Güncelleme Tarihi:
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun konuşmasından satır başları şöyle:
"Bildiriyi okuyorum arkadaşlar. 'Biz hekimler uyarıyoruz.' Hekim, doktorlar diyorlar ki, biz uyarıyoruz. Herkes uyarabilir mi? Uyarabilir. Şu veya bu şekilde herkes görüşlerini dile getirir. 'Savaş doğada ve insanda tahribat yapan, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur' Yanlış mı? Doğru. Bana söyleyin, hangi savaş doğada ve insanda tahribat yapmadı? İnsan olmazsa savaş olmaz zaten. Bunu söylüyor.
Gözümüzün önünde Suriye var. 3.5 milyon mülteci var Türkiye’de ya. 30 milyar dolar harcadıklarını söylediler. Emin olun 3 milyar dolar bile harcamadılar. Suriyeli çocukların sokaklarda nasıl direndiklerini de biliyoruz. Bu dramı yaratan savaş değil mi? Suriye’deki kavga, terör değil mi? Buna dikkat çekiyorlar. Niye alınıyorsunuz?
'TOPLUMUN DESTEKLEDİĞİ OPERASYONA GÖLGE DÜŞÜRÜR'
'Yaşatmaya and içmiş bir mesleğin mensubu olarak…' Hastalanırız gideriz, bir de yemin ederler. Dünyanın her tarafında doktorlar aynı yemini ederler. Hastanın kimliğine, siyasi görüşüne bakmaz. Hasta ise tedavi eder. 'Yaşamı savunmanın barış iklimine sahip olmanın birinci görevimiz olduğunu aklımızdan çıkartmıyoruz.' Evet ben de savunuyorum, siz de savunuyorsunuz. Aklı başında hangi insan hayatı, güzelliği savunmaz?
Devam ediyor, 'Savaş ile baş etmenin yolu adil eşitlikçi barışçıl yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır.' Demokrasi olsun deniyor, huzur içinde yaşayalım deniyor. Daha ne olsun? 'Savaşa hayır, barış hemen şimdi' desinler. Vay sen misin bunu diyen. Sabahın köründe tutuklayın, gözaltına alın. Bu tür davranışlar sizin yaptığınız ve toplumun desteklediği Afrin operasyonuna gölge düşürür. 'Yahu bir yerde bir hata yapıyoruz, bu hatayı kimse görmesin' diye… Bütün dünyanın ilgisini farklı bir noktaya çektik. 'Doktorların üzerine gidiyorlar.'
'DOKTORUN DÜŞÜNCESİNİ AÇIKLAMASINA TAHAMMÜL EDEMİYORSUNUZ'
Asker bile dağda terör örgütü mensubunu yaralı yakaladığında ekmek veriyor, su veriyor, hastaneye götürüyor. Bu ordunun saygınlığı açısından çok önemlidir. İnsan sağlığına değer verdiği için çok ama çok önemlidir. Siz doktorun düşüncesini açıklamasına tahammül edemiyorsunuz, baskı kuruyorsunuz. Doğru değil, Türkiye’nin itibarını zedeliyor bunlar.
Daha önce pek çok ortamda ifade ettim. Türkiye bulunduğu coğrafya itibariyle çok stratejik bir bölgede. Ve bu bölgede Türkiye’nin bütün bölgeye örnek olacak demokratik adımları atması, uluslara örnek olması bizim dünyada saygınlık kazanmamız için çok ama çok önemlidir. Elbette hiçbir ülke kendi sınırında terör örgütlerinin yuvalanmasını istemez. Terörü sonlandırmak ister. Sınırdaki bir terör örgütü sadece bizim için değil, onu barındıran ülke için de tehlikedir. İnsan haklarına 'Evet', ama teröre hep beraber 'Hayır' demek zorundayız. Bu insanlığın temel görevidir.
