Güncelleme Tarihi:
Çok güvendiğim tecrübeli bir siyasetçi “sisler bulvarı”ndan şöyle sesleniyor:
“Devletin zirvesinde birileri çok şey biliyor. Ama açıkça birbirlerine söylemiyor... Şüphe hakim...”
1990’dan itibaren uzun yıllar Hürriyet Gazetesi’nin Ankara temsilciliğini yaptım.
Bir o kadar Sabah Gazetesi’nin temsilciliğini yaptım. Yine bir o kadar Ankara’da muhabirlik...
Yani hatırı sayılır bir Ankara tarihim var...
İşte bu bireysel tarihin merceğinden şimdiki Ankara’ya bakıyorum.
Ve ben böyle bir dönemi hiç hatırlamıyorum...
Şu manzaraya bir bakın...
Bir Genelkurmay Başkanı yanına komutanlarını alıp savaş gemisinden basın açıklaması yapıyor...
Üstelik şu anlama gelebilecek bir cümleyle:
“Neden firkateyni seçtiğim anlaşılmıştır sanırım.”
Peki bir genelkurmay başkanı sivil savcıların yürüttüğü bir soruşturmayı savaş gemisinden yaptığı bir açıklamayla neden uyarma gereği duyar?
Kendi ülkesinin savcılarına “Soruşturmayı yürütürken bizimle paylaşın. Kurumlar arası çatışma çıkmasın” der...
Bunu “ilgili makamlara iletmek” yerine neden savaş gemisinden açıklama gereği duyar?
* Bir ülke düşünün ki;
O ülkenin polisi, o ülkenin askerini, kendi başbakan yardımcısına suikast yapacağı gerekçesiyle gözaltına alır.
* Bir ülke düşünün ki;
O ülkenin bir yarbayı kendi komutanına suikast yapacağı iddiasıyla tutuklanır. İntihar eder. Sonra da onun cenaze törenine suikast yapacağı komutanı gelir arkasından dua eder...
* Bir ülke düşünün ki;
O ülkenin genelkurmay karargâhında bir albay, kendi parlamentosu ve hükümetine karşı “ıslak imzalı tuzaklar” hazırlamaktan gözaltına alınır...
Ve o ülkenin genelkurmay başkanı bulunan belgeye “değersiz kâğıt parçası” dedikten sonra o yazıyı adli tıp resmi belge ilan eder.
* Bir ülke düşünün ki;
Askeri kendi polisini, polisi kendi askerini, savcısı kendi hâkimini dinler.
* Bir ülke düşünün ki;
Sürekli olarak “suikast endişesi” yaşar...
* Bir ülke düşünün ki;
Bütün bunlar olurken, o ülkenin halkı, hiçbir şey yokmuş gibi televizyonlarda iğrenç “izdivaç” dizileri izler...
* Bir ülke düşünün ki;
O ülkenin askeri, kendi askerini öldürmekle suçlanır. Nefret manşetleri yükselir. Bu suçlamalara karşı komutanlar yüreklerine taş basarlar. Kahrolurlar.
* Bir ülke düşünün ki;
O ülkenin belediye başkanı, kendi devletine üstelik kameraların önünde “hasstir” diye küfreder...
* Bir ülke düşünün ki;
Kendi vatandaşını Nâzım Hikmet şiiri okudu diye zindanlara atan, gencecik fidanları darağaçlarına gönderen bir kafanın yaptığı darbe anayasasıyla yönetilir hâlâ...
* Bir ülke düşünün ki;
O ülkenin savcısı, kendi hâkimini dinler.
O ülkenin hâkimi bilmeden kendi kendisini dinletir.
* Bir ülke düşünün ki;
O ülkenin Anayasa Mahkemesi parti kapattıkça o partilerin oyları yükselir...
* Bir ülke düşünün ki;
O ülkenin düşmanlarına karşı sırlarını saklamakla görevli, elektronik harp dairesi başkanının gizli konuşmaları internet sitelerinden yankılanır.
* Bir ülke düşünün ki;
Genelkurmay Başkanı Kuvvet Komutanı’yla Başbakan’a gidince, bütün medya kanalları gerilir, onlarca dedikodu o ülkenin başkentini kuşatır.
