk ederken, Evanjelik tarikatı hızla yayılıyor. Bu kiliseler üstü bir tarikat. Diğerleri gibi babadan oğula geçen bir inanç değil, ‘aklı başında bireyin’ bağlı bulunduğu klasik inançlardan vazgeçip benimsemesi gereken bir inanç. Yandaşları bu ‘inança iktisabın’ bir tür ihtida (din değiştirme) hatta ‘yeniden doğuş’ olduğunu düşünecek kadar radikaller. Mesela Başkan George W.Bush böyle bir ‘born again’ olduğunu gizlemiyor.
Julliard’ın dediği gibi, Amerikan halkı ‘bile bile’ George ‘Dubya’ Bush’u ikinci bir dört sene
için Beyaz Saray’a gönderdiğine göre...
(1) Max Weber’in ‘modernleştikçe laikleşen dünya’ varsayımını gözden geçirmek gerekiyor. Bu teori bugün sadece Batı Avrupa için geçerli. (Orada bile ciddi bir tartışma konusu.) İslam hemen her yerde yayılıyor. Ama en hızlı gelişme, Amerikan ‘Evanjelik’ inancında, bu kilisenin 500 milyon müridi olduğu iddia ediliyor.
(2) Bu duygusal ve öznel dine yönelişe paralel olarak (bunun bir de gösteri tarafı var, yeni ritler, toplu ibadetler filan...) George W.Bush’un başını çektiği yeni bir ‘sivil din’ ortaya çıkıyor, gelişiyor: Vatanseverlik, ahlâkçılık ve Mesihçilik üzerine kurulu bir yeni ‘sivil din’! Baş rahibi George W.Bush, merkezi ABD, hedefi bütün dünya olan bir yeni din! Bush’u tekrar Beyaz Saray’a gönderen Amerikan halkı da desteklediğine göre, bundan böyle, Amerikan emperyalizmi, yeni (ve bugüne kadar görülmemiş) bir ivme kazanıyor: Spiritüalist (tinsel?) bir ivme...
(3) Böyle olunca da, yukarıda da söylediğim gibi, laikleşmesini sürdüren AB ile ‘arkasına Tanrı’yı almış, Dünya’yı Şeytan’dan arıtmak için savaşa tutuşmuş’ bir ABD arasında derin bir uçurum oluşması kaçınılmaz.
Toprağı bol olsun, Papa 2.Johannes Paulus’un da bayağı bir hizmetiyle, İki Kutup’tan birini tasviye eden dünya, hızlı adımlarla yeni bir Medeniyet Çatışması’na doğru gidiyor, aynı ölçüde evrensellik iddiası taşıyan iki antagonist toplum modeli:
Bir yanda evrensel ve laik bir cumhuriyet (AB), öte yanda askerî ve ekonomik hâkimiyetini, bugüne kadar eksik olan ‘tinsellik’ (spritüalizm) olgusuyla güçlendiren bir imparatorluk. (ABD)
Jacques Julliard’ın dediği gibi ‘Birincisi eşitlik ve barış mesajı yüklü ama hayalden yana zayıf... İkincisi kavgacı, hatta saldırgan, ama hem daha gerçekçi hem daha hayalci...’
*
Ve Türkiye, bu iki ‘evrensel model’in, bu Titanlar savaşının tam göbeğinde...
Türkiye’de (eski?) İslamcıları tek başına iktidara taşıyan dalga, ABD’nin dine yönelimine paralel gibi görünse de... Türk halkı, hem bölgesel menfaatlerimize ters düştüğünden, hem de Bush iktidarı ‘yaklaşan Armageddon’da Kötülük Gücü olarak İslam’ı işaret ettiğinden, ‘Türkiye’nin en büyük düşmanı ABD’dir’ diyor. (Türkiye’nin en büyük düşmanı ABD’dir diyenlerin oranı % 38.9 - Yunanistan diyenler % 14.7 - Metro-POLL anketi Mart 2005)
Ve şimdilik seçimini (Müslüman olduğu için kendisine zorluk çıkarmakla suçladığı) ‘laik Avrupa’dan yana kullanıyor. (Avrupa’ya evet diyenlerin oranı % 75.9 - Aynı anket)
Ve tek başına iktidara taşıdığı İslamcı bir partiden kendisini laik Avrupa’ya sokmasını istiyor.
Ama bir yandan da iktidardaki AKP’nin gerçek hedefinin AB ve laik modeli olup olmadığını da sorguluyor...
Hasılı, kafası karışık ve işi zor!..