'AFRİN OPERASYONU'NA DESTEĞİMİZ TAMDIR'
Bu bağlamda bizim Afrin operasyonuna desteğimiz tamdır. Ama bunun ÖSO ile paralel adlandırılması büyük rahatsızlık yaratıyor. Giden ordumuz, şehit olan askerimiz, efendim bunu neredeyse ÖSO’nun kahramanlığına bağlayacağız. Ya bizim ordumuz, ya bizim şehitlerimiz. Neredeyse onlar ikinci sınıf. Ordunun haysiyetini ve onurunu korumak her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının en temel görevidir. Ayrıca Mehmetçik kanıyla oy devşirmeye çalışmak da büyük bir ahlaksızlıktır.
26 Ocak 2011. Suriye’de iç ayaklanmalar başlıyor. 29 Nisan 2011, Suriye’den kaçanlar bizim sınırlara geldiler, Türkiye’ye geldiler mülteci olarak. 31 Mayıs 2011. Karşıt gruplar Antalya’da toplandılar. Ve hükümet bunlara destek verdi. IŞİD, El Nusra gibi pek çok radikal grup bu süreçte oluşmaya başlandı. Ve bunlara TIR’larla silah gönderildi. Biz dedik ki sakın ola ki buraya silah göndermeyin, Suriye’nin içişlerine karışmayın. 2011’den bu yana hemen hemen her grup toplantısında bunları ısrarla dile getirdik. Ama bunların hiçbirisi iktidar tarafından kabul görmedi. Onlar her fırsatta bizi eleştirdiler. Bakın, Suriye karıştığı zaman, o zaman henüz Rusya ve Amerika bölgede ana aktör olarak bulunmuyordu. Türkiye’de zaman zaman toplantılar yapılıyordu. İleride felaketler açar diye 24 Ağustos 2012’de Erdoğan’a bir mektup gönderdim.
'2012'DE BUNLARI SÖYLÜYORUZ'
Bakın ne diyorum mektupta, 'Sayın Başbakan Suriye’deki gelişmeler, ekonomiyi turizm ve taşımacılık alanları dahil olumsuz etki yapmaya devam etmektedir. Öte yandan Suriye’deki şiddet ve çatışmaların durdurulmaması halinde iç savaş boyutlarının genişleyerek bölgesel itilafta dönüşmesi dışlanamayacak bir olasılıktır. CHP olarak, Suriye’nin bağımsızlığının korunmasından yanayız. Türkiye barıştan yana politika izleyerek öncelikle şiddete son verilmesini sağlamalıdır. Uluslararası toplumun çözüm gayretleri istenilen sonuçları vermemiştir. Mevcut koşulları ve CHP olarak önerileri de dikkate alarak, bu sefer hazırladığımız kapsamlı çözüm önerimizi ekte takdir ediyorum. Hükümetinizin bu öneriye sahip çıktığı takdirde uluslararası toplumun çabaları etkinlik kazanabilecektir. Saygılarımla Kemal Kılıçdaroğlu, Genel Başkan. 2012.'
2012’de bunları söylüyoruz. Ama onlar bizi eleştirdiler. Bölgeye MİT TIR’larıyla silah göndermeye devam ettiler. Hürriyet gazetesine açıklama yapıyorum. 'Suriye politikası PKK’yı güçlendiriyor. Çok ciddi endişelerim var. Birincisi silahların PKK’nın eline geçmesidir. İkincisi, diğeri komşularla ilişkiler gerildi.'
Hürriyet’te yaptığım açıklamadan iki yıl sonra. İsmail Hakkı Pekin, şu açıklamayı yapıyor: 'Gönderilen silahların bir kısmının PKK’nın eline geçtiği iddia ediliyor.' Bizim uyarımızdan iki yıl sonra terör örgütünün eline geçtiğini ifade ediyor.
