Güncelleme Tarihi:
66. Dönem BM Genel Kurul toplantıları nedeniyle New York'a gelen KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu'nun Özel Temsilcisi Doç. Dr. Kudret Özersay, AA muhabirinin son günlerde yoğun şekilde gündemi meşgul eden Doğu Akdeniz'de petrol ve doğalgaz krizine ilişkin sorularını, Eroğlu ve beraberindeki heyetin New York'ta kaldıkları The Plaza Otelinde yanıtladı.
Özersay, AA muhabirinin, Türkiye ile KKTC arasında geçen hafta üzerinde uzlaşmaya varıldığı açıklanan kıta sahanlığı anlaşmasını değerlendirmesini istemesi üzerine, şöyle konuştu:
“Öncelikle iki ülke arasında henüz bir antlaşma yapılmadığını, böyle bir antlaşmanın yapılması yönünde bir mutabakata varıldığını vurgulamak istiyorum. Rum tarafı kazılara başlarsa bu antlaşma yapılacaktır. Önce imzalanacak ardından da Rum tarafının tavrına bağlı olarak KKTC Cumhuriyet Meclisinin onayı aranacaktır. Bu antlaşma ve Rum tarafının daha da ileriye gitmesi durumunda alacağımız diğer tedbirler Kıbrıs Rum tarafını bunu yapmaktan vazgeçirmeyi hedeflemektedir. Yani bizim yaptığımız önleyici bir tedbir niteliğindedir. Çünkü bu konu Kıbrıslı Türklerin haklarını doğrudan ilgilendiren bir konudur ve Rum tarafının ısrarını sürdürmesi durumunda bu hakların korunması için, kıta sahanlığı antlaşması gibi başka bazı adımlar da atılacaktır. Yani bu henüz bir başlangıçtır. Kıbrıs'ta kapsamlı bir çözüm önceliğimizdir, ancak oldu-bittilere izin vermemiz beklenmemeli.”
SORU: Kıbrıslı Türklerin bu sözünü ettiğiniz hakları tam olarak neyi kapsamaktadır?
CEVAP: Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs adasının geleceğine ilişkin her hal ve şartta, bir başka ifadeyle her senaryoda, adanın çevresindeki deniz alanları çevresinde yer alan tüm doğal kaynaklarla ilgili olarak tartışmasız bir takım hakları bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle, Kıbrıslı Türklerin her ne şekilde olursa olsun kapsamlı bir çözüm bulunması durumunda da, çözümsüzlüğün devamı durumunda da, bu kaynaklarla ilgili olarak hakları vardır. Bu arada içerisinde çözümsüzlüğün de olduğu bir senaryodan bahsediyor olmam herhangi bir şekilde yanlış yorumlanmamalıdır. Daha açık söylemem gerekirse, Kıbrıs Türk tarafının en erken zamanda karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bulunması yönündeki ısrarı ve iradesi nettir. Ancak Rum tarafına bu konuda (petrol ve doğalgaz kaynakları) göz yumulması çözümsüzlüğe çanak tutmakla eştir”
SORU: Çözüm olması durumunda bu zenginliklerle ilgili olarak Kıbrıslı Türklerin hakkı ne olacaktır?
CEVAP: Her şeyden önce şu an devam eden müzakerelerde denizdeki bu zenginliklerin ikimizin de ortak olacağı federal devletin yetkisinde olacağı konusunda biz uzlaşma vardır. Buna göre bu zenginliklerle ilgili olarak birleşik Kıbrıs'ın yapacağı, diğer devletlerle yapacağı antlaşmalar parlamentoda basit çoğunlukla değil, özel çoğunlukla onaylanabilecektir. Bir başka ifadeyle her iki toplumun da rızası olmadan bu tür anlaşmalar yapılamayacaktır. Müzakere sürecinde tarafların uzlaştıkları bir diğer prensip federal hükümetin gelirlerinin ve tabii ki denizlerdeki bu zenginliklerden kaynaklanacak gelirlerin belirli oranlarda hem Kıbrıs Türk, hem de Kıbrıs Rum Kurucu Devletine aktarılması yönündedir.
Özetle söylemem gerekirse bir çözüm durumunda, Kıbrıs adasının etrafındaki herhangi bir noktadan çıkarılacak zenginliklerin iki toplumdan sadece birisi tarafından kullanılması hiçbir biçimde mümkün olmayacağı gibi, bu zenginliklere ilişkin alınacak herhangi bir karar, ya da yapılacak antlaşma da her iki toplumun rızası olmadan geçerli olmayacaktır.
Tarafların bugün düşünülenden daha farklı bir çözüm bulma yoluna gitmeleri halinde dahi bu durum değişmeyecektir. Bu konuda genelde yanlış bir algılamanın olduğunu gözlemliyorum. Şöyle ki; 'Kuzeydeki devlet bizimse, sadece Kuzeydeki deniz alanları içerisinde bulunan kaynaklar bize aittir, güneydekiler de Rumlara' denilmektedir. Oysa Kıbrıslı Türklerin bu adanın sadece kuzeyinde değil her yanındaki deniz alanları içerisinde hakları bulunmaktadır. Tabi ki bu hakkın kapsamını tam olarak neyi içerdiğini bugünden söylemek mümkün değildir. Ancak herkes bu hakkın var olduğunu anlamalıdır, bu hak başkasının bunu kabulünden bağımsız olarak vardır. Bu hakkın nereden kaynaklandığını kısaca açıklamakta büyük yarar görüyorum.
Her şeyden önce 1960'tan kaynaklanan haklar vardır. Şimdi bazı kişilerin 'Eğer KKTC'yi ilan ettiysek ya da Rumlardan ayrılmaya karar verdiysek nasıl oluyor da hala 1960'taki haklardan bahsediyoruz?' dediklerini duyabiliyorum. Ya da bazı Rum yetkililerin, “size göre hem kuzey sizin, hem de güneye ortaksınız” şeklinde karşı çıktıklarını görebiliyorum. Ancak bunlar sadece düz mantıkla ilk bakışta akla gelen saptamalardır. Oysa konuya uluslararası hukuk açısından baktığımızda meselenin bu kadar basit olmadığı rahatlıkla görülür.
Öncelikle '1960'tan kaynaklanan haklar' derken bugün devam ettiği iddia edilen Kıbrıs Rum devletinde haklarımız olduğu anlamında söylemiyorum. Zaten aslında herkes de biliyor ki güneydeki devlet meşru ve temsili bir hükümete sahip değildir. '1960'tan kaynaklanan haklar' derken şunu kastediyorum; 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti ortaklığı fiilen ortadan kalkmış olmakla birlikte iki taraf (Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar) bu eskide kalan ortaklığı her ikisinin rızasıyla nasıl sonlandıracaklarını anlaşmış değildirler. Uluslararası hukukta ortaklıkların sona erdirilmesi ardıllık (halefiyet) kurallarına göre yapılır. Daha basit ifade etmem gerekirse, eğer adanın birleşmesi değil de bir ayrılma yoluna gideceksek adeta evliliklerde olduğu gibi mal paylaşımı yapmamız gerekecektir. 1963'te fiilen sona eren 1960 evliliğinin mal paylaşımı henüz yapılmamıştır. Eğer anlaşarak hukuken boşanacaksak dünyadaki başka pek çok örnekte olduğu gibi geçmişte kalan ortaklık devletinin antlaşmalarını da, mallarını da, borçlarını da ve arşivlerini de ardıllık kuralları çerçevesinde müzakere ederek paylaşmamız gerekir. Tabii bugün devam eden müzakere sürecinin adanın federal bir çatı altında, iki eşit kurucu devletin yer alacağı bir ortaklık çerçevesinde birleşmesine dönük olduğunu ve Kıbrıs Türk tarafının bu taahhüdünün arkasında olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. Burada sorulduğu için farklı senaryolardan bahsetmek bağlamında yukarıdaki açıklamaları yapıyorum.
Peki ardıllık çerçevesinde Kıbrıslı Türklerin bu kaynaklardaki hakkı nasıl gündeme gelecek sorusu akla gelebilir. Bununla ilgili olarak da kısaca şunu söylemek istiyorum. Bu konuda Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Eğer sizin sözünü ettiğiniz şekilde örneğin iki taraf anlaşarak ayrılma yoluna gidecekse Yugoslavya'nın dağılması, Çekoslovakya'nın Çek ve Slovak devleti olarak ayrılması, Hindistan'ın ve Pakistan'ın bir birinden ayrılması ve Sovyetler Birliği'nin dağılması örneklerinde olduğu gibi geçmişteki ortaklığın (yani bizim örneğimizde 1963 öncesi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin) antlaşmalarının, borçlarının, mal ve diğer zenginliklerinin ve arşivlerinin iki taraf arasında paylaştırılması gerekecektir. Örneğin burada eski ortaklığın mal ve zenginliği derken, bunun içerisine deniz yetki alanları içerisindeki doğal zenginliklerin, yurt dışında bulunan Büyükelçilik binalarının ve eğer varsa deniz filosundaki gemilerin girdiği bilinmelidir. Uluslararası hukukta bu konuda birisi 1978 yılında bir diğeri ise 1983 yılında yapılmış olan ve Viyana sözleşmeleri olarak adlandırılan çok detaylı düzenlemeler bulunmaktadır. Dediğim gibi bugün hedeflenen adanın ayrılması değil, birleşmesidir ve devam eden müzakereler de bu amaca yöneliktir. Dolayısıyla 1960'tan kaynaklanan haklardan bahsedildiğinde bunu söyleyenlerin ya da genel olarak Kıbrıslı Türklerin 'aç gözlü' olduğunu söylemenin yukarıda anlattıklarım ışığında ne kadar yanıltıcı ve haksız bir eleştiri olduğunu herkes bilmelidir.
Öte yandan eğer Kıbrıs Rum yönetimi 'siz KKTC'yi ilan ettiniz, bu nedenle onun deniz yetki alanıyla yetinmek zorundasınız' diyorsa bu durumunda dahi 1960'tan bağımsız olarak Kıbrıslı Türklerin denizdeki zenginlikler konusunda sahip olacakları haklar vardır. Kuzey Kıbrıs topraklarının coğrafi konumlanışı, özellikle de Karpaz yarımadasının şekli, Kıbrıslı Türklerin sadece Türkiye;ye bakan kıyılarda değil adanın güneydoğusunda da deniz yetki alanları içerisinde bulunacak zenginliklerde de hak sahibi yapmaktadır. Üstelik bu senaryoda adanın batısında yer alacak deniz yetki alanı içerisinde hakkaniyet çerçevesinde iki devlet arasındaki yan sınırın da belirlenmesi gerekecektir. Bu resmin içerisine örneğin adanın batısı açısından Türkiye ve Mısır'ın dahil edilmesi uluslararası hukukun gereğidir. Böyle bir durumda bugün Kıbrıs Rum yönetiminin adanın güney-batısında belirlemiş olduğu pek çok parsel içerisinde sadece Kıbrıslı Rumların hak sahibi olmadıkları net şekilde görülecektir.
SORU: Bugünkü durum devam ederse, yani çözümsüzlük halinde bu zenginliklerle ilgili olarak Kıbrıslı Türklerin hakkı ne olacaktır?
CEVAP: Aslında böyle bir durumda Kıbrıslı Türklerin hak iddia etmeleri ve rahatsızlıklarını dile getirmeleri kadar doğal bir şey olamaz. Düşünün birisi size belirli bir zenginliğin ortağı olduğunuzu söylemektedir. Ama aynı zamanda bu zenginliğin geleceğine ilişkin olarak kararları tek başına alabileceğini iddia etmektedir. Aslında bugün için Rum yönetiminin yaptığı tam da böyle bir şeydir. Yani bir yandan Kıbrıslı Türkler de bu kaynakların ortağıdırlar derken, diğer yandan bu kaynakların ne kadarının Kıbrıs'a, ne kadarının da komşu devletlere ait olacağını belirleyen anlaşmaları tek başına yapmakta, bu kaynakları hangi şirketin ne şekilde çıkaracağına tek başına karar vermekte, bu şirkete yüzde kaç pay verileceğini tek başına müzakere etmektedir. Bu Kıbrıslı Türklerin aleyhine olan ve kabul edilemez bir anomalidir.
Bu adanın geleceği ve özellikle gelecekte ortaya çıkacak daimi statüsüne ya da gelecekteki ortak egemenliğine her iki toplumun ayrı ayrı ifade edilebilen ortak iradesiyle karar verilebileceği artık herkesin kabul ettiği bir prensiptir. İşte bu yüzden Kıbrıs'ta bulunacak bir çözümün iki ayrı referandumla, iki ayrı iradenin birleşmesi durumunda yürürlüğe gireceği tartışmasız bir kural durumundadır. Hal böyleyken bugünden adanın gelecekteki egemenliğini deniz yetki alanı sınırlandırılması anlaşmalarıyla, ya da bazı şirketlerle yapılan sözleşmeler yoluyla Kıbrıslı Türklerin rızası olmaksızın tahakküm altına koymak büyük bir haksızlıktır. Bu tür taahhütler Kıbrıslı Türklerin rızası olmaksızın haklarımız üzerinde ileriye dönük olarak bazı yükümlülükler yaratılması sonucunu doğuracaktır. Bir yandan bunlar sizin hakkınızdır derken diğer yandan Rum yönetiminin bu kazıları yapabileceğini söyleyenler, bunda bir sakınca görmeyenler, en basit ifadeyle Kıbrıslı Türklerin haklarının gasp edilmesine göz yummuş olurlar. Hatta bir adım daha ileriye giderek haklarımızın gasp edilmesine pasif kalarak çanak tutmuş olmaktadırlar.
SORU: Bazı çevreler Kıbrıslı Türklerin de çözümsüzlüğe rağmen, örneğin Kıbrıslı Rumların taşınmaz mallarını kullanmaya ve geliştirmeye devam ettirdiklerini belirtip “çözümsüzlüğe rağmen Kıbrıslı Türkler bunu yapabilirken Kıbrıslı Rumlar niye gaz ve petrol çıkaramasın” sorusunu gündeme getiriyorlar.
CEVAP: Öncelikle iki şeyi birbirinden net şekilde ayırmak gerekir. Bir yanda belirli bir toplumun egemenliğe ilişkin kollektif hakları söz konusu iken diğer yanda bireylerin kişisel hakları söz konusudur. Deniz yetki alanları, bunların komşu devletlerle sınırlandırılması ve bazı şirketlere bu alanlar içerisindeki kaynaklarla ilgili olarak imtiyaz hakkı verilmesi egemenlikle ilgili, adanın geleceğine dönük daimi statüyü doğrudan etkileyen ve Kıbrıslı Türklerin kollektif haklara sahip olduğu bir konudur. Rumların kuzeyde bulunan taşınmaz mallarının kullanımı egemenlikle ve adanın gelecekteki statüsüyle değil, bireysel hak ve çıkarlarla ilgilidir. Kaldı ki Kıbrıs Türk tarafı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yönlendirmesiyle kurmuş olduğu Taşınmaz Mal Komisyonu aracılığıyla Kıbrıslı Rumlara çözümsüzlüğe rağmen tazminatlarını ödemekte ya da yerine göre mal iadesi ve takas imkanı vermektedir. Oysa Güneyde bulunan Kıbrıslı Türk malları ile ilgili olarak Kıbrıslı Türklerin tazminat almaları yasayla engellenmiş ve çözüm olmadan herhangi bir tazminat ödenmeyeceği kuralı getirilmiştir. Üstelik Rum tarafından Kıbrıs Türk malları ile ilgili olarak kurulduğu iddia edilen fonun içinin tamamen boş olduğu kısa bir süre önce ortaya çıkmıştır.
SORU: Petrol ve doğalgazın müzakerelerin olumlu sonuçlanması bakımından tarafları teşvik edici bir yanı olduğu iddia ediliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
CEVAP: Bu görüşe katılmıyorum. Kıbrıs Türk tarafı çözüm için teşvik edilmeye ihtiyaç duymamaktadır, zaten 2004'te referandum gibi en kritik aşamada bunu kanıtlamıştır. Oysa, 2004 yılında BM Genel Sekreteri'nin Güvenlik Konseyi'ne sunmuş olduğu raporunda Rum halkının referandumda hayır demesinin nedeninin 'gücü ve zenginliği Kıbrıslı Türklerle paylaşmaya hazır olmadıkları' vurgulamıştı. Olaya bu saptama açısından bakıldığında, Rum tarafının petrol ve doğal gaz konusunda kazı yapmasına izin verilirse kendisini çok daha güçlü hissederek, artan zenginliği Kıbrıslı Türklerle paylaşmayı istemeyeceğini görmek çok zor olmasa gerektir. Oysa uluslararası aktörler bu zenginlikler konusundaki kazıların, ancak çözümden sonra yapabileceğini söylemeye başlarlarsa işte o zaman her iki tarafı birden en erken zamanda kapsamlı çözüme teşvik etmiş olacaklardır.
Tabi burada önemli bir hatırlatma yapma ihtiyacı hissediyorum, geçmişten ders çıkarmalıyız. Unutmayalım ki 2004 yılı öncesinde yapılan tartışmalar sırasında Rum tarafının tek yanlı olarak AB'ye üye olmasının da tarafları çözüme teşvik edeceği iddia edilmekteydi. Oysa bugün artık pek çok yabancı yetkili gerek açıkça kamuoyu önünde, gerekse cesaret gösteremeyenler de kapalı kapılar ardında, bu gayrı yasal üyeliğin Rum tarafını son derece rahat bir pozisyona sokarak çözümü daha da zorlaştırdığını kabul etmektedir.
Bu nedenle herkes Rum tarafının bu girişimleriyle ilgili olarak caydırıcı bir tutum içerisine girmek durumundadır. Tabii eğer adada kapsamlı çözümü gerçekten istiyorlarsa. Rum tarafının bu girişimi zamansız ve sürece zarar verici bir nitelik taşır. Ama şunun bilinmesinde büyük yarar vardır; Kıbrıs Türk tarafı adanın tamamında deniz yetki alanları içerisinde bulunan haklarını korumak için her tür adımı atma konusunda kararlıdır. Ancak bu durum bütün bu sorunları kapsamlı çözümle bir bütün olarak çok daha kolay ve kalıcı bir biçimde değiştirilebileceği gerçeğini değiştirmez. Üstelik bu kararlılığımız Kıbrıs'ta en kısa sürede karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bulunması kararlılığımıza da halel getirmez. Petrol ve doğal gaz konusunda gündeme gelen bu kriz kalıcı çözümün aciliyetini bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha herkese göstermiştir diye düşünüyorum.