* Bir ülke düşünün ki;
O ülkenin kendi savcısı kendi askerinin kozmik odasına “gizli” diye alınmaz. Hâkim zorla girer.
İşte böyle bir ülkede;
Sırla bilgi, gerçekle komplo teorisi birbirine karışır... Ve o ülkede artık kimse kimseye inanmaz.
Evet sevgili okuyucular;
Belli ki bilemediğimiz bir şeyler var. Var ki; askeri karargâhlar basılıyor.
Askerler suikast soruşturmasıyla gözaltına alınıyor.Bilmediğimiz bir şeyler var ki;
Albaylar intihar ediyor.
Tecrübeli siyasetçinin dediği gibi:
“Devletin zirvesinde birileri bizim bilmediğimiz bir şeyler biliyor. Ama o bildiklerini de açıkça birbirlerine söylemiyor. Şüphe hâkim...”
Peki böyle bir havada toplanacak Milli Güvenlik Kurulu’nda acaba ne konuşulacak?
İKİNCİ YAZI
‘Kozmik Oda’da neler var
ANKARA sanki devlet içindeki gizli yapılanmaları ortaya çıkartan Amerikan filmlerinin dekoru gibi görünüyor bana... Filmin senaryosu şu soruyla başlıyor:
* Seferberlik Tetkik Kurulu ne iş yapar?
Herkesin kaydını tutar. Bir savaş halinde seferberlik ilanında, kim askere alınacak? Kim milis gücü olacak? Hangi fırın ekmek çıkartacak, nereye dağıtılacak? Hangi araçlara el konulacak?
Bütün bunlardan tutun da kapı numaralarına, sokak lambalarına kadar her türlü kaydın tutulduğu yerdir burası...
Yani sivil hayatın “kozmik kayıtları” tutulur burada...
Seferberlik halinin planları bilgileri vardır...
İşte böylesine kritik bir merkezdir... Bu yüzden Ankara gergin. Asker gizli bilgilerin açılmasından endişeli...
Ama hukuk devleti de gereğini yapmak istiyor. Demokrasi, özgürlük ve adalet şeffaflık ister. Bu yüzden “Bir soruşturma hangi kapıya dayanırsa dayansın o kapı açılmalıdır” diyor hukuk.
Bazı Amerikan filmlerinde görürdük bunu...
“Akbabanın Son Üç Günü”, “Devlet Düşmanı” gibi filmler...
Devletin içinde gizli yapılanmaları ortaya çıkartan gazeteciler... Vatanı herkesten çok sevdiğini, vatan sevgisinin üniformadan ibaret olduğunu sanan aşırı militer sivil ve askerlerin kurduğu örgütlerin ortaya çıkartıldığı CIA-FBI çatışmalarının yaşandığı filmler...
İşte Ankara şimdi sanki böyle bir filmin dekoru...
Nefesimiz kesilmiş izliyoruz...
Bu yüzden diyorum ki;
Acele etmeyin. Kimse kimseyi hemen yargılayıp suçlamasın... Demokrasi ve şeffaflık için, AB hedefinde ilerleyen özgür bir Türkiye için bir kamptan diğerine bakarak değil, kampların ötesinden, öfkenin üzerinden bakarak bekleyelim...
ÜÇÜNCÜ YAZI
Sır intiharlar
ASKER intihar ediyor...
Bir süredir bakıyorum. Bu intiharlar üzerine soru sorulmuyor... Törenle gömülüyor sırlar... Neden intihar ediyorlar?
Ergenekon soruşturmasına adı karışan subaylar kafalarına kurşun sıkıp gidiyorlar...
Niye? Niçin? Neden?
Ne oluyor?
Bu soruları sorabilmek için bir liste yaptım...
Emekli Albay
Birol Atakan
(2 MAYIS 2007):
İstanbul-Ankara yolunda şüpheli bir trafik kazasında yaşamını yitirdi. Atakan’ın Ergenekon’la ilgili önemli bilgilere sahip olduğu iddia edildi. Albay Atakan’ın, Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen darbe günlüklerinin internete sızmasında ihmali ve kastı olabileceği iddia edilmişti.
Emekli Jandarma Albay
Abdülkerim Kırca (10 OCAK 2009):
Ankara’da Etimesgut’taki evinde silahıyla intihar etti. 1998’de teröristlerle girilen çatışmada belden aşağısı felç olan Kırca’ya, 2004’te “Devlet Övünç Madalyası” verilmişti. JİTEM’in eski Diyarbakır Bölge Komutanı olan Kırca’nın adı Ergenekon soruşturmasında geçti.
Özel Harekât Dairesi Başkanı Behçet Oktay
(27 ŞUBAT 2009):
Emniyet Özel Harekât Dairesi’nin 13 yıllık başkanı Oktay, 27 Şubat’ta tabancasıyla makamında intihar etti. Oktay’ın, Ergenekon soruşturmasında adının geçmesi ve hakkında medyada çıkan haberler nedeniyle zor günler geçirdiği ileri sürülmüştü.
Kıdemli Yüzbaşı
Olgun Ural
(26 MART 2009):
Yalova’da beylik silahıyla başına ateş ederek intihar etti. Eğitim Komutanlığı’nda görevliydi. Ural’ın adı 1. Ergenekon davasında deliller bölümünde geçmişti. İntihar eden Ali Tatar’ın personel alımında görevli olduğu öne sürülmüştü. Ural, 2. Ergenekon iddianamesinin açıklanmasının ardından intihar etti. Sessiz sedasız gömüldü.
Emekli Albay Belgütay Varımlı (21 KASIM 2009):
Milli Savunma Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun eski başkanı emekli Albay Belgütay Varımlı İstanbul Göztepe’de 9. kattaki evinin balkonundan atlayarak yaşamına son verdi. Varımlı’nın Sarıkız ve Ayışığı darbe planlarını deşifre eden subay olduğu iddia edilmişti.
Deniz Yarbay
Ali Tatar
(21 ARALIK 2009):
Yarbay Ali Tatar, amirallere suikast soruştu
Evet, intiharlar var. Şüpheli ölümler. Ve elbette sır perdesinin ardındaki sorular...
Bu sorular her geçen gün büyüyor... Cevaplarını altında ezecek kadar ağırlaşıyor.
DÖRDÜNCÜ YAZI
İyi insanların bürosu
ANKARA ’da habercilik nasıl bir şeydir? Bitmeyen bir maceradır. Haber atlama korkusudur. Haber atlatma mutluluğudur. Haber çilesidir. Soğuk gecelerde Başbakanlığın önünde nöbettir.
Gece yarılarına kadar Meclis kulislerinde uykusuzluk çekmektir.
Bir satır bilgiyi baskıya yetiştirmek için, son dakika verebilmek için ter dökmektir.
Her büro bu hızla yaşar... Her muhabir arkadaşım bu hızla gerilir...
Öylesine olaylar paylaşırlar ki, haber macerası onların arkadaşlığını kutsar...
Kalem arkadaşlığıdır bu...
İşte böyle bir büro önceki gün bir yeni yıl yemeği verdi...
CNN Türk ve Kanal D Ankara büroları...
Haber Koordinatörü Yavuz Oğhan...
Temsilcileri Erhan Karadağ...
Haber müdürü Hande Fırat...
Yavuz’la CNN’de program yaptığımız için ben de yarı “CNN”ci olarak davetliydim...
Masaya baktım. Hande’nin gülen yüzü. Erhan’ın sıcak tebessümü. Yavuz’un insana güven veren bakışı...
O bürolarda görev yapan her arkadaşın yüzüne sinmiş...
Bu yüzden diyorum ki;
“İyi insanların bürosu” olmak başarının birinci şartıdır.
Vefa da var...
Örneğin Sabah-ATV günlerinde birlikte olduğumuz Baki Şehirlioğlu ağabeylerini de davet etmişler.
Yöneticiliğin “güven hattı”dır Baki...
Sonra bir dönem editör olarak görev yapan Emel Yıldırım.
Bütün gece onları izledim... Haberin çileli çocuklarına, “iyi insanların bürosu”na baktım. Sevindim.
Bütün meslektaşlarıma ve 2010’u umutla kabul edebilen herkese mutlu bir yıl dileğiyle...