Güncelleme Tarihi:
Prof. Dr.
İbrahim Sarıçam
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
HZ. PEYGAMBER, İslâm’ı ilk tebliğ etmeye başladığı andan itibaren bu dine girenleri hangi ırk, kabile ve ülkeden olursa olsun eşit kabul etmiş ve eski kabile kardeşliğinin yerine İslâm kardeşliğini getirmiştir. O, bir yandan insanlara Allah’ın varlığını ve birliğini anlatırken, diğer yandan bu inanç etrafında toplananları din kardeşliğinde birleştirip kaynaştırmıştır. Bu sistemde Habeşistanlı bir köle ile Kureyşli bir asilzade arasında fark kalmıyordu.
Kaç “İslam kardeşliği” uygulaması var?
-İslam tarihinin en eski kaynakları, Hz. Peygamber’in, birisi hicretten önce Mekke’de, diğeri de hicretten sonra Medine’de Müslümanları iki defa özel olarak kardeşleştirdiğini kaydederler. Mekke’deki kardeşleştirmede (muâhâtta) son derece anlamlı bir husus dikkati çekmektedir: Bu, Kureyş’e mensup bazı Müslümanların azatlı kölelerle kardeş ilan edilmesidir. Kaynakların bu konuda verdiği listeler incelendiğinde Kureyş mensuplarıyla şu azatlı kölelerin kardeşleştirildiği görülmektedir: Hz. Peygamber’in azatlısı Zeyd b. Hârise ile Hz. Hamza, Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh ve Hz. Ebû Bekir’in azat ettiği Bilâl-i Habeşî ile Ubeyde b. Hâris. Bu kardeşleştirme hadisesini Müslümanlar kısa sürede özümsediler. Nitekim İslam’ın daha ilk yıllarında Hz. Ebû Bekir işkence çeken, kendisiyle aralarında kan bağı bulunmayan köleleri hiçbir karşılık beklemeden sırf Müslüman oldukları için büyük paralar ödeyerek satın almış ve hürriyetlerini ellerine vermiştir.
Medine’deki nasıl oldu?
-Medine’deki Evs ve Hazrec kabilelerinin kardeşleştirilmesine ve “Ensar” haline dönüşmesine gelince, Hz. Peygamber, Enes b. Mâlik’in evinde (bir başka rivayete göre Mescid-i Nebevî’de) hicretin birinci yılının ortalarında ensarı topladı ve ikişer ikişer kardeşleştirdi. Bu sistemin yüklediği sorumlulukları taraflara açıkladı. Kardeşleştirilen kimselerin sayısının kırkbeşer kişiden doksan veya ellişer kişiden yüz olduğu söylendiği gibi, ensardan biriyle kardeşleştirilmeyen hiçbir muhâcirin kalmadığı da söylenmektedir.
Kardeşleştirmenin amacı neydi?
-Hz. Peygamber’in, eşsiz bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma örneği olan kardeşleştirmeyi gerçekleştirmesinin gayesi, iş-güç ve servet sahibi oldukları Mekke’de her şeylerini bırakan ve dinleri uğruna doğup büyüdükleri yeri terk eden muhacirleri maddî ve manevî olarak desteklemek, mâlî sıkıntılarını bir ölçüde de olsa hafifletmeye çalışmak ve öz yurtlarından ayrılmış olmanın vermiş olduğu garipliği ve mahzunluğu gidermekti. Bu sistemle ise işin maddî yönü manevî bir kardeşlikle desteklenmiş oluyordu. Ensar ile muhâcirler arasında ortak kimlik oluşturuluyor, zihniyet birliği sağlanıyordu. Bu daha sonra genişleyerek bütün müminleri içine alan genel İslam kardeşliğine dönüşmüştür. Kardeşlik müessesesini bir de insan hakları açısından değerlendirmek gerekir. Hz. Peygamber faaliyetlerinde daima can, mal ve ırz güvenliği gibi temel insan haklarını korumuş ve buna riayet etmiştir.
Zekât vermenin belirli bir zamanı var mıdır?
ZEKÂT vermenin belli bir zamanı yoktur. Farz olduğu andan itibaren verilmesi gerekir. Bunun için belli bir ayı veya ramazanı beklemeye gerek yoktur. Ancak, zekât vermekle yükümlü olanların, yükümlü oldukları andan itibaren en kısa zamanda zekatlarını vermeleri uygun olur. Çünkü zekat bir borçtur, borç bir an önce ödenmelidir. (Din İşleri Yüksek Kurulu/ Dini Soruları Cevaplandırma Platformu)
İslam hayatı ve barışı esas alır
Prof. Dr.Hasan ONAT
YERYÜZÜNDE bir buçuk milyardan fazla Müslüman yaşamaktadır. Müslümanların yaşadıkları her yerde, başta temel hak ve özgürlükler olmak üzere pek çok sorun vardır. Daha kötüsü, oluk oluk kan akmakta, binlerce masum insan hayatını kaybetmektedir. Oysa İslam hayatı ve barışı esas alan bir dindir. İslam, insan onurunu yücelterek yüksek güven kültürüyle medeniyet yürüyüşünü başlatmıştır. Bugün şahit olduğumuz iç karartan tablo, Müslümanların İslam’a olan ‘büyük iman’larını kaybetmeye başladıklarını akla getirmektedir. Dinin bütünleştirici gücü etkisini yitirmekte; ayrılıkçı duruşlar, dinden meşruiyet kazanmaktadır.
DİNDE AYRILIĞA DÜŞMEYİN
Kuran, ısrarla, “Hepiniz birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın” (Al-i İmran/103) diyerek birlik beraberliğe davet eder. “Dinde ayrılığa düşmeyin” (Şura/13); “Dinlerini paramparça eden ve çeşitli zümrelere ayrılanlardan da olmayın ki, o ayrılığa düşen her zümre kendi inancı ve kendi görüşü ile övünüp durmaktadır” (Rum/32) buyurarak, din konusunda bilinçli ve duyarlı olmaya çağırır. Hz. Peygamber de, müminleri bir vücudun organlarına benzeterek kardeşliği pekiştirmeye çalışmıştır.
İSLAM’IN GİZLİSİ YOK
Kuran’a ve Hz. Muhammed’in uyarılarına rağmen, Müslümanlar yüzlerce mezhebe, cemaate, tarikata bölünmüştür ve bölünmeye de devam etmektedir. İşin ilginç yanı, her grup kendisini “Kurtuluşa eren fırka” olarak görmekte, sahip olduğu ile övünmekten geri durmamaktadır. İşte, esas itibariyle egemenlik ve çıkar meseleleri etrafında ortaya çıkan bu bölünme ve parçalanmalar, mezhepleri, cemaat ve tarikatları meydana getirmiştir. Bunların dinle özdeş hale gelmesi, dinin yerini almaya başlaması, sorunun ana kaynaklarından birisidir. Her türlü örgütlü yapının, yürürlükte olan hukuk çerçevesinde oluşması ve denetlenebilmesi gerekir. İslam gizlisi, saklısı olmayan bir din olduğu için, din adına ortaya çıkan her türlü oluşumun da şeffaf olması gerekir.
MÜSLÜMANLAR paramparça
MÜSLÜMANLAR paramparçadır; çünkü din dili ile siyaset dili örtüşmüştür. Siyaset doğası gereği ayrıştırır.
Müslümanlar paramparçadır; çünkü her dini grup, açıkça ifade edilmese bile, sadece kendi mensuplarını gerçek Müslüman olarak görmektedir.
Müslümanlar paramparçadır; çünkü İslam özgürlükler üzerinden değil, siyasal güç ve egemenlik meselesi üzerinden okunmaktadır.
Müslümanlar paramparçadır; çünkü beşeri yaratıcılığın zirvesi olan bilim ve sanatta yokturlar. Yaratıcı yetilerini etkin kılmak için emek harcamayanların yapacakları tek iş, birbirleri ile uğraşmak, hatta birbirlerini yemektir.
Vicdan körleşiyor
DİN, işin gerçeği muazzam bir güçtür. Belki de bu yüzden, siyaset insanlık tarihi boyunca dini, hep kullanmaya, kontrol etmeye çalışmıştır. Dinin birleştirici-bütünleştirici rolünün etkin olabilmesi için, siyasi güç peşinde olanların dinin yakasından düşmeleri gerekir. Müslümanların içine sürüklendikleri şiddet sarmalı, bırakın dengeyi, adaleti; sağduyunun etkisini yitirdiğini, vicdanın körleştiğini akla getirmektedir. Bir insanın başına gelebilecek en büyük felaket, insan olmanın olmazsa olmazı olan, insani hassasiyetlerin yitirilmesidir.