Güncelleme Tarihi:
İlk kitabının adı “Yüzyılın Rövanşı” idi. Kaynakçası zengin, tümüyle tarihsel belge ve araştırmalardan yola çıkan Çalışkan’ın kitaplarındaki yeniliklerden biri de, sunumda da belirtildiği gibi akademik bir dil yerine tarihi “anlaşılır” kılan, çok akıcı bir üslubu tercih etmesi. Kitaplarına resmi-gayri resmi tarihin yanı sıra, olayları dünden bugüne farklı bir perspektifle güncelleyip uyarılar içeren analizler koyan Çalışkan’ın kitaplarından alıntılar yaptık, bazı soruların yanıtını kendisinden aldık.
BALKAN SAVAŞLARININ 100. YILINDA ÇOK ÇARPICI BİR TEZ; ERMENİ TEHCİRİ RÖVANŞ MI?
Kerem Çalışkan’ın“Caretta” yayınlarından çıkan kitap dizisinin ilki, “100 YILIN RÖVANŞI”nın büyük bir iddiası, bir tezi var. Çalışkan, pek çok tarihsel bilgi ve analizi içeren kitabında yaklaşık 600 bin Türk ve Müslümanın katledilip, milyonlarcasının Küçük Asya’ya, Anadolu’ya sürülmesiyle sonuçlanan, Osmanlı’nın en ağır yenilgilerinden Balkan savaşlarının rövanşının 2 yıl sonra İttihat ve Terakki hükümeti tarafından Ermeni tehciri ile alındığı tezinden hareket ediyor. Türklerin Balkanlardan kovulmasının ve katliamın şekil ve boyutunun Avrupa’nın haçlı zihniyetinin “vahşi bir sonucu” olduğunu vurgulayan Çalışkan, Osmanlı’nın Ermeni tehcirinin Anadolu’yu tümüyle Türkleştirme ve sınırlarını koruma refleksiyle gerçekleştiğini öne sürüyor. Bu tez belki de ilk kez Çalışkan tarafından dile getiriliyor ve çok konuşulacağı benziyor.
Kerem Çalışkan, dizinin ikinci kitabı “100 YILIN DARBESİ-İttihatçıların 23 Ocak 1913 Babıali Baskını” adlı kitabında, ilk kitabında irdelemeye başladığı İttihat ve Terakki hareketini yakın plan mercek altına alıyor. Kitapta, “İttihatçılar Osmanlı’ya Anayasa ve Meclis’i nasıl silah zoruyla getirdi? ve “Darbeci Binbaşı Enver nasıl zorla yükseldi ve askeri diktatör oldu?” gibi soruları resmi tarihin de ötesinde bir arayış, kritik ve çarpıcı analizlerle yanıtlayan Çalışkan, ordunun darbecilik geleneğinin bugüne izdüşümünü inceliyor, uyarılarda bulunuyor. Osmanlı’nın çöküş sürecinde ortaya çıkan yenilikçi, Batıcı, giderek komitacı akımla muhafazakarların farklı fotoğraflarla mücadelesinin sürdüğü günümüzde Çalışkan’ın kitabı bir tarafı memnun etmekten çok, dersler çıkarmayı öğütleyen tarzıyla öne çıkıyor. İşte ikinci kitabın 5 başlık altında toplanan bazı saptamaları:
İTTİHATÇILAR, ANAYASA VE DEMOKRASİ İÇİN SAVAŞTI
*Osmanlı tarihinde darbeciliğin köklerine uzandığımız zaman, karşımıza Padişah ile ordu arasında bir iktidar kavgası çıkıyor. Osmanlı’da ordu, padişah indirip, padişah çıkarıyor, istediği zaman vezirlerin kellesini alıyor. Osmanlı’nın gerileme sürecinde fatura orduya kesiliyor ve orduda modernleşme kavgası çıkıyor. Bu çekişmede modernleşmeye direnen Yeniçeriler tasfiye ediliyor, hem de kışlaları topa tutulup yok edilerek. Tutucu saltanata karşı modernleşmeci Jön Türklerin uzantısı olarak 20. Yüzyılın başında ortaya çıkan İttihatçılar, Hürriyet, Meşrutiyet, Anayasa ve Meclis için kavga veriyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) sırtını büyük ölçüde ordu içindeki örgütlenmesine ve genç subaylara dayıyor. İttihatçı genç subaylar ülkede ilerleme ve modernleşme hareketinin başını çekiyor. Bugün neredeyse bir karalama ve hakaret sözcüğü olarak kullanılan İttihatçılık, yüzyılın başında ülkesini demokrasiye taşımaya azmetmiş, Anayasa ve parlamento gelsin, padişahın değil milletin hakimiyeti sağlansın diye kelleyi koltuğa almış insanların şerefle taşıdıkları bir sıfattı. Meşrutiyet ve Anayasa isteyen İTC’ye göre otoriter ve baskıcı saltanat düzeninde söz hürriyeti, basın özgürlüğü, sivil ve siyasi örgütlenme özgürlüğü yoktu, dolayısıyla şiddetten başka seçenek de yoktu.
