Güncelleme Tarihi:
Emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik, "Kapsamlı çözüme yönelik doğrudan görüşmelerin başlaması doğru yönde atılmış bir adımdır" diye konuştu. Bununla birlikte, “ortada karışık bir durumun bulunduğunu” ifade eden Uluçevik, Türkiye'nin dile getirdiği çözüm şekliyle Talat'ın Hristofyaf ile çerçevesi üzerinde anlaştığı çözüm şekli arasında çok büyük farkların olduğunu savundu.
Adadaki gerçeklere dayalı bir çözümden söz eden MGK'nın 24 Nisan bildirisi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün sözlerini anımsatan Uluçevik, gerçeklerin “iki ayrı halkın, iki ayrı devletin ve iki ayrı demokrasinin varlığı” olarak açıklandığını ifade etti. Oysa Talat ve Hristofyas'ın üzerinde anlaştıkları çerçeve, iki toplumlu ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına göre bir çözüm olduğunu kaydeden Uluçevik, "BM Güvenlik Konseyi adada iki devlet değil, tek bir devlet olduğunu ve çözümün de 'Kıbrıs Cumhuriyeti'nin üzerine bina edileceğini söylemektedir" dedi.
ACELEYE GETİRİLECEK İŞ DEĞİL
Talat ve Hristofyas'ın yöneldikleri çözüm ile Türkiye'nin söylemleri arasında büyük bir karmaşa ve çelişki olduğunu yineleyen Uluçevik, Kıbrıs Türk tarafının kamuoyunu bazı konularda yanlış bilgilendirdiğini söyledi.
Müzakerelerde kullanılan belgelerin İngilizce olduğunu, bazı kavramların Türkçeye bilerek ya da bilmeyerek yanlış tercüme edildiğini savunan Uluçevik, "Türk kamuoyu sanki Kıbrıs'ta iki devletli bir çözüm ortaya çıkacakmış izlenimi edinmektedir. Oysa İngilizce belgelerdeki kavramların Türkçe karşılıklarına sadık kalacak olursak, Talat ve Hristofyas iki eyaletli bir çözüme yönelmiştir" dedi.
Türkiye'den iki kurucu devletin eşit statüsünün önemli bir parametre olduğu yönünde yapılan açıklamalara işaret eden Uluçevik, oysa adadaki liderlerin vardığı mutabakat çerçevesinde bu kavramın bulunmadığına dikkati çekerek, "Mutabakat çerçevesinde kurucu devlet yoktur, oluşturucu eyalet kavramı vardır. Bu Türkçeye kurucu devlet olarak tercüme edilip, kamuoyu yanıltılmaktadır" diye konuştu.
Uluçevik, yıl sonuna kadar çözüme ulaşılacağı yönündeki görüşlere katılmadığını, “Kıbrıs sürecinin aceleye getirilecek bir iş olmadığını” kaydetti.
Sürecin 45 yıldır devam ettiğini belirten Uluçevik, çözümsüzlüğün sebeplerinin “iyi araştırılması” gereği üzerinde durdu. Uluçevik, çözümsüzlüğün hiçbir şekilde Türk tarafına yüklenemeyeceğini belirtti ve müzakere süreci içinde 20 yıl görev aldığını hatırlatarak, daima çözümü reddeden tarafın Rum tarafı olduğunu ifade etti.
“Çözüm olduğu takdirde KKTC'nin ortadan kalkacağını” ifade eden Uluçevik, bunun ortaya “tarihi bir çelişki” çıkaracağını söyledi. Kosova, Güney Osetya ve Abhazya'nın bağımsızlıkları konusunu örnek veren Uluçevik, bu ülkelerin hamilerinin bulunduğunu, bu çerçevede tanınmaların devamlı olacağını kaydetti.
KKTC'nin de hamisinin Türkiye olduğunu belirten Uluçevik, “çözüm olup KKTC'nin ortadan kalkmasının anlamının Türkiye'nin KKTC'yi koruyamadığı şeklinde görüleceği, bunun da dünyaya vereceği mesajın 'zillet' olacağı” görüşünü dile getirdi.
SEREMONİ NİTELİĞİNDE ÖN GÖRÜŞME
KKTC'nin eski Ankara Büyükelçisi, Başkent Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Ahmet Zeki Bulunç da, bugünkü görüşmelerin, “kapsamlı görüşmelerin bir seremoni niteliğindeki ön görüşmesi” olduğunu, esas görüşmelerin 11 Eylülde başlamasının öngörüldüğünü, bunun nedeninin ise Hristofyas'ın yapacağı yurt dışı temaslar olduğunu kaydetti.
Bulunç, ortaya konan veriler dikkate alındığında, görüşmelerin 21 Marttan itibaren başlayan süreçte varılan mutabakatlar çerçevesinde olacağının ifade edildiğini söyledi. 1 Temmuz tarihli mutabakatın önemine işaret eden Bulunç, burada tek egemenlik, tek halk, tek uluslararası temsiliyet ve işleyebilecek bir üniter devleti çağrıştıran tek devlet ilkesi üzerinde durulduğunu anımsattı.
Bu temel ilkeler çerçevesinde düşünülen yapının iki toplumlu, iki bölgeli, kurucu devletlerin siyasal eşitliğine dayalı federal bir birleşik Kıbrıs devletinin kurulmasının hedeflendiğini belirten Bulunç, bu çerçevede Rumların Annan Planına hayır demesinden sonra dönemin Rum yönetimi lideri Tasos Papadapulos'un ortaya koyduğu parametreler ve koşullar çerçevesinde biçimlendirilmiş olan 2006 Gambari anlaşmasının esas alındığının görüldüğünü ifade etti.
Bulunç, bunlar dikkate alındığında Talat'ın “görüşmeler Annan Planı temelinde olmalı ve yeni bir ortaklık devleti bakir doğum olarak adlandırılmış şekliyle oluşmalı” tezine aykırı bir zeminin oluştuğunu savundu. Bulunç, “Çünkü Rumlar bu mutabakatlarla çizilmiş olan zeminin yeni bir ortaklık devleti ve bakir doğum niteliğinde değil, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin devamı olacağını ve Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin anayasasında değişiklikler yapılmak suretiyle iki toplumlu federal bir devlet şekline dönüştürüleceğini ifade etmektedir. Bu, Türkiye hükümetinin ve TBMM'nin geçmişte ortaya koyduğu temel politikalarla çelişen bir yapıdadır” dedi.
TÜRK-YUNAN DENGESİ GÖZETİLMELİ
Kıbrıs gerçeklerine dayalı bir anlaşma sağlanmasının önemine değinen Bulunç, Kıbrıs üzerindeki mevcut Türk-Yunan dengesinin yeni bir anlaşmada mutlaka gözetilmesi, bunun gerçekleşebilmesi için de Türkiye'nin garatörlük hakkının devam etmesi gerektiğini söyledi.
Bulunç, Kıbrıs'ta başlayacak süreçte tek devlet, tek egemenlik, tek halk ve tek uluslararası temsiliyet gibi ilkelere dayalı bir uzlaşı arayışının Türk tarafının ulusal Kıbrıs politikasıyla örtüşmediğini kaydetti. Kısa ve orta vadede uzlaşı umudunu “çok zayıf” olarak gören Bulunç, Rumların asla “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin yerine geçecek yeni bir ortaklık devletini kabul etmediklerini belirtti.
Rumların son dönemde Güzelyurt ve Karpaz verilmeden asla çözüm olamayacağı yönündeki açıklamalarını hatırlatan Bulunç, Rumların ısrarını sürdürmesi durumunda görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkabileceğini sanmadığını ifade etti.
“HRİSTOFYAS'IN SÜRECİ SULANDIRMASI ŞAŞIRTICI OLMAYACAK”
Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi (TUSAM) Kıbrıs uzmanı Gözde Kılıç Yaşın da konuya ilişkin değerlendirmesinde, bugün başlayacak kapsamlı müzakere sürecinde Rumların aslında süreci uzatmak ve Türkiye'yi garantörlükten vazgeçirmek üzere AB masasında sıkıştırmayı hedeflediğine inandığını söyledi.
“3 Eylülden itibaren Hristofyas'ın süreci sulandırması ve başlamış görünümü yaratılan müzakereleri, AB'nin Türkiye İlerleme Raporu açıklanıncaya dek, 'yapıcı' hiçbir adım atmaksızın kısmi şekilde dondurması şaşırtıcı olmayacaktır” diyen Yaşın, Türkiye'nin Gümrük Birliği çerçevesinde limanlarını Rum bandıralı gemi ve uçaklara açması mevzusundan sonra, adadaki Türk askeri varlığının ve daha da önemlisi Türkiye'nin garantörlüğü meselesinin AB üyeliği sürecinin bir malzemesi haline getirilmesi bakımından takvimin daraldığını ifade etti.
Taraflar arasında çok temel konularda görüş ayrılığı bulunduğunu ifade eden Yaşın, bunların başında “siyasi eşitlik” ile “bakir doğum devlet” konusunun geldiğini kaydetti. Yaşın, liderlerin pek çok temel konuda ortak zemini yakalayamadığını kaydederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Örneğin Rum oyununun farkında olan Talat, zamana yayılacak bir müzakere sürecine taraf olmasa da, Hristofyas 'boğucu takvim ve hakemlik müessesini' çoktan dışlamış durumda. Mülkiyetler konusunda Hristofyas 'geri dönüş' formülünü önerirken, Talat tazminat ve takas yöntemini daha makul ve uygulanabilir görüyor. Hristofyas üniter bir ekonomi hedeflerken, Talat iki ayrı ekonomi üzerinde duruyor. Talat, 'egemenliğin kaynağının iki halktan kaynaklandığını' savunurken, Rum liderin 'egemenlik Kıbrıs halkından kaynaklanır, Kıbrıs halkı ise iki halktan oluşur' düşüncesinde ısrar etmesi bir uzlaşının uzak olduğunu gösteriyor.”
TÜRKİYE'NİN GARANTÖRLÜĞÜ
Rumların ne istediğini anlamak için dört yıl öncesine bakılmasını isteyen Yaşın, "Nitekim 24 Nisan 2004 referandumunda Rumlar da çoğunlukla 'Evet' demiş olsalardı, bugün iki bölgeli, iki toplumlu, federasyona dayalı Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'nin dördüncü kuruluş yılı da kutlanmış olacaktı” dedi.
Yaşın, “Yani 2004'te kabul etmiş olsalardı –o dönemde Hristofyas ve partisi AKEL de hayırcılar arasındaydı- şimdi çoktan 45 bin Türk yerleşik adadan ayrılmış, Türk askeri sayısı belirttikleri orana düşmüş ve hatta kışlalarından çıkışları izne tabi tutulmuş olacaktı, Maraş, Güzelyurt, Karpaz iade edilmiş olacaktı. Bu durum aslında ön şart olarak ileri sürülenlerden başka bazı hesaplar olduğunu düşündürüyor. Bunların başında ise Türkiye'nin garantörlüğü konusu geliyor" diye konuştu.