'BEN SENİ ALDATMIYORUM'
Ve 1 Temmuz 2015. MGK’dan sonra gazetelerde bir haber. MGK’da görüşülen istihbarat raporlarına göre Kobani’ye gönderilen ağır silahlar PKK’nın eline geçti. Bizim uyarımızı dinlemediler. Oturdular sabah, öğle, akşam hep CHP’yi suçladılar. Siz şöylesiniz, siz böylesiniz diye suçladılar. Şimdi bütün vatandaşlarıma sesleniyorum. Dış politikada hamlenin üç adım ötesini görmezseniz devleti sağlıklı yönetemezsiniz. Siz üç adım ötesini bile görmediniz. Herkes sizi aldattı. Obama aldattı, PKK aldattı, IŞİD aldattı. Ya bir de beni dinle kardeşim, vallahi de billahi de ben seni aldatmıyorum.
80 milyon vatandaşıma sesleniyorum; Suriye konusunda en tutarlı politikaları kim söyledi? Oturun sorunu çözün dedik. Komşuda yangın var siz benzin bidonuyla gidiyorsunuz. Komşuda yangın varsa suyla gideceksin kardeşim. Sonra ne oldu? 11 Şubat 2013. Cilvegözü’nde bombalar patladı, 13 vatandaşımız hayatını kaybetti. 11 Mayıs 2013 Reyhanlı’da patlama oldu. IŞİD bile diyemediler, dillendiremediler. O dönem IŞİD’e yaramaz çocuklar diyorlardı.
28 Mayıs 2013’te yaptığım konuşma 'Bütün iyi niyetimizle hükümete çağrıda bulunuyorum. Bir, Türkiye Suriye’deki iç savaşın taraflarından biri olmamalıdır. Yabancıları eğitmemeli, eline silah vermemelidir. Cenevre süreci desteklenmeli ve kalıcı barış için katkı vermelidir.' Bunu söylüyoruz. Suriye’dekiler bizim kardeşimiz. Ama Ortadoğu bataklığını Türkiye’nin mekanı haline getirdiler. Silahlarla orayı beslediler. Terör örgütüne her türlü desteği verdiler. IŞİD’e El Nusraya her türlü desteği verdiler.
'PYD'Yİ MEŞRULAŞTIRAN KİM'
Şimdi PYD’yi düşman ilan ediyorlar. PKK’nın uzantısı diyorlar doğru. Peki PYD’yi meşrulaştıran kim? Salih Müslim’i Ankara’yı defalarca çağırıp, altına kırmızı halılar serip hoş geldiniz diyen kim? CHP mi? E sen terör örgütü kabul etmedin, liderini davet ettin. En iyi yerlerde ağırladın, sonra bir sabah kalktık, Esad nasıl düşman olduysa o da düşman oldu. Düne kadar beraberdiniz, biz sizi uyardık. 'Yapma' dedik, 'Eyleme' dedik. 'Türkiye’nin başına iş açar' dedik. Gittin, yine birileri seni kandırdı, sen tuzağa düştün. Sana bir şey oldu mu? Hayır. Kime oldu? Bu ülkenin fakir, fukara, gariban çocuklarına oldu.
10 Haziran 2014’te Musul konsolosluğumuz basıldı, 49 çalışan kaçırıldı. Birisi de Öztürk Yılmaz. Bölgeyi en iyi bilen kişidir. Eski büyükelçi bölgede çalışmış. Ve bu kişi şimdi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hedef noktasında. Her türlü hakaret yapılıyor. Dışişleri Bakanı, 'Bu benim memurumdu' diyor. Kim kimin memuru? Devletin memuru kardeşim. Gelir böyle toslarsın.
'BANA YAPTIĞIN ELEŞTİRİYİ NİYE YAPMIYORSUN'
10 Şubat 2015. Grup toplantısında şu konuşmayı yapıyorum. 'Ortadoğu’ya barışı getireceğiz. Suriyeli kardeşlerime diyeceğim ki ‘1 milyon 700 bin kardeşim git baba ocağına geri dön. Her türlü yardımı yapacağım. Git kardeşim kendi ülkende çalış' diyeceğim. Ben bunu söyledim, ne AKP’nin kalemşörleri ne AKP’nin yöneticileri beni affetmediler. Ne ırkçılığımız kaldı her türlü hakareti yaptı. Sen Suriyelilere nasıl geri dön dersin… Suriye’yi onaracağız, okulunu hastanesini yapacağız. Aradan zaman döndü, beyefendi yelpaze gibi döndü. “Afrin’de güven iklimi tesis edildiğinde Suriyeliler hayatlarını sürdürme imkanına kavuşacaklar” Şimdi o kalemşörlerine söylüyorum. Erdoğan’ın kölesi konumunda olanlar kalem oynatamazlar. Bana yaptığın eleştiriyi niye yapmıyorsun? Ben Suriyeli kardeşlerim diyorum, o onu bile ifade etmiyor.
Öyle bir noktaya geldi ki Türkiye, kendi topraklarından kaçmak zorunda kaldılar. O malı terör örgütüne vererek kaçmak zorunda kaldılar. Arsamızı terör örgütüne vererek kaçmak zorunda kaldılar. Süleyman Şah Türbesi'nden bahsediyorum. Şimdi ortalıkta beyefendi kahraman diye geziyor. Ne kahramanı ya? Terörden korkan ben olsaydım, CHP iktidarda olsaydı. 10 bin şehit gerekirse verirdik, toprağımızdan çekilmezdik, bayrağımız orada dalgalanırdı. Şimdi kahraman diye ortada geziyor. Korkaktan kahraman olmaz. Hele hele milliyetçiliğin kanını seçim meydanlarında kendi partisinin il toplantılarında oya çevirmeye kalkanlardan insan da olmaz ahlaklı adam da olmaz.
'TÜRKİYE'NİN TARİHİNİ BİLMİYORLAR'
Türkiye’nin çıkarları her şeyin üstündedir. Her şeyi göze alırız biz. Yeter ki çocuklarımıza güzel bir ülke bırakalım. Eğer sözümüzü dinleselerdi, PKK’yı değil Esad’ı değil Obama’yı değil Putin’i değil bizim sözümüzü dinleselerdi Türkiye bölgesinin en saygın ülkesi olacaktı. Ortadoğu bataklığının bir parçası olmayacaktı. 'Efendim orası bataklık olmaz' Sonra kendileri de Ortadoğu bataklığı demek zorunda kaldılar. Çünkü Türkiye nasıl yönetilir bilmiyorlar. Türkiye’nin tarihini bilmiyorlar.
Bütün bunlar olurken yine AK Parti ve kalemşörleri CHP’yi suçluyorlar. Sanıyorlar ki biz geri adım atacağız. Onların yüzlerce TV kanalı var, gazeteleri var. Ya kiminle gelirseniz gelin, feriştahınızla gelin bir milim geri adım atmayacağız. Kendi toprağından kaçan adamdan hesabını soracağız. Kahraman diye geziyor, ne kahramanlığı?
Ekonomide ciddi sorunlar yaşıyoruz. 13 Ocak 2018; TBMM’nin önünde gencecik bir çocuk kendisini yaktı. Hem TV’lerde hem de gazetelerde haber bile olmadı, korktular iktidardan. Erdoğan’dan korktular. Ben dillendirdim, kıyamet koptu. En ağır eleştirileri aldım. Tabi gelsin eleştiriler. En azından o kişinin Meclis’in önünde kendisini yaktığını herkes duydu. Kim bu Sıtkı Aydın? Geçen gün Birgün gazetesi, gazetecilik örneği yapıyor, röportaj yapmış durumda.
Şunu söyleyeyim diyor 'Ben tecrübesiz biri değilim. 21 yıldır inşaatlarda çalışıyorum. Sinpaş Altınoran, taşeronu Delta İnşaat olan inşaat şirketinde çalışıyordum. O inşaatta işçiler için platform olması lazım ama yok. Çalıştığım alanda kilit takılması lazım ama takılmamış. Üçüncü katta çalıştığım için altımda ağ olması lazım, ama ağ yok. İşi güvenli yapmamız için zaman lazım, ama o zaman da yok. Her zaman olduğu gibi o gün de bir tedbirsizliktir gidiyor. Ben o gün üçüncü kattan sırt üstü aşağıya düştüm. Kafatasım çatlamış, yedi kaburgam kırılmış, leğen kemiğim kırılmış. Bütün vücudum darmadağın olmuş. Üç gün apar topar hastaneye kaldırmışlar, yoğun bakımda yattım.
Gözlerimi açtığımda Delta İnşaat ortaklarından Tolga Zengin korkudan pervane gidi dönüp duruyor öleceğim diye. Sonra Tolga Zengin’den tek bir şey istedim. Ayağa kalkıp çalışabilir vaziyete gelene kadar yevmiye istiyorum. O da karşılığında ‘Sen bunları düşünme, biz ne gerekiyorsa sağlarım’ gibi vaatler verdi. Verdiği söz nedeniyle inşaat firmasından şikâyetçi olmadım.
'BİZ GARİPTEN YANAYIZ'
Bir baktım ki başımda pervane olanlar bir anda yok olup gittiler. 21 gün hastanede yattıktan sonra beni Çarşamba’daki köydeki evime köpek ölüsü gibi bırakıp gittiler. Bir ay sonra Delta’nın muhasebecisi arayıp 'Sana para gönderdik' dedi. Santim santim adımlar atarak çarşıya yürüdüm. Baktım ki yatırdıkları para 300 lira. Düşünebiliyor musunuz, ben ölüm kalım savaşı vermişim. Ablam benim bebek gibi altımı temizlemiş, vücudumda hayatım boyunca kalacak hasarlar oluşmuş bunun suçlusu firma bana 300 lira yatırmış ve olay kapanmış.
Düşünebiliyor musunuz, ben hayatım boyunca çalıştım ama ceketimden başka hiçbir şey yok. Bir de dediğim gibi kazadan sonra her şey değişti. Bir telefon numarasını bile aklımda tutamıyorum.
Kazanın bıraktığı kalıcı izlerin üzerine hakkım olan adaleti de bulamayınca ruhsal olarak ağır bunalıma girdim. Hakkımı ararken köpek ölüsü gibi kenara bırakılmayı kendime yediremedim’ diyor.
Seni TBMM’de dile getiren ilk dile getiren kişi bu kardeşin, CHP. Biz garipten yanayız. Bizim sözümüz lafla değil iş iledir. Biz ezilenlerin yanındayız. Biz bu ülkede huzur isteyenlerin yanındayız. Sana iş vermeyenleri asla unutmayacağız. Sana sözüm söz bunun takipçisi olacağız. Sıtkı kardeşim bir cümleyi sakın unutma; 'Ne ezen, ne ezilen. İnsanca hakça bir düzen.'
Dün Balıkesir’de, işsiz, iş arıyor. Geçinemiyor ve aç. Üstüne benzin dökerek kendisini yakıyor. Bir bu tabloya bakın bir de yandaşlara bakın. Halk, vatandaş işsiz, geçim derdi var.
'YA SITKI'YA HANGİ GARANTİ'
Bakın, Sıtkı kardeşimin de diğerlerinin de ne iş güvencesi ne iş güvenliği var. Ama yandaşların çifte garantileri var. Birincisi şu, gidersin bankadan borç alırsın. Hazine diyor ki? Borç aldın ben senin garantini vereceğim. İlerde iflas edersen paranı ben ödeyeceğim diyor. Eğer yeterli kârı elde edemezsen kârın da sana garantisini veriyorum diyor. Çifte garanti. Ya Sıtkı’ya hangi garanti? Ya kendini yakana hangi garanti?
Köprü yapmışlar yol yapmışlar. Şimdi 123 milyon lirayı verecekler ona. Sıtkı kardeşlerim gibilerinin sırtından. Haram olsun yetmez, zehir zıkkım olsun diyeceğiz. Rüşvet alana, ayakkabı kutusunda rüşvet alana parasını iade ettiler ya. Hem rüşvetin parasın vereceksin hem faizi vereceksin. Haram olsun zehir zıkkım olsun. O kararı veren hakimlere de zehir zıkkım olsun.
Benim paramla gidecekler rüşvete faiz ödeyecekler. Bunun adı da adalet olacak. İşsizlikten kendisini yakacak vatandaş, gözlerine mil çekecekler görmeyecekler. Sokak sokak kahramanlık edebiyatı yapacaklar, şehit kanları üzerinden. Sen önce Türkiye’nin sorunlarını çöz. 15 yılda memleketi ne hale getirdin. Maaşlar verdik, saraylar verdik, nedir bu milletin çektiği? Düşün bu milletin yakasından.
'NE GÜZEL REFORM DEĞİL Mİ'
Diyelim ki herhangi bir vatandaşımız 25 yıl çalıştı. Bugün öğleden sonra emekli olmak istedi. Kaç lira emekli aylığı olacak? 718 lira 69 kuruş emekli maaşı. Şimdi Ankara’daki beylere soruyorum. 718 liraya kim geçinebilir Allah aşkına. Ben de emekliye soruyorum. Madem öyle oy vermeye devam et. Çünkü yarın o aylığı da senin elinden alacaklar. Sen iki emekli maaşına ben layık değilim diyorsun. Ben huzur içindeyim diyorsun. 718 liraya geçineceksin.
Peki 1 Ekim 2008’de onların reform dediği kanun çıkmasaydı bu kişi 1822 lira emekli aylığı alacaktı. Ne güzel reform değil mi? Emeklinin sırtından reform yapıyorlar.
Bağkur emeklisine değinelim. O da 25 yıl çalıştı, 9 bin gün prim ödedi, emekli olduğu zaman eline 621 lira 81 kuruş geçecek. Esnaf kardeşlerime sesleniyorum. Ankara’daki beylerin bir eli yağda bir eli balda, sen açlığa mahkum ediliyorsun. Senin hakkını biz savunuyoruz ve desteğini bekliyoruz.
Bunların başka lafı vardı. “dışarıdan alıyoruz petrolü, dolar artınca mecbur zam yapıyoruz” Ya bu kadar yalan söyleyen başka bir iktidar görmedim. Son hale bakın, dolar fiyatı düştü mü? Düştü. Dolar fiyatı düşüyor benzine ve mazota zam geliyor. E düşürsene. Benzinin litresi 6 lirayı aştı. Mazotun litresi 6 liraya yaklaştı.
'BİR MİLLETVEKİLİMİZ VAR, ENİS BERBEROĞLU HAPİSTE'
Bir milletvekilimiz var. Enis Berberoğlu, şu anda hapiste. Neden hapiste? Hangi gerekçeyle hapiste? Bu konuya herkesin dikkatini çekmek isterim. Cumhuriyet’te bir haber 'İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar' Enis bey ifadesini verdi, tutuklandı. İyi hal dolayısıyla 25 yıl hapse mahkum edildi. Ben ve arkadaşlarım kendisini ziyaret ediyoruz. Bir gerçeğin altını özenle çizmek isterim. Olayın başlangıcı Can Dündar’ın bir kitabından kaynaklanıyor. 'Tutuklandık' diye bir kitap yazıyor. 'MİT TIR’ları haberini solcu bir milletvekili tarafından bana getirildi' diyor. 27 Mayıs günü flash diski kendisine getiren vekilin ismini vermiyor. Ama Enis Berberoğlu o tarihte milletvekili değil. Buna rağmen illa Enis Berberoğlu verdi diye mahkemeye çağırılıyor.
Devlet sırrını ifşa etti diye. HTS kayıtlarına bakılıyor. Enis beyin avukatları da istiyor. Telefon görüşmesi var, doğru. Üç milletvekili ve Enis bey ile konuşmuş. Enis bey milletvekili değil. Onun üzerine özel olarak odaklanılıyor. O tarihte Can Dündar ayrı yerde, Enis Berberoğlu ayrı yerde. Yan yana olsalar hadi dersiniz ki oradan tutturalım."