LAİK TÜRKİYE’NİN ARKASINDA 150 YILLIK HÜRRİYET KAVGASI VAR
Yazar Kerem Çalışkan, bugün domino etkisi yaratan Arap baharı karşısında Batılı ülkelerin şaşkınlıkla sordukları, “Türkiye bu Arap ülkelerinden 100 yıl ileride ve laikliği benimsemiş durumda?” sorusunu hatırlatıyor ve şu yanıtı veriyor: “Bunun cevabı açıktır; çünkü Türkiye’deki demokrasi ve laikliğin arkasında, bu topraklarda verilmiş 150 yıllık bir hürriyet kavgası var..” Çalışkan devam ediyor: *Hürriyet kavgasının önemli bir zaafı, ülkemizde ilericilik ve modernleşme adına mücadele eden siyasi hareketleri olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Bu zaaf, İTC’nin saltanat diktasını devirmek için halka değil, orduya ve askere dayanma politikasıdır. İktidarı devirmek için askere yaslanma politikası, İTC’nin ana politikası olarak 1908-1918 arasındaki 10 yıllık döneme tümüyle damgasını vurmuştur. Tarihi süreç içindeki bu önemli zaaf, ülkedeki değişimci, reformcu, ilerici, hatta solcu hareketlerin, İslamcı kampa karşı güvence olarak on yıllar boyunca askeri kuvvetleri görmesi sonucunu doğurmuştur. Ordu neredeyse 100 yıl boyunca rejimi tehlikede gördüğü zaman müdahale eden bir siyasi anlayış ve geleneğe sahip olmuştur. Cumhuriyet rejiminin tek garantörü ve savunucusu halktır. Halkın dışındaki hiçbir güç, ordu, polis vb. rejimin güvencesi rolünü üstlenecek konumda değil, tarihimizin bugünkü gerçeği budur.
AKP MUHAFAZAKARLIĞININ KÖKLERİ OSMANLI’YA UZANIYOR
*Osmanlı’da modernleşme ve Batılılaşmaya karşı temel itiraz İslamcı kanattan geldi hep. Tarihimiz boyunca tüm yenilenme ve değişim çabaları İslamcı kanattan ciddi tepki görmüş ve tüm ileri atılımlar İslamcı çevrelerin itiraz ve direncine rağmen gerçekleşmiştir. Son 150 yıldır ilk kez seçimle iktidara gelen muhafazakar İslamcı bir siyasi parti AKP, Türkiye’yi kendi anlayışıyla yeniden dizayn etme çabasındadır. Kuşkusuz bu çabanın kökleri Osmanlı’ya uzanan bir geçmişi ve geleneği vardır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, muhafazakar politika veya İslamcılık adına toplumun 150 yılda geldiği modernleşme düzeyinin geriye doğru zorlanmamasıdır, tarihimiz böyle bir zorlamanın ciddi tepkiler doğuracağını göstermektedir.
İTTİHATÇILARDAN ÇIKAN DERSLER VE MUSTAFA KEMALKerem Çalışkan’ın kitabında önemli tarihsel virajları heyecan ve merakla alırken çoğu zaman arka planda çok ilginç bir rekabetin izini de sürmek mümkün. Öyle ki bu rekabeti keskin ve yaşamsal kılan, taraflardan birinin koca ama yorgun düşmüş bir ülke kaybedip, diğerinin yeni bir ülke inşa etmesi sürecinde çıkarılan dersler ve lider karakteristikleri arasındaki büyük farklar. Mustafa Kemal ve Enver rekabetinden söz ediyoruz. Hani sırf Mustafa Kemal’in ismi öne çıkmasın diye Yeşilköy’de bekletilen Harekat Ordusu’nun başına Almanya’dan Enver’in çağrılması gibi, siyasi karar merkezlerinden uzak tutmak için Mustafa Kemal’in etkisiz kılınacağı bazı görevlere sürülmek istenmesi gibi. Çalışkan’ın kitabından: “Mustafa Kemal bir gün kendisine yöneltilen “İttihatçılar niye başaramadı, siz nasıl başardınız?” şeklindeki bir soruya her zamanki mütevazı kurmay değerlendirmesi ile; “Onların önünde bizim örneğimiz yoktu” yanıtını vermiştir. Ama Mustafa Kemal’in önünde İttihatçıların örneği vardır ve aynı hatalara düşmeden Osmanlı yıkıntısı içinden yeni bir Türkiye çıkarmayı başarmıştır.”
*1826’da modernleşmeye direnen Yeniçeriler topa tutularak tasfiye edildiğinde bazı sonuçları oldu, Osmanlı askeri bakımdan zayıflayınca Batıdan yardım istedi, askeri ve ekonomik zayıflık, ülkenin gelirlerinin Batıya teslimi sonucunu yarattı. Ordunun tasfiyesi meselesi günümüz Türkiye’sinde de güncel bir konudur. İktidara yakın bazı akıl hocaları günümüzde ordunun, tıpkı Yeniçeri ordusu gibi tasfiye edilmesi gerektiğini öne sürmektedirler. Günümüzde Ergenekon, Balyoz gibi bir dizi siyasi dava ile çok sayıda üst düzey subayın darbecilik gerekçesiyle yargılanması, orduda bu tür bir siyasi tasfiye çabası olarak algılanabilir. Zorunlu askerliğin kaldırılması, tümüyle profesyonel askerliğe geçilmesi, sınırların kontrolünün TSK’dan alınıp AB bağlantılı Frontex ve özel sınır güvenlik elemanlarına verilmesi, jandarma yerine kır polisinin getirilmesi hükümetin planladığı adımlar arasında. Ancak günümüzde TSK’yı Yeniçeriler gibi tasfiye etmek isteyenlerin, bu tasfiye sürecinde Osmanlı’nın içine düştüğü durumu ve sonuçlarını da unutmamaları gerekir.
MUSTAFA KEMAL, İTC’YE ASKERİN SİYASET DIŞI KALMASINI KABUL ETTİRDİ
*Mustafa Kemal siyaset yapacak subayların ordudan ayrılmasını istemiş, üstelik bunu İTC kongresine kabul ettirmiştir. Ama İTC yönetimi bu kararı hayata geçirmemiştir. Mustafa Kemal, yeni Türkiye’nin kurulmasından sonra da askerin siyasete karışmasına kendi yaşamı boyunca sonuna kadar karşı çıkmıştır.
PABUÇ MUŞTASININ YERİNİ TABANCA ALDI
Yazarın darbeleri incelediği bölümde gönderme yaptığı, Tanzimat döneminde Keçecizade Fuat Paşa’nın Osmanlı toplumunda sosyal düzeni anlatan “Papuççu muştası” deyimi dünden bugüne demokrasi ve darbeler tarihini de en güzel ve anlaşılır bir dille açıklayıcı türden bir örnek.
*Keçecizade bir toplumda üstten, alttan baskı olabileceğini, Osmanlı’da ise üstten padişahlık halkı ezdiği ve halktan da bir kuvvet oluşturmak mümkün olmadığı için “Pabuççu muştası” gibi yandan, yani Batılı elçiliklerden gelen güçle Osmanlı’da reform ve ilerleme sağlamaya çalıştıklarını anlatıyor. Bu “yandan pabuççu muştası sistemi” daha sonra İttihatçıların devleti ele geçirmek için uyguladığı bir sistem olacaktır. İttihatçılar devleti etkilemek ve ele geçirmek amacıyla, halktan bir kuvvet oluşturmak hala mümkün olmadığı için, bu kez yandan, Batılı elçilikler yerine, subaylar, asker çeteleri ve ordu gücü ile yandan harekete geçmişlerdir. Muştanın yerini tabanca almıştır. Ama sisteme müdahale hala “yandan”dır. Ülkedeki modernleşme, ilerleme, çağdaşlaşma kavgasında 100 yıl sonra alttan bir toplumsal ve siyasi hareket oluşturma şansı mevcut olduğu için, “yandan müdahale”nin çağı artık geçmiştir.
NEO SALTANAT VE ENVER’İN KAŞINDAKİ BEYAZLIK
*Jön Türklerden beri sürüp gelen kavga, özünde saltanat sistemine karşı milletin egemenliği kavgasıdır. İttihatçıların Hürriyet, Meşrutiyet, Anayasa ve Meclis için yürüttüğü 100 yıllık kavganın özü ve esası budur. Bu yönde padişaha yapılan telkinler ve verilen sayısız dilekçe fayda etmeyince Jön Türkler ve İttihatçılar iktidara karşı ihtilalci, isyancı, darbeci ve askeri müdahaleci yöntemlere başvurmuşlardır. Arada iktidarı ele geçiren bazı kişiler de Osmanlıcı ve İslamcı mirastan kaynaklanan saltanat özlemlerinden kendilerini kurtaramamışlardır. Saltanat özleminin en çarpıcı örneği Enver Paşa’dır. Darbeci binbaşı Enver Paşa, ülkeyi savaşa sürükledikten sonra 4 yıl boyunca tüm kararları tek başına verdiği keyfi bir askeri saltanat sistemi kurmuş, kimse ona ne yapıyorsun diye hesap sormamıştır. Hatta Enver Paşa kaşındaki bir beyazlığın çevresindekilerce “cihangirlik” işareti olarak yorumlaması nedeniyle kendisinin Türk Hakanı gibi ilahi bir misyonla görevlendirildiğine bile inanmıştır. Yani saltanat özlemi tehlikelidir. Saltana karşı verilen 150 yıllık Hürriyet kavgası bu ülkenin en değerli kazanımlarının başında gelmektedir. Türkiye bugün yeni bir Anayasa yapma çabası içindeyken, başkanlık sistemi arayışlarının neo-saltanat özlemlerine dönüşme tehlikesine dikkat edilmelidir.