Güncelleme Tarihi:
* Stres(Zorlanma) ile kaygı arasındaki farklar ve ilişki nedir?
– Ruhbilim ve tıp alanında kaygıyla zorlanma arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk araştırmalar 1970’li yılların başlarında yapılmış, sonlarına doğru bu tür araştırmaların sayısı artmıştır. Kaygıyı ve kaygıyla zorlanma arasındaki ilişkiyi anlatmadan önce, bu konuları içeren araştırmalarda, çok rastlanan bir kavram karışıklığının üzerinde durmak istiyorum. Bu kavram karışıklığı kaygının zorlanmayla eş anlamda kullanılmasından; kimi yerde kaygı yerine zorlanma, kimi yerde zorlanma yerine kaygı kavramına yer verilmesinden kaynaklanıyor.
Bir çok araştırmacı gibi ben de bu iki kavramı birbirinden ayıran kesin sınırları çizdim ve her iki kavramın tanımlarını ayrı ayrı verdim. Buna göre kaygı, elem doğrultusunda bir duygulanım durumudur.
Bu duygulanım durumuyla zorlanma arasındaki ilişki iki biçimde olur. Dış ve iç ortamdan kaynaklanan zararlı etkenler organizmanın değişik alanlarında, yapılarında zorlanma yaratır. Ruhsal alanda ortaya çıkan zorlanma belirtisi ya da tepkisi, kaygı düzeyinin yükselmesidir. Zorlanma yaratan zararlı etkenin niceliğine ve niteliğine göre kaygı düzeyi doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak yükselir. Kaygı düzeyinin yükselmesi organizmanın öteki alanlarına, yapılarına, işlevlerine yansır, kan basıncı yükselir, iç salgı bezlerini işlevleri aksar. Fizyolojik kaynaklı zararla etken ise iç salgı bezleri, kimyasal ileticiler, bağışıklık sistemi gibi yapıların işlevlerini etkiler ve organizmayı zorlar.
Yani kaygı düzeyinin yükselmesi ruhsal kaynaklı zararlı etken olarak deÄŸerlendirilir. Bir çok yazar ve düşünür XX. Yüzyıla ve özellikle bu yüzyılın ikinci yarısına, ‘Kaygı Çağı’ adını vermiÅŸtir.Â
* O zaman kaygının tüm dünyada yayıldığını ve bunu şartların zorladığını söyleyebilir miyiz?
– Evet, kesin olarak söylenebilir bu. Evrensel boyutta bakarsak; Kaygı aslında, insanın savunma mekanizmalarını harekete geçiren yani bir çeşit adaptasyon mekanizması ama bazen öylesine yoğunlaşıyor ki, patalojik boyutlara erişebiliyor.
Ruhsal sorunların gündeme geliş süreci şöyle işliyor: Önce, sorun anksiyete-kaygı ile başlıyor sonra devamında depresyon gelişiyor ve onunda sonucunda obsesyonlar meydana gelebiliyor. Depresyon eğer uzun süreli olursa ve bu süreç içinde kişi bir iki panik atağı geçirirse, bu kimi zaman panik bozukluğa dönüşebiliyor. Ve en önemlisi psikiyatrik hastalıkların beraberinde de mutlaka kaygı gözlemleniyor. Kaygı yaşayan kişiler ciddi anlamda, hayatın her alanında konsantrasyon bozukluğu yaşıyor. Mesela iş yerinde bu kaygıyı üzerinde taşıdığı için işini kaybedebiliyor ya da eşiyle sorunlar yaşıyor. Kaygı o kişiye panik yaşattığı için devamında kayıplar geliyor. Kayıplar insanı iyice çıkmaza sokuyor ve bir döngü halinde süreç uzayıp gidiyor. Kaygılı insanlar ayrıca, yeni insanlarla tanışmaktan da çekiniyor. Biraz da sosyal fobik olduklarını gösteriyor bu durum.
* Türk toplumu için kaygılı bir toplum demek mümkün müdür?
- Bu tüm dünya için söylenibilir. Türk toplumu da giderek kaygılı bir toplum olmaya doğru hızla gidiyor. Bunu yapılan araştırmaların sonuçları da gösteriyor. Ekonomik krizler, gelecekten duyulan endişe, büyük kentlerde yaşanan terör olayları
 * Giderek daha kaygılı bir toplum oluşumuzdaki nedenler neler olabilir?
- Çok basit bir yaklaşımla şu söylenebilir ki, korku artık hayatımızın her alalında karşımıza çıkıyor. Zaten insan oğlu korku temelli yaşamayı hayatının başlangıcından itibaren öğrenriyor. Türk toplumu da artık eskisi kadar birbirine güvenli topluluklardan oluşmuyor. Bunu yaşam şartları zorluyor. Gelecekle ilgili kaygılarımız yoğunlaştı.
* Kişisel ve toplumsal kaylgıdan bahsettik de, kaygının kronikleşmesi halinde insan ne gibi sorunla yaşar. Bunun bedeli ne olur?
- Kaygının kronikleşmesi, o kaygıyla başbaşa olan insanın bir takım psikolojik sorunlar yaşamasına yol açıyor. Bu sorunlar kimi zaman da psikosomatik hale dönüşüyor. Bu durum da kaygıyı yaşayan kişi zamanla, yaşadığı hayattan zevk alamaz hale geliyor. Zevk alamayan insan kolaylıkla depresyona sürüklenebilir ki, işte bu insanlar deprdesyon yaşamaya başlıyor. Yaşama güveni olmadığı için yukarıda da belirtitğim gibi hiçbir konuda başarılmı olamıyor. Aile, iş yaşamı sorunlarla dolu oluyor.
* Kaygıdan kurtulmak mümkün mü ve bunun için neler yapabilir insanlar?
- Herkesin yaşamında, yine yaşamın getirdiği günlük kaygılar olacaktır ve bu kaçınılmaz. Ancak, günlük kaygıların dışında, kronik hale gelmiş kaygı bozukluğunda mutlaka doktor yardımı almak ve terapi görmek gerekiyor. Kişi tedavi olmak yerine, kendi kendine bu süreci aşağını düşünürse çok yanılır ve sorun giderek büyür.
* Tıpkı panik atağı ile ilgili sorduğum gibi kaygı için de bu sorumu yinelemek istiyorum. Özcan bey, kimler daha çok kaygılı oluyor?
- Kaygı herkesin yaşadığı bir sorun ama erkeklere göre kadınlar daha kaygılı oluyorlar. Belki de kadınlar sorunlarını erkeklere göre daha net anlatabiliyorlar, sorunları olduğunu belli etmekten çekinmiyorlar. Kaygı açısından kişilerin belirli dönemlerde kaygıya daha yatkın olduklarını da görüyoruz. Mesela, insanın kariyerine ilişkin önemli karar vereceği durumlarda, emeklilik zamanlarında, evliliğe kara verme durumunda ya da tam tersi boşanma durumunda insanlar daha kaygılı oluyor.
* Filozof ve psikiyatri hekimlerine göre yapılan kaygı tanımlamalarından söz eder misiniz?Â
- Heidegger: Kierkegard’ın etkisi altında kalan Heidegger’de temel bir duygu olduğunu, ayrılma ve kopma duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.
Otto Rank(1884-1939) kaygının temel bir duygu olduğunu ayrılma ve koplam duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.
Karen Horney(1885-1952) kaygı ve korku kavramını eş anlamda kullanmıştır. Bu kavramları, tehlike karşısında gelişen duygusal tepki olarak tanımlamıştır. Kaygı duygusunun doğuşta temel kaygı olarak bulunduğnuu öne sürmüştür. Bu duygunun doğa güçleri ve ölüm karşısında ortaya çıktığını belirtmiştir.
Erich Fromm(1900-1980) Kaygıyı, insanın yalnız kalma korkusu, çaresizliği ve çevreye yabancılaşmasına bağlamış, kaygının kültür olayı olduğnuu öne sürmüş, bireycilik, özgürlük, yabancılaşma ve yalnızlığın kaygı düzeyini yükselttiğin, ruhsal bozukluklara yol açtığnı vurgulamıştır.
Jean Paul Sartre(1905-1980) Kaygıyı, insanın varoluşunun doğasında, temelinde bulunan bir parça olarak kabul etmiştir.
Freud (1856-1939) Kaygının, iç güdü ve dürtülerden kaynaklanan gücün bastırılması sonucu ortaya çıktığını ileri sürmüşytür. Önce, kendiliğinden otomatik olarak ortaya çıkan kaygıyı tanımlamıştır. Örseleyici, zedeleyici, tehdit dolu, tehlikeli duruma karşı organizmada ortaya çıkan yanıt, tepki durumudur.
Daha sonra Freud gerçek kaygı(realistic anxiety) kavramını tanımlamıştır.Ona göre gerçek kaygı, insanın dışında bulunan ortamın yarattığı tehdit ve tehlikeden kaynaklanır.
Kaygıya eşlik eden sorunlar
* YaygınlaÅŸmış anksiyete-kaygı bozukluÄŸu tam olarak ne gibi sorunlara iÅŸaret ediyor?Â
-  Yaşadığı hayattan tam anlamıyla zevk alamamak, iş yaşamında etkinliğini yitirmek, sürekli depresyonda gezinmek, depresyona eşlik eden psikosomatik sorunlar, sıkıntılı ruh hali ve günlük yaşamı sekteye uğratacak kadar yaşamdan kopmak gibi kaygının yaratığı tüm davranışsal ve düşünsel, kişiyi rahatsız edici semptomlara işaret ediyor.
* Kaygılı bir insanın karakteristik davranışları neleri içerir?
- Kaygılı insanların elleri ve sesi titrer, konuşurken takılır, bazen saçma sapan konuşur, bazen ise kesin bir şey söyleyemez, yüzü kızarır, kalbi çarpar. Ancak bu kişiler rahatlamak için öncelikle kaygılarının nedenini anlamalı. Bunu yapmalarını nedeni daha çok performans anksiyetesi yaşanmasından kaynaklanır mesela. Ancak, kişi anksityeteyi yaşayıp da panik atağı geçiriyorsa bunun bir anksiyete olduğunu bilirse sorun çok büyümeden çözülebilir.
* İnsanın yaşamında kaygının ortaya çıkışındaki etkenler neler olabilir? Bir başka deyişle kaygı bulaşıcı mıdır?
– Açıkçası söylemek gerekirse, kaygı insandan insana bulaşabilen bir duygudur. Mesela çok sevdiğiniz bir yakınınızın geçirdiği önemli bir rahatsızlık sizin de yaşamınızı alt üst edebilir. Bu doğaldır da. Bazen bu kişi çok yakınınız değil ama bir iş arkadaşınız olabilir. Onun sorunun kendi içinizde hissedebilir ve belki de sizin de başınıza gelebileceği endişesini yaşamaya başlarsınız. Bunların hepsi sizi kaygıya sürükler. Bir yakınını kaybeden insanda, aniden bu kaygı tablosu gelişebilmir ve uzun süreli bir depresyona ya da panik atağına dönüşebilir. Kişi evhamlıysa buna yani kaygıya yatkın oluyor. Burada daha önce de söylediğim gibi genetik faktörler de önem kazanıyor.