Güncelleme Tarihi:
İnsanoğlu, iyilik ve yardımda bulunduklarından şükran ve minnet beklemeyi kazanılmış hak sayan bir psikolojiye sahip olagelmiştir. Verilen her kuruş, tutulan her el karşılığında eğilen bir baş, bükülen bir bel beklemek insan egosunun doymazlıklarından biridir. Bu beklentilerle iyilik yapıldığı içindir ki, iyilik yapılanın nankörlüğünü ifadeye koyan birçok söz dünya dillerini doldurmuştur. Dilimizdeki, ‘‘Besle kargayı, oysun gözünü’’, ‘‘Bir kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim’’ sözleri bunlardan bazılarıdır. Esasında bu nankörlüğün gerçek sebeplerinin başında, iyilik yapanın, karşısındakini minnet ve eziklik altında tutma hırsının tahrik ettiği bir rahatsızlık vardır. İyiliğin muhatabı, iyiliği yapanın böyle bir beklenti içinde olduğunu sezer ve ezilmek istenen onurunu koruma yolunda, yaradılıştan gelen bir savunma tavrı içine girer. İyiliğe nankörlük diye adlandırılan davranış, çoğu kez, zedelenen onurun tamiri uğruna girişilen şuur dışı bir harekettir, bir tür ödünlemedir. İyilik yapılan, başlangıçta muhtaç ve perişan olduğu için iyiliği boyun bükerek kabul eder, ama ihtiyaç boyunduruğundan kurtulur kurtulmaz, doğal bir intikam alma tavrı içine girer.
Kuran, insanın iyiliğe, nankörlük yoluna sapmasını ve iyilik yapanın emeğinin boşa çıkmasını önlemek için bir yaradılış ilkesini önümüze getirmiştir. Bu ilke, iyilik ve yardım yapılandan karşılık ve teşekkür beklememek ilkesidir. Dehir suresinin 8 ve 9. ayetleri bu ilkeyi, hayranlık verici bir biçimde ifadeye koymaktadır.
Bu ayetlerde, gerçek iman sahipleri, şu sözleri söyleyebilme bahtiyarlığına eren kişiler olarak gösterilmektedir: ‘‘Biz sizleri, sadece Allah rızası için yedirip doyurduk; sizden ne bir karşılık beklemekteyiz, ne de bir teşekkür...’’
Kuran'ın bu noktadaki temel kabulü şudur: İyilik yaptıklarımızdan teşekkür beklemek yerine, iyilik yapmış olma bahtiyarlığını bize yaşattıkları için, biz onlara teşekkür etmeliyiz. Hz. Ali, ihtiyacını giderdiği bir komşusuna, durumunu kendisine açtığı için teşekkür etmiş ve bunu neden yaptığı sorulduğunda ise şu ölümsüz cevabı vermiştir: Ona teşekkür ettim, çünkü, onun ihtiyacını benim öğrenip gidermem gerektiği halde bunu yapamadım ve o benim görevimi bana hatırlattı.
Muhammed'i ahlakın, Hz. Peygamber'in Ehlibeyt'i tarafından örnekleştirilen eşsiz güzelliklerinden biridir bu... Bireysel ve toplumsal dünyamızın bu ahlakın güzellikleriyle dolmasını niyaz ediyoruz.
İbadethanelerde temiz ve güzel giyinin!
‘‘Ey ademoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın’’ (A'raf, 31).
Buyruktaki ifade, ibadethanelerde dikkat edilecek temizliğin çok ileri derecede, titizlik çapında olması gerektiğini gösteriyor. Ayetin açık ifadesinden, ibadethanelerde süs takılarının bile kullanılabileceğini anlıyoruz.
Kuran'ın ibadethaneye girmede esas aldığı ilk şart temizliktir. Bu şartın yerine getirilmediği yerlerde ibadet edilemez. Bu yüzden, ibadetin temel şartı olan temizliğin ısrarla gündeme getirilmesi gerekmektedir.
Bu buyruk bize gösteriyor ki, insanları rahatsız etmek ve iğrendirmek pahasına yapılan ibadetler, sayıları ve görüntüleri ne olursa olsun Allah'ın hoşnutluğunu kazandırmıyor.
İSMAİL ZÜHDÜ EFENDİ:
1806Ada İstanbul'da vefat eden İsmail Zühdü Efendi'nin 'leylek besmele' olarak bilinen bu levhası, resme benzer hatların en önemlilerinden biridir. İslamiyet'in insan resmi çizimini yasakladığına inanılmasıyla, bazı hattatlar istiflerini resim şekline sokarak yazmışlardır. İsmail Zühdü'nün döneminin çiçekli tezhibiyle çerçevelenen ve içerisinde Kâbe'nin bir tasvirinin de yer aldığı bu çok önemli levhası şimdi Topkapı Sarayı Müzesi'nde saklanıyor.
Erzurum'da ilginç nazarlıklar
Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Halkbilimi Anabilimdalı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Lütfü Sezen, Erzurum'da, nazardan korunmak için ‘‘köpek tüyü, yarasa isketeli’’nin bile nazarlık olarak kullanıldığını söyledi. Yrd. Doç. Dr. Lütfü Sezen, halkın nazardan (göz değmesinden) çok korktuğunu ve göz değmesiyle birçok rahatsızlıklara ve uğursuzluklara uğranılacağına inanıldığını belirterek şöyle konuştu: ‘‘Üstte taşımanın yanı sıra bazı nazarlıklar, evin herhangi bir yerine, kapı üstlerine, ev girişindeki basamağa da asılabiliyor. Erzurum ve yöresinde kullanılan nazarlıklar şöyle: At nalı, çörek otu, dağdağan ağacı, darı tanesi, eşek nalı, geyik boynuzu, göz boncuğu, hurma çekirdeği, kamlumbağa kabuğu, kartal pençesi, kendiliğinden dilinmiş taş, kertenkele kuyruğu, kesilmiş para, köpek tüyü, kurban gözü, kurt aşığı, kurt boncuğu, küçük mavi boncuktan yapılmış kertenkele, mavi boncuk, muska ve boylama, okunmuş yumurta, öküz boynuzu, sarı kehribar, yarasa iskeleti, yedi delikli boncuk, yılan kemiği ve yumurta kabuğu.’’
Soru: Türkçe ibadet konusundaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Cevap: Özetle aktarmaya çalışayım: Bir din evrenselse, bir kabilenin, bir dilin hegemonyasında değilse, sadece bir dili konuşanlara hitap etmiyorsa, aklın ve dinin temel esprisi, o dinin müminlerinin kendi dillerinde Allah'a yakarmalarının mümkün olduğu gerçeğidir. Bunun aksini söyleyenler din adına da, akıl adına da yalan söylüyorlar demektir. İslam'ın, insanların kendi dillerinde Allah'a ibadet etmelerini engelleyen hiçbir buyruğu yoktur. Tam tersine, peygamberimizin, bunu kolaylaştıran uygulamaları vardır. Mezhep imamlarının içtihatları vardır. Ben bunları bölüm bölüm yazdım çizdim. En sonunda da kırk sayfalık bir çalışma olarak ‘‘Yeniden Yapılanma’’ adlı kitabımın sonuna ‘‘Anadilde İbadet Meselesi’’ adıyla bir bölüm olarak ekledim. Bütün mezheplerde, Arapça bilmeyenlerin kendi dillerinde ibadet etmeleri, namaz kılmaları imkân dahiline getirilmiştir. Bir defa peygamberimiz bu uygulamayı başlatmıştır. Selmanı Farisi gibi büyük müçtehit bir sahabi Fatiha'yı Farsça'ya çevirmiştir. İslam'ın içinde bunu engelleyen hiçbir buyruk yok, aksine teşvik eden çok dayanak noktası var. Çevrilen Fatiha ile Buhara ve civarında 86 sene ibadet edilmiştir. Arkasından Samanoğulları gelmiş, bu konuyu fetvaya bağlamış ve uygulamışlardır.
Arapça bilmeyenlerin, kendi dillerinde ibadet etmelerinin yolları mezhepten mezhebe farklıdır. Önemli olan bu imkânın varlığıdır; yöntem ekolden ekole değişir. Ben bu yöntemleri, dayandıkları fıkıh kaynaklarını da tanıtarak, ‘‘Yeniden Yapılanmak’’ kitabımın ilgili bölümünde ayrıntılarıyla açıkladım.