OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 19, 2000 00:00
KATİLİMİZİ ÖLDÜRMEYELİM! "sanat yapıtı bireyi devinimsiz benzeşme yolu ile değil de, onun eyleme katılmasını, yargı gücüne seslenerek kendine bağlamasını bilmelidir.İnsanların toplu yaşayışlarını düzenleyen kurallar sanat yapıtında 'geçici ve yetersiz' olarak gösterilmeli, böylece bireyi seyretmenin ötesinde daha verimli bir davranışa iterek, yapıt boyunca düşünmesini, giderek, 'bu iş böyle olmaz, katlanılır şey değil bu, buna bir son vermeli' diyebilecek bilince ulaştırmalıdır."ernnst fischersanat eseri insanın beklentilerini, görmek, duymak ve okumak istediklerini yansıtan masturbasyon metinleri değildir. sanat eserinde aslolan, onu tüketenin algı duyargalarını zorlayarak kendini tanımasını ve yenilemesini sağlaması olmalıdır. okur, sanatsal bir yapıtla kendini öldürdüğünü, bildiklerini yalanladığını, sıfır noktasına indikten sonra da yeniden kuramlar oluşturarak, yeni bir algı seviyesi ile var olma çabası içine girdiğini görebilmelidir. kısaca, sanatsal bir metnin (ya da eserin) ilk görevi onu tüketeni öldürmek, sonra da kendini doğurmasını beklemek olmalıdır.sanatsal metnin, okura bir adres tarifi yaptığını düşünelim. bu tarif hiçbir zaman en ince ayrıntılarına kadar olmamalıdır. belki gidilecek semt ya da mahalle adı belirtilmeli, ancak kapı numarası okura bırakılmalıdır. okur, sanatçının koyduğu kurallar çerçevesinde istediği kapıdan girebilmelidir içeri. yani bir sanatçının bilinçli olarak koyduğu kimi kurallarla, bir okur bilinçli olarak kendi yolunu bulabilmelidir. aksi halde, görmek ve duymak istedikleri ile karşılaşan bir okur, kendini yetiştirmek ve yenilemek anlamında birtakım kayıplara uğrayacak, belki sanatın bu olduğu fikrine kapılarak, kolay tüketilen ve saman alevi gibi de gelip geçici olan bir sanata (!) prim vermiş olacaktır. ne olur böyle bir durumda? gerçek sanat eserleri ve sanatçılar azınlıkta kalarak, çoğunluğun kurallarının geçerli olduğu -ki sanat eserinin yeni' liği buna karşıdır- bir pazar, önüne her konulanı beğenme yeteneği gelişmiş sığ okurlarca, hemen oracıkta kurulabilecektir. bu yazıyı yazmaya karar vermemdeki asıl etki, geçen sezon devlet tiyatrolarında izlediğim bir oyun oldu. oyunun adı; bıçak sırtı. yıldıray şentürk' ün yazıp, mehmet ege' nin rejisörlüğünü yaptığı bir oyun bu. konusu ise, umut adlı bir genci intihara sürükleyen nedenler ve bu nedenler ışığında varılan kimi yargılardı. oyunun konusuna girmek istemiyorum burada, onu ayrı bir yazı konusu yapmak istiyorum. beni asıl çeken, oyunun tanıtım broşüründe 'tartışmalı oyun' yazısının yer alması ve oyunun izleyicilerle birlikte orada yazılarak bir çeşit doğaçlama olarak oynanacağı beklentisi idi; broşürde böyle yazıyordu çünkü. oysa, oyun yukarda da değinmeye çalıştığım konuların çok uzağında, senaryosu önceden belirlenmiş bir sondan oluşuyordu. izleyicilerin konuşmasına izin verildi gerçi, ama hepsi o kadar. söylenenlerin tam tersine, oyun önceden belirlenmiş ve provaları yapılmış bir sonla bitti… ne olacağını, nasıl davranılacağını anlatan somut bir sondu bu. işin tuhaf yanı, karşıt fikirlerini orada belirten insanların dahi oyunun sonunda ayakta alkış tutmalarıydı. hep düşünürüm; gittiğim bütün tiyatro oyunlarında, izleyiciler oyunun sonunda neden ayakta alkışlarlar oynayanları. bu, oynayan insanların iki saat boyunca sahnedeki emekleri için mi, yoksa oyunu çok sevdikleri için mi olur bilmem. (bu arada sevilmeyen, protesto edilen bir oyuna da rastlamadım henüz; bekliyorum.) peki sanat sadece emek midir? duyguyla yaklaştığınız bir sanat eseri için ne derece eleştirel olabilir, ya da böyle bir sanat eserinden ne kazanabilirsiniz? sanat sadece sosyal bir aktivite olsun, boş zamanlarımız dolsun, haftada en az bir kitap okunsun, bir kere
sinema ya da tiyatroya gidilsin için mi vardır? brecht' in 'çığlık' adlı bir oyunu vardır. izlemedim ama oyun hakkında yazılan yazılardan bir bilgim var. siz oyunu izlemek için para karşılığı bilet alıyor ve koltuÄŸunuza oturuyorsunuz. oyun toplam birkaç dakika sürüyor; oyuncu sahnenin bir ucundan sürünerek giriyor içeri. gürültülü bir müzik eÅŸliÄŸinde sürünerek yaklaşıyor izleyenlere doÄŸru. sahnenin sonuna geldiÄŸinde ise elini onlara doÄŸru uzatarak bir çığlık atıyor ve perde kapanıyor. hadi geçmiÅŸ olsun! düşünün durun artık, büyük usta neden böyle kısa ve kolay (!) bir oyun yazmış diye…türkiye' de bu ve benzeri oyunları sergileyecek cesarette rejisörler yok henüz. öyle ya, bilete verdiÄŸiniz parayı oyunun dakikasına bölerseniz kazık yemiÅŸ hissedebilirsiniz kendinizi. galiba biz millet olarak kolay sanattan yanayız; kolay tüketilebilen, bizi düşünmeye itmeyen, hoÅŸca vakit geçirebileceÄŸimiz bir sanattan… çünkü biz kavuklu ile piÅŸekar' ı, ibiÅŸ' i, yedi kocalı hürmüs' ü sanat eseri sandık yıllarca. haftada kaç kitap okuduÄŸumuzla, yazdığımız ÅŸiirlerin sayısıyla, gittiÄŸimiz resim sergilerinin çokluÄŸuyla övündük. iÅŸin kuramsal yanını bir kenara attık. tiyatroyu sevdik ama tiyatronun kuramı ile (buna pek çok tiyatro oyuncusu da dahil) ilgilenmedik. sistemli okumayı, ilgi alanlarımızı keÅŸfetmeyi unutup, korsan kitapçılarda en çok satıldığını gördüğümüz kitapları, bilinçli bir tüketiciye yakışır ÅŸekilde gidip kitaçıdan aldık; çok olmayı seçtik yani…franfurt okulu, tikele genel içinde bir özgürlük alanı yaratmayı düşlüyordu. öznenin ancak böyle kendini keÅŸfederek mutlu olabileceÄŸine inanıyor, bu amaçla felsefeler üretiyordu. iÅŸte sanatı tam da bu noktada gerekli görüyorum. bize ait olan duyguları ve düşünceleri tekrar tekrar hatırlamak yerine onları yargılamayı öğrenebilmeliyiz; kendimizi yalnız hissettiÄŸimizde yine sanata sığınarak tabi ki… çünkü hepimiz hemen her gün birtakım yasaklar ve kurallarla karşı karşıyayız. bilincimimizi sınırlamalı bunlar. çünkü bütün gerçek sanat eserleri bize insanlığımızı duyumsatacak, uçurumun kenarındayken düşmemize yardımcı olarak, bizi yine o uçurumdan yeniden doÄŸmuÅŸ olarak çıkaracak örgütlülüğe sahiptir; iÅŸ onları arayıp bulmakta…yaÅŸam içinde hepimiz bir satranç tahtasına zorunlu olarak oturtulmuÅŸ oyuncular gibiyiz. kurallarımız, hangi yöne nasıl gideceÄŸimiz, ne yaparsak kazanacağımız, hepsi önceden belirlenmiÅŸ. biz oynuyoruz sadece… altay öktem "kaleler yıkıldı sayılır / vezirlerin boynu çoktan vuruldu / oyun ortada / ama filler hep çapraz gider diyorsan / elveda" diyor bir ÅŸiirinde… iÅŸte sanat, yaÅŸam içinde, bize fillerin her yöne gittiÄŸini gösterebilen bir olgudur. o bizi tanımlar, özgürlüğümüzü perçinler, imge dünyasıyla bizi yeniden doÄŸurur;katilinizi öldürmeyin!Ali Hikmet EREN - 19 Temmuz 2000, ÇarÅŸamba